SERBEST METİN

Salih Aydemir  







sen de dene


akıl ayazı *

“her şey aşırıya kaçtığında güzeldir.”
                                                 pier paolo pasolini


hüzün ve pişmanlık
kim böyle bir yeteneğe sahip olmak istemez ki

nasıl ayrılırsan ayrıl hayallerinden
paylaşılan her sessizlik hataya düşmektir
hatalar ki sınırları aşmak ince bir neşeyle

suda yanan kitap sokakta yürüyen yaprak
zevkin kırıntılarını topluyorum senden
öpücüğü olmayan duyguları

eriyen mumla dönüyorum arkana bakma
çan ateş ve boşluğun sesi
göz kapaklarımı yırtan ışık
yanan düşlerimin içine sarkıyor

sisin ve suyun içinde kayboluyorum

merhamet kan dökmeden olmaz diyor baudelaire
kan dökmeden sevişilmez kapı önlerinde
şimdi yataklar ve yollar boş
bir isteği ateşlemeliyiz seninle

bir isteği ruhun köşelerini yıkmak için
müziği başlatın lütfen



pier paolo pasolini’yi hangi değerleriyle düşünmek ve anlamak gerektiğini bilmek çok önemlidir. onu ne tarafa çekerseniz oraya uzayan/yansıyan/çoğalan alanlara sahip bir tip olarak görmek gerekir. çünkü onun sanatın bir çok dalıyla olan içselliğinin bütünlüğü özeldir. baktığınız yere göre değişen bir karakter ya da sanatçı olmadığı gibi kendinize çekebileceğiniz bir parçası da yoktur. ya tümüyle alırsınız onu ya da hiç alamazsınız. işin içinde “şiir sineması” yapan bir sanatçı var. marks ve gramci üzerine modern dünyayı eleştiren ve eleştirdiğiyle kalmayıp alternatif yaratmaya çalışan bir sanatçıyla karşı karşıya olduğunuzu anlamanız gerekir.

deleuze tarafından da, ‘anlatım düzeni’ne, yani simgesel dil sistemlerinin egemenliğine karşı direnen, ‘özgürleştirici’, simgesel sistemin öncesine ‘geri-dönüşçü’, anlamı önceleyen, ilk anlama geri götüren bir sinema olarak tanımlanan pasolini sineması, bu özelliği ile tam manasıyla ‘halkçı’ bir perspektife sahiptir. pasolini’nin kendisi de, sinemasını gramsciyen etkinin altında nazional-popolare (ulusal-halksal) olarak nitelemiş, anlatımının nesnelliğini, epik akışını ve elite (seçkinlere yönelik) olmayan karakterlerini anlatan Selahattin yıldırım’ın “pier paolo pasolini üstüne bir kronoloji denemesi” adlı kitabında anlatılıyor zaten.
beni ilgilendiren pasolini, aslında tümüyle dile getirmeye çalıştığı modernizmin eleştirisidir. çünkü biz modernizmi altın bir kap gibi düşünüyoruz. aslına bakılırsa modernizmin eleştirisinin kapitalist hatta faşist ideolojilerle iç içe olan bütünlüğüdür.

modernizmi bir nimet olarak düşündüğümüz için toplumcu bakışımızın sanata olan daraltıcı ve baskıcı yönlerini kavramada adım bile atamıyoruz. sanat olarak ilerleyemeyen bir bakışla eklektik sanat biçimlerini ilerici algılıyoruz. hayır. tam tersi modernizmin bakışı köleleştirici bir nüvedir.

‘hepimiz tehlikedeyiz’ adlı bir röportajı ‘la stampa’ gazetesine verdikten birkaç saat sonra feci şekilde dövülüp sonra da kafası kendi arabası ile ezilerek 1975 yılında öldürülmüştür.. komünist, eşcinsel ve antifaşist ‘pasolini’ sanki kendi ölümünü yazar gibi gül biçimli şiirler adlı kitabında şunları yazmıştır :

‘diri diri yakılan,
bir kamyon lastiği altında ezilen
çocuklar tarafından bir incir ağacına asılan
ama hala alınacak yedi, sekiz canı bulunan
bir kedi gibiyim.
çünkü ölüm,
başkalarıyla iletişimde bulunamamak değil, anlaşılamamaktır başka insanlar tarafından..’


“sanatın en saf biçimi yazmayan şairlerin katıksız sessizliğidir.” pasolini

sokratesim olacak bir kadını aradım yıllarca…

ve pasolini kendine bir sokrates bulur. sıkıca sarılır sokratesine… yaşam ve ölüm arasında sıcaklığını hiçbir zaman yitirmeyecek bir kadını sokrates’i ilan eder. annesini…

annesipasolini için her şeydir. ve bütün gücünü ondan alır. sınırlarını öylesine bir zorlar ki adeta kendisinden uzaklaşır. yabancılaşır. ve tam bir göçebeye dönüşür. ve nevrozludur. nevrotik kişiliğinin altında sürekli kendini sorgulamaya başlar. var oluşu ile ilgili sürekli bir hesaplaşma içindedir. bu tavrı onun kişiliğinde önemli bir rol oynar. yalnızca kişiliğinde değil elbette hayata ve sanata bakış açısını da derinleştirerek bir açı kurar. ortaya oyduğu tüm üretimlerinde bu açıyı enikonu yerleştirir.

“hayatı şiddetle, ümitsizce seviyorum. sanıyorum bu şiddet ve ümitsizlik beni sona taşıyor.

bu hayat aşkı bende, kokainden daha beter bir alışkanlık haline geldi.sınırsızca, sonsuz bollukta var bu ve hiçbir şeye mâl olmuyor. ve bir nefeste tüketiyorum onu.

nasıl sonlanacak bilmiyorum."


aslında hayatının nasıl sonlanacağını biliyordu. düşündüğü gibi yaşarken üretti. ürettiği gibi de yaşamının sonunu gördü.

kendini yalnızca bir yazar olarak gören ve gösteren pasolini şiirleriyle de, şairliğiyle de varoluşunu entelektüel kaygılar içinde hep sorguladı. mesajları çok netti. süslü ve ağdalı sözcüklerden kaçındı, gerçekliğin her türlü yönünü deşifre etmek için çaba harcadı. bütün bu çabası ya da anlayışı onu istediği bir noktaya getirmiş midir?

elbette…

“ama ben bu hayali düşünceyi yalnızca denemiyorum, aynı zamanda ona inanıyorum da. medyumca değil tabii ki. fakat biliyorum ki hep aynı çiviye vurarak tüm bir ev bile yıkılabilir. “

(…)
yavaş yavaş çözüleceğim
denizden gelen kesici ışıkta,
unutulmuş bir şair ve yurttaş olarak.


____________________________

* salih aydemir / akıl ayazı kitabından/etik-us yayınları, 2005


içindekiler    üst    geri    ileri   




 16