ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu   







BİRAZ NOTA BİRAZ PASTA, BIRAK GÜLSÜN MONALİZA


Aynada kendine baktı. Yüzü dolgunlaşmış, ikinci bir çene oluşturan gerdanı trabzon işi bir gerdanlık gibi boynuna doğru iniyordu. Saçlarını fırçaladı ve başını geriye atarak savurdu. Saçının telleri parıldayarak, taze çimler üzerine serilen piknik örtüsü gibi omuzlarına dökülürken, bir tutam saç yüzünü okşayarak alnını örttü. Makyaj çantasından çıkardığı fondöteni daha önce krem şanti kıvamında yüzüne sürdüğü kremin üzerine pudra şekeri döker gibi yaydı. Ay gibi yüzü günebakan çiçeklerinin güneşe döndüğü gibi aynaya dönüktü. Siyah göz kalemini gözlerine çekerken gravürlerdeki dilberlerin badem gözlerini çiziyordu. Kendisini beğenme edasıyla tekrar saçlarını savurdu. Saçlarından çıkan rüzgarla mangaldaki odun kömürlerinden bir kıvılcım sıçratarak yanaklarında tutuşmaya başladı. Fırçasının ucuyla yanaklarındaki alevi bir kez daha canlandırdıktan sonra piknik sepeti görünümlü makyaj çantasından çilekli turta tadındaki rujunu çıkararak etli dudaklarıyla bir parça ısırdı. Çilekli turtadan yayılan parçaları dudaklarıyla emdikten sonra diliyle kalanları yaladı. Dayanılmaz bir lezzet almıştı o güzel yüzü. Şimdi çıkmaya hazırdı.

Salondaki masanın üzerinde duran çantasını almaya gittiğinde duvarda asılı duran Botero’nun ‘Monaliza’sına bakmadan edemedi.

- Ne kadar da bana benziyorsun,
dedi gülerek.

Tombul parmaklarını dudaklarına götürerek bir öpücük yolladı. Kırmızı şifon karışımı bluzunu düzelterek salondan çıkarken, kapının koluna takılan bluz caaartt diye yırtılmaz mı! Az önce mangal ateşiyle alevlenen yanakları birden böğürtlenli turta rengini alırken,

- Hassiktirrrr!

Dilden duvarlara, oradan pencerelere çarptı, Küçük bir şangırdamayla pencereler kristal şeker tanecikleri gibi etrafa savruldu. Güzelim çilekli turtanın üzerini kapladı. Duvardaki gülümseyen Monaliza’nın kahkahasını duydu.

- Amaaan dert değil, dedi, Monaliza’ya bakarak.

Gardorabına doğru yürüdü, kapılarını açtı kapadı, tekrar açtı ve askıdaki limon sarısı şifon bluzunu aldı. Aynanın karşısına geçmeden dolaptan buz gibi limonata şişesini çıkarıp bir bardağa doldurdu.. Balkondaki penceresinde duran nane saksısından bir tutam taze nane koparıp limonatasına ekledi. Portakal tadı dudaklarından, limon serinliğinde yudumladı.

Aynanın karşısında pamuk şekeri tadında olan makyajını temizledi. Makyaj çantasından çıkardığı portakal tonlarındaki allık ve ruj ile makyajını yenilerken, üzerindeki limonlu kek güzelliğindeki bluzunu düzeltti. Daha fazla oyalanmadan mantar terliklerini ayağına geçirip dışarı çıktı. Arabasına doğru giderken etrafına yaydığı portakal ve limon çiçeği kokulu parfümün etkisiyle çiftleşen sarı kediler kaçıştı.

- Bir dahaki bahara minnoşlar, diyerek kahkaha attı. Kahkahasından bahçedeki limon ağacından limonlar kedilere doğru yuvarlandı. Birbirlerini unutup limonları yuvarlayarak oynamaya başladılar. Portakal renkli kediler limon sarısına vuruldular.

Arabasının kapısını açıp oturdu. Kakaolu lokum kıvamında lastikler ezildi, erir gibi yere yapıştı sonra tekrar eski şekillerini aldı. Kontağı çevirdi, motor nazlanmadan çalıştı. Vivaldi’nin avcıların kovaladığı ceylanı anlattığı sonbahar konçertosu gibi hızlıca hareket etti. Arkasından portakal kediler, limon oyuncaklarını bırakıp kaçıştılar.

Yeşil elbiseli kadın, papatya saçlı kız çocuğunu çekiştirerek,

- Bak bu son olsun. Bir daha dondurma istemek yok. Yeteri kadar yedin ve üstelik gittikçe kilo alıyorsun. Sonra oyun oynamak için arkadaş bulamayacaksın. Anladın mı beni?

- Hı hıı.

Annesini onaylarken bir taraftan da keyifle sıcaktan erimek üzere olan dondurmasını yalamaktan vazgeçmiyordu.

- Bir dahaki sefere çilekli ve limonlusunu da alabilir miyiz anneciğim?

Kadın, boşuna konuştuğunu anladı. Yüzündeki gölgeler yeşil elbisesinin üzerine düştü. Omuzlarının üzerinden uçan beyaz bir kelebek papatya saçlı kızın başına kondu. Kadın gülümsedi. Kelebek, kadına göz kırparak,

- Yaşamak güzel, dedi ve uçtu.

Yeşil elbiseli kadın kızının elinden tutarak yürümeye devam etti. Büyük bir bahçenin içindeki taş binanın merdivenlerinden çıktılar. Kapıdaki görevliye çantasından çıkardığı biletleri uzattı.

İyi seyirler hanımefendi, küçük hanım, dedi, görevli.

Papatya saçlı kız kıpır kıpır, yerinde duramıyor, yerleştikleri koltukta bir oturup bir kalkıyordu. Önce ışıklar yavaş yavaş söndü, son kalan ışıklar gece uçuşan ateş böcekleri gibi yanıp söndü ve vişneli pastadan yapılmış perdeler açıldı. Küçük kız heyecanla ellerini çırptı. Kocaman şişman beyaz bir kelebek kostümündeki bayan onları selamladı. Papatya saçlı küçük kız saçlarından bir demet papatyayı ona yolladı. Şişman beyaz kelebek ona göz kırptı. Orkestra çukurundan Vivaldi’nin kelebeklerin uçuşu kadar güzel, bahar konçertosu duyuldu. Şişman beyaz kelebek sahnede dans etmeye başladı.

Koltuğunda oturan yaşlı kadın onu sevgi dolu gözlerle izlerken göz pınarlarında biriken bir damla sevinç ve mutluluk gözyaşı yeşil elbisesinin üzerine düştü. Gözyaşından yayılan ışık tüm annelerin yüreğinden çocuklarına yayıldı, sevgiyle kucakladı.



dizin    üst    geri    ileri  

 





 14 

 SÜJE  /  Şeyda Gökoğlu  /  yirmi yedi temmuz iki bin on altı  / 17