ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu  





 

BULUTLARDA ÇOCUK OLSAM


Oturduğu yerden kalktı, pencerenin önünde durdu. Yıllardır bu pencereden yaşadığı şehri seyreder, yakın çevresindeki ağaçlara konan kuşları ve gelen geçeni izlerdi. Etrafını saran evren, canlı cansız tüm varlıklar ne içindi? O insanlar kimdi? Onu ne kadar tanıyorlar veya o onları ne kadar biliyordu? Hiç! Onlar penceresinin dışındaki öyküler bütünüydüler. Her biri bazen birbirinden neşeli bazen birbirinden kırılgandı. Günler, aylar, yıllarca izlemişti her birini. En çok da ötüşlerinde hep mutluluk duyduğu kuşları. Düşündü; aslında penceresinin içindeki öyküler de dışardakinden farklı değil, hatta onun için can bildiği ruhunu derinliklerine kadar parçalayıp atmışlardı. O parçalanmaları yine penceresinin önünde, doğanın müzisyenleri olan kuşları dinleyerek toparlamaya çalışmıştı.

Penceresinin dışındaki gökyüzü bahar mevsiminin beyaz bulutlarını taşıyordu. Çocukluğunda yere uzanıp seyrettiği pamuk yığını bulutlardı onlar. Tüm çocuklar gibi o bulutların üzerine çıkıp yerküreden gördüğü yumuşacık pamuk bulutlarda yuvarlanmak, hoplayıp zıplamak en büyük isteğiydi. Birden yüreğinin, pencerenin gerisindeki tüm öykülerini unutacak neşeyle dolduğunu hissetti. İçindeki çocuğu mutlu etmeliydi. Üzerini giyindi, evinin yakınındaki parkta o bulutları seyretmeye karar verdi. Bir çocuk neşesiyle evinin olduğu yokuşu tırmanırken kendisine “İçimdeki kuşlar cıvıl cıvıl” dedi. Yolu geçti, parka girdi. Çok sevdiği kuşlar, ağaçların bir dalından diğerine uçarak sanki ona“hoş geldin” diyorlardı. Yaşlılık belirtisi olan renk değişimine uğramış, beneklenmiş derisi ve damarları çıkmış elini kaldırarak içindeki çocuğun neşesiyle “hoş buldum” dedi. Yaşam her şeye rağmen çok güzeldi. Az ötede on beş yirmi kadar serçe yere dökülen yemi gagalıyor gibi oldukları yerde bir ileri bir geri sıçrayarak ötüşüyorlardı. Onların önünde kuşların belalısı saksağan duruyordu. Önce anlamadı. Yanlarına biraz daha yaklaştığında saksağanın ağzındaki minik serçeyi gördü. Saksağan başı ile gagasında tuttuğu serçeciği yerden yere vuruyordu. Yaşlı bacaklarına kuvvet gelmesini umarak onlara doğru hamle yaptı. Saksağan ve serçeler kaçmadılar. O yirmi kadar serçe çığlık çığlığa, adeta yalvarırcasına saksağana sesleniyorlardı. İçindeki neşe bir anda bulutlara doğru uçuverdi. Yıllar önce çocuklarının önünde dayak yiyen kadın ve çocuklarının çığlıkları hafızasında yer değiştirdi. Çocuklar korkmuş, hem ağlıyor hem annelerini bırakması için babaları olan adama yalvarıyorlardı. Çocukların gözlerinden dökülen yaşa adam aldırmıyor, kadını hınçla tekmeleyip küfrediyordu.Tıpkı saksağanın diğer serçelere aldırmadığı gibi amacına kilitlenmiş kadını hırpalıyordu. Gözlerinden ılık yaşların yanaklarına doğru süzüldüğünü hissetti.

“Ey hayat biraz merhamet!” diye bağırdı ve o minicik canlıya yardım etmek istedi. Yıllar önceki kadını kurtarmak istercesine saksağana doğru hamle yaptı. Gagasının ucundaki minik canın çoktan uzaklaşmış olduğunu fark etti. O minik serçeye ağladı gözleri, gözyaşlarıyla yıkadı o küçücük masumiyeti. Saksağan cansız serçeyle havalanırken diğer serçecikler  de hala bir umut olduğunu düşünerek saksağanın arkasından çığlıklarla havalandı. Arkalarından öylece bakıp kaldı yaşlı gözlerle. Tıpkı yaşamda çaresiz kalınan anlar gibiydi.

En yakındaki banka çöktü. Ağladı, ağladı… Annelerine ağlayan çocuklar için ağladı, anne için ağladı. Onun minik serçeleri de yıllar sonra uçup gitmişlerdi. Yalnızlığına ağladı. Bir anda ve bir yerde son bulan hayata rağmen başka bir anda ve başka bir yerde diğer hayatlar devam ediyordu. Arkasındaki ağacın dallarında serçeler cıvıldaşıyorlardı. Doğanın müzisyenleri acı ve hüzün dolu bestelerine mutluluk katmadan edemiyorlardı.Tüm yaşananlara içindeki çocuk da ağlıyordu. Onu okşayarak, sevgi ile kuş cıvıltıları arasında bulutların üzerine yerleştirirken, kulağına fısıldadı; “Gerçekle birlikte olmak gerekir”.






 50 

 

dizin    üst    geri    ileri