ÖYKÜ

Kerime Tanzer Cereb   







HAYALİN SOHBETE DALAR


Ekimde rüzgâr esmez, misafir gelir buz dağlarından… Sıcak bir nefesi yutar Hades’ in uşakları. Üç kişi gibi dolaşırlar, öyle görünürler yani. Siyah bir erkek, kırmızı saçlı bir kadın, kara gözlü bir çocuk. Bu sefer muhteşem bir romanın elli altıncı sayfasına hızlıca müdahale ettiler. Kitap yere düştüğünde, sayfalar hızlıca kapandığında, her sabah gökyüzünün doğudan açılan kapıları da hızlıca kapandı ve gölgelerin efendileri bir kez daha Andromedayı esir aldılar.

Ve ben şaşkın bir kediye dönüştüğümde, yani başımı okşayacak el sonsuza dek gittiğinde, hatta ne hissettiğimi bile anlamazken, derin ve sancılı bir öfkeyle yalvardım, geri dön, yalan olsun…

Nehrin karşısındaki balkonda sen piponu tüttürürken ve sohbetlerimiz vanilya kokulu dumana karışıp dört boyutun hangi köşesinde veya yaşadığımız bu rüyayı evrenin hangi paralelinde bulacağımı daha bilmezken nereye gittin baba?

Babam gitti ve ardından üç kişi gibi görünen misafirlerden siyah adam da gitti. Kırmızı saçlı kadın, kara gözlü çocuğu hiç kucağından indirmedi ve ben onları yüreğimde taşıdım; kendimi sabaha nasıl taşıdığımı anlamadan… Acı ve matem yüreğimden çok uzun bir süre ayrılmadı. Üstelik Nemesis saçlarını bende uzatıyordu. Öcümü alacaktım fakat savurduğum kılıcım, o gücüne, sevgisine, merhametine çok inandığım yüce yaratıcıya değmeden görünmez kesikler atıyordu ruhuma.

Canım çok yanıyor baba fakat artık bunu kimseye söyleyemiyorum ve ağlamıyorum. Çok korkuyorum. Her gün yüzünü düşünüyorum, kahkahanı dinliyorum, sözlerini tekrarlıyorum, unutuyor muyum yoksa göz kenarlarındaki çizgileri. Sen konuşurken ellerini nasıl hareket ettirirdin, kendim deniyorum, senin gibi yapamıyorum.

Kaç gün oldu bilmiyorum fakat şunu biliyorum ki sana öldü diyenin boynuna Medusa’nın saçlarını doluyordum. Yuvalarından fırlamış gözler ne yapacağını bilmez bana bakarken “O ölmedi, sadece gitti” feryadım günü geceden, etrafımdakileri benden kaçırıyordu. Yalnız kalma diyen fısıltıları da yanımdan uzaklaştırdıktan sonra şimdi rahatım, dilediğimce seni düşünebilirim. Belki de kimse yokken Orion’da bir yıldızda buluşabiliriz.

Zaman hangi sayısını geceye göndermişti bilmiyorum; çünkü zamanı sayılarla belirlemek bana göre değil. İki ile üçün arasındaki fark neden önemli olsun ki? Kolumdaki saati de çıkartıp atmıştım zaten. Uyumakla direnmek arasında bir yerlerdeyken sanki bir ses duydum. Hayır! Hayır! Bir ses doğdu. Dilimde binlerce sitem kurudu. Babacığım seni çok özledim, elimi tuttu… Yüzüm güneşe döndü, gölgeler silindi gitti.

- Nasıl geldin, yoksa hiç gitmedin mi? Ben bunları sadece hayal mi ettim?

- Gitmek diye bir şey yok… Hatırla, Asi’nin şahitlik ettiği sohbetlerimizi. Ağaca bakmaktan ormanı göremedin güzel kızım.

-Değişmişsin sanki babacığım. Bu üstünü kaplayan ışık da ne?

O güzel sesiyle konuşmaya başladı. Ud çalarken söylediği şarkıları, sesini nasıl da özlemişim. Belki musikinin tınıları eşlik etmiyordu sesine ama huzur aynı huzurdu.

İnsan düşmüş tanrıdır ve gökleri hatırlar, dedi. Eski Mısır’ın gölgeler kitabındandı bu söz. Düşünsel sohbetlerimizin ana fikri hızla aramıza düşmüştü. Arkasına yaslandı ellerimi bırakmadan devam etti.

- Bizler hepimiz aynı çizginin noktalarıyız ve noktada çizgilerin esasıdır. Yüce yaratıcı bize bu dünyaya gönderdiğinde, bizi uyuttuğunda biz ölürüz. Çünkü asıl vatanımız geldiğimiz yerdir. Biz doğduk zannederiz. Şimdi söyle bana ,doğduk, olmak için mi ölmek için mi. Tabi ki olmak için can kızım. Beni dikkatle dinle çünkü bir saatliğine geldim buraya.

- Baba! Hayır! -Yine aynı öfke geri geldi ve isyan ve nefret…

- Sevgin nefrete dönüşmesin, dedi, bu sana ancak yük olur.

Sustum içime kanayarak.

- Bu dünya bir okul, bir durak ve bir sınav yeridir, ışık bedenlerimizi hak etmek için geçici bir süreliğine geldiğimiz… Orada herkesin ışık bedeni yok, hatta bazılarının eli, gözü bazılarının ayağı yok. Hangi sınavı veremediysen o eksikle dönüyorsun oraya. Yüce yaratıcıya sevdiğin kadar yakınsın. Unutma! Hatırladığın kadar sendedir.

- Ah babacığım! Sen şimdi gidince kim anlatacak bana bunları, kim Hallac-ı Mansur’u, İbni Arabi’yi şiirleştirecek dilinde.

- Sen kızım…

- Öğrenmedik mi, seni sende öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir tüm soruların cevapları.

- Evet! Baba. Sarıldım, şimdi biliyorum artık. Pırıl pırıl gökkuşağını görmek için önce yağmuru yaşamak gerekir ve vakit geldiğinde, ışık bedenlerimize kavuştuğumuzda, kim bilir belki de İrem cennetinin bir köşesinde ben yine şiirler okuyacağım.

Dilimde birkaç cümle geceye yayıldı. Elini bırakmadım.

Gözlerini bıraktığın gece

Senden şiirler söyler

Hayalin sohbete dalar

Gitmeyi unutur baba.



dizin    üst    geri    ileri  

 



 23 

 SÜJE  /  Kerime Tanzer Cereb  /  yirmi beş mayıs iki bin on altı   / 16