Ekimde rüzgâr esmez, misafir gelir buz dağlarından… Sıcak bir nefesi
yutar Hades’ in uşakları. Üç kişi gibi dolaşırlar, öyle görünürler yani.
Siyah bir erkek, kırmızı saçlı bir kadın, kara gözlü bir çocuk. Bu sefer
muhteşem bir romanın elli altıncı sayfasına hızlıca müdahale ettiler.
Kitap yere düştüğünde, sayfalar hızlıca kapandığında, her sabah
gökyüzünün doğudan açılan kapıları da hızlıca kapandı ve gölgelerin
efendileri bir kez daha Andromedayı esir aldılar.
Ve ben şaşkın bir kediye dönüştüğümde, yani başımı okşayacak el sonsuza
dek gittiğinde, hatta ne hissettiğimi bile anlamazken, derin ve sancılı
bir öfkeyle yalvardım, geri dön, yalan olsun…
Nehrin karşısındaki balkonda sen piponu tüttürürken ve sohbetlerimiz
vanilya kokulu dumana karışıp dört boyutun hangi köşesinde veya
yaşadığımız bu rüyayı evrenin hangi paralelinde bulacağımı daha bilmezken
nereye gittin baba?
Babam gitti ve ardından üç kişi gibi görünen misafirlerden siyah adam da
gitti. Kırmızı saçlı kadın, kara gözlü çocuğu hiç kucağından indirmedi ve
ben onları yüreğimde taşıdım; kendimi sabaha nasıl taşıdığımı anlamadan…
Acı ve matem yüreğimden çok uzun bir süre ayrılmadı. Üstelik Nemesis
saçlarını bende uzatıyordu. Öcümü alacaktım fakat savurduğum kılıcım, o
gücüne, sevgisine, merhametine çok inandığım yüce yaratıcıya değmeden
görünmez kesikler atıyordu ruhuma.
Canım çok yanıyor baba fakat artık bunu kimseye söyleyemiyorum ve
ağlamıyorum. Çok korkuyorum. Her gün yüzünü düşünüyorum, kahkahanı
dinliyorum, sözlerini tekrarlıyorum, unutuyor muyum yoksa göz
kenarlarındaki çizgileri. Sen konuşurken ellerini nasıl hareket
ettirirdin, kendim deniyorum, senin gibi yapamıyorum.
Kaç gün oldu bilmiyorum fakat şunu biliyorum ki sana öldü diyenin boynuna
Medusa’nın saçlarını doluyordum. Yuvalarından fırlamış gözler ne
yapacağını bilmez bana bakarken “O ölmedi, sadece gitti” feryadım günü
geceden, etrafımdakileri benden kaçırıyordu. Yalnız kalma diyen
fısıltıları da yanımdan uzaklaştırdıktan sonra şimdi rahatım, dilediğimce
seni düşünebilirim. Belki de kimse yokken Orion’da bir yıldızda
buluşabiliriz.
Zaman hangi sayısını geceye göndermişti bilmiyorum; çünkü zamanı
sayılarla belirlemek bana göre değil. İki ile üçün arasındaki fark neden
önemli olsun ki? Kolumdaki saati de çıkartıp atmıştım zaten. Uyumakla
direnmek arasında bir yerlerdeyken sanki bir ses duydum. Hayır! Hayır!
Bir ses doğdu. Dilimde binlerce sitem kurudu. Babacığım seni çok özledim,
elimi tuttu… Yüzüm güneşe döndü, gölgeler silindi gitti.
- Nasıl geldin, yoksa hiç gitmedin mi? Ben bunları sadece hayal mi ettim?
- Gitmek diye bir şey yok… Hatırla, Asi’nin şahitlik ettiği
sohbetlerimizi. Ağaca bakmaktan ormanı göremedin güzel kızım.
-Değişmişsin sanki babacığım. Bu üstünü kaplayan ışık da ne?
O güzel sesiyle konuşmaya başladı. Ud çalarken söylediği şarkıları,
sesini nasıl da özlemişim. Belki musikinin tınıları eşlik etmiyordu
sesine ama huzur aynı huzurdu.
İnsan düşmüş tanrıdır ve gökleri hatırlar, dedi. Eski Mısır’ın gölgeler
kitabındandı bu söz. Düşünsel sohbetlerimizin ana fikri hızla aramıza
düşmüştü. Arkasına yaslandı ellerimi bırakmadan devam etti.
- Bizler hepimiz aynı çizginin noktalarıyız ve noktada çizgilerin
esasıdır. Yüce yaratıcı bize bu dünyaya gönderdiğinde, bizi uyuttuğunda
biz ölürüz. Çünkü asıl vatanımız geldiğimiz yerdir. Biz doğduk
zannederiz. Şimdi söyle bana ,doğduk, olmak için mi ölmek için mi. Tabi
ki olmak için can kızım. Beni dikkatle dinle çünkü bir saatliğine geldim
buraya.
- Baba! Hayır! -Yine aynı öfke geri geldi ve isyan ve nefret…
- Sevgin nefrete dönüşmesin, dedi, bu sana ancak yük olur.
Sustum içime kanayarak.
- Bu dünya bir okul, bir durak ve bir sınav yeridir, ışık bedenlerimizi
hak etmek için geçici bir süreliğine geldiğimiz… Orada herkesin ışık
bedeni yok, hatta bazılarının eli, gözü bazılarının ayağı yok. Hangi
sınavı veremediysen o eksikle dönüyorsun oraya. Yüce yaratıcıya sevdiğin
kadar yakınsın. Unutma! Hatırladığın kadar sendedir.
- Ah babacığım! Sen şimdi gidince kim anlatacak bana bunları, kim Hallac-ı
Mansur’u, İbni Arabi’yi şiirleştirecek dilinde.
- Sen kızım…
- Öğrenmedik mi, seni sende öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir tüm
soruların cevapları.
- Evet! Baba. Sarıldım, şimdi biliyorum artık. Pırıl pırıl gökkuşağını
görmek için önce yağmuru yaşamak gerekir ve vakit geldiğinde, ışık
bedenlerimize kavuştuğumuzda, kim bilir belki de İrem cennetinin bir
köşesinde ben yine şiirler okuyacağım.
Dilimde birkaç cümle geceye yayıldı. Elini bırakmadım.