Ne kadar az seviyoruz ve ne çok şey bırakıyoruz ölüme. Bay Herbert’in hiç
düşünmediği ayrıntılardan biriydi bu aslında, onun için tek bir değer
vardı hayatta o da bilim. Hayatı boyunca her şeyi bilmek istemişti;
üniversiteye gitmiş, altı dil öğrenmiş, felsefe okumuş, hatta bir ara
piyano çalmayı denemiş ve nota öğrenmişti.
Ne var ki anlayamadığı tek şey kadınlardı, karşısına çıkan kadınların
sürekli dırdır ettiklerinden yakınırdı ve asla yetmiş sekiz yaşına kadar
evlenmediği için bir gün bile pişman olmamıştı.
İş yerindeki genç çalışma arkadaşları en çok da Bay Herbert hiç
evlenmediği için hususi hayatını merak ediyorlardı, kadınlara nasıl
baktığını anlamak için yarı şakayla, “Sophia Loren’i ya da Samantha Fox’u
nasıl buluyorsun” diye sorarlardı. Bay Herbert “ Sophia’yı beğenmeyen
erkek yoktur herhalde, Samantha da güzel, balkonlar yüksek.” Dediğinde
gülüşmeler olmuştu. Bir başkası başörtüsü hakkında ne düşündüğünü
sormuştu “Kadını gösteren saçıdır, topuz yapar, dağınık bırakır kadın
saçıyla, kendini istediği gibi gösterir.” der, gençlerin onunla dalga
geçtiklerini anlasa da kendine güvenir rahatça her soruyu yanıtlardı. Bu
konuşmalardan anladıkları, Bay Herbert kadınları seviyordu ve hayatında
mutlaka kadınlar olmuştu; sadece evliliğe uygun bir insan değildi.
Yaşıyla da dalga geçer 29 Şubatta doğduğu için dört yılda bir
yaşlandığını söylerdi.
Ceketinin sağ cebi delinmişti, sürekli anahtarlarını sağ cebine koyardı,
iş çıkışı terzinin yolunu tuttu. Terzi bu kumaş dikiş tutmaz dediğinde
“yama yapın” dedi Bay Herbert, terzi şaşırmıştı, ona göre bu ceketten
ancak yer bezi olurdu, neredeyse bütün cep astarını yenilemişti. Bay
Herbert çok mutlu olmuştu, ne de olsa on beş yıllık ceketi, giysileri
yaşlandıkça onun bir parçası haline gelmişti.
İş yerindekiler Bay Herbert’i hiç farklı bir giysiyle görmemişti, ne
yazık ki banyo yaptığını da görmemişlerdi. Bu yüzden çalışanlar Bay
Herbert’le konuşunca en az bir metre uzağında dururlardı. Yıkanmamak Bay
Herbert’in kişisel tercihiydi. Yüzündeki kırışıklıkların içine dolan
simsiyah kirler, nezle olduğunda burnundan akan yirmi cm uzunluğunda
mukusundan iğrenseler de herkes Bay Herbert’e bilgisinden ötürü saygı
duyar, her şeye rağmen bu yaşlı adamda tipik ve sevimli bir yan
bulurlardı. Bay Herbert’te onların nasıl yaşadığına şaşar, aldıkları
asgari ücretle nasıl evlenebildiklerine akıl sır erdiremezdi. Paraya çok
önem verir, ülke ve dünya piyasasını takip ederdi. Herkes Bay Herbert’in
çok parası olduğunu bilirdi ama parasını nereye harcadığını kimse
bilmezdi, inanın ben de bilmiyorum.
Kaplamacılık yapan bir Ermeninin yanında çalışıyor, çeviri yapıyordu, her
gün ahenkle çıktığı dört katlı apartman dairesinin içinde laboratuvar
bile vardı. Bay Herbert’in masası tam da pencerenin önündeydi. Dudak
tiryakisi olduğu için sigara içerken mutlaka pencereyi açardı, aksi halde
küçücük odada göz gözü görmezdi. Öğlen yemeklerini iş yerinde yer,
kesinlikle tuz kullanmazdı. “Tuz için kampanya yapmak lazım, sigaradan
daha zararlı. “ derdi.
Yemekten sonra da soğuk çayını içerken çevresindekilere de ikram etmek
isterdi ama insanlar her seferinde tiksintiyle reddedelerdi.
Her sabah geldiğinde önce masasının ikinci çekmecesinden büyütecini alıp
gazetesini masaya yayar, bulmaca çözerdi. Bazen soruları iş arkadaşlarına
da sorardı, genelde yanıt alamazdı ve çocuk gibi sevinir ,“Siz yedi kişi
bilemiyorsunuz, ben tek kişi biliyorum.” derdi. Mutlaka en sonunda
bulmaca sözlüğünden bütün cevapları öğrenmeden içi rahat etmezdi.
Laborantlar işlerini bitirmiş kahve falı bakıyorlardı, Bay Herbert
tebessümle, “Vereyim size büyüteç, daha iyi görürsünüz .” Dediğinde
kızlar gülmeye başladı. Bay Herbert, deist olmasına rağmen yahudiliğin
izlerini taşırdı. Gençler onunla sohbet etmeyi sevse de bazen sohbetin
yarısında şekerleme yapmaya başlardı.
Ertesi gün, her gün aynı saatte işe gelen Bay Herbert, saat öğlene
geldiği halde hala ortalarda yoktu. Evi yakın olduğu için patron evine
çalışanlardan birini göndermişti. Ne yazık ki evinde de yoktu, apartmanın
kapıcısı sabah 09:00 da evden çıktığını söylemişti. Herkes ya öldü ya da
başına bir iş geldi diye düşündü. Tam karakola haber vereceklerdi ki kapı
çaldı, gelen Bay Herbert’ti.
Fötr şapkası, yazlık pardesüsü ve kolunun altında gazetesiyle her
zamankinden daha canlı görünüyordu.
- Bay Herbert geldi! dedi kapıyı açan hizmetli, sevinçle patronun odasına
seslenerek. Geldi, ama tertemiz, orasında burasında ufak beyaz kalıntılar
olsa da pamuklar gibiydi! Yüzü gözü parlıyordu…
Kireç kuyusuna düşmüş, ardından da hamama gitmek zorunda kalmıştı Bay
Herbert!