DENEME

Şeyda Gökoğlu   







KERPİÇTENDİ EVLERİMİZ


En çok yağmur yağdığında korkardım. Ya evimiz erirse! Anneannem gülerdi. ”Korkma o sadece toprak değil içinde saman var birbirine sıkısıkıya kaynaşmışlar ayrılmazlar” derdi. Yine de korkardım. Ya erirse! Topraktan tuğlalardı sonuçta. Ama hiç erimedi. Yağmurda erimediler, üzerlerine ne yağmurlar yağdı, ıslandılar ama erimediler. Islanınca nasıl da toprak kokardı mis gibi. Eskişehir ovasında dümdüz uzanmış, sanki toprağı kokluyor olurdum. Bütün Eskişehir bizim evimiz olurdu. Sakarya’dan ruhunu alan, yalın, kirlenmemiş, karışmamış, topraklardı onlar. Sadece umutla bir araya getirilmişler, sevgiyle sıra sıra örülmüşlerdi. O yüzden, Eskişehir sevgi doludur, sıcacıktır. Sakarya gibi azimli ve kararlıdır.

Yeni yeni tuğla evler yapılıyordu. İki katlı, üç katlı. Balkonları da vardı ve balkonlarında küpe çiçekleri, hanım şükriyeler dizilirdi renk renk... O evlerin hanımları, daha bir salınarak yürüyordu nedense! Onları hanım Şükriye dedikleri çiçeklere benzetirdim. Yerini severlerse açtıkça açar, yerini sevmezlerse bekle dur ki açsın.

Kerpiç evlerimizin pencere üzerleri genişti. Saksılar için adeta vitrin gibiydiler. Çiçekleriyle yoldan geçenlere gösteri sunmaya hazır pencerelerdi onlar. Evlerin bahçeleri iç kısımda yer aldığından cepheleri yol üzerindedir. Yol boyunca, pencerelerdeki çiçekleri izleye izleye yürürsünüz. O kerpiç evlerin pencereleri büyütür sizi çiçekleriyle. İçiniz daralmışsa yok eder tüm sıkıntılarınızı. Öfke yoktur, açgözlülük yoktur bir parça kendini beğenmişlik ve kıskançlık vardır.Ben senden daha güzel çiçeğim ve daha çok açacağımın ötesinde olmaz, adeta bir yarıştır onların kıskançlıkları.

Anneannemin penceresinde de onbiray çiçekleri sıralanırdı. On bir ay açarlar bir ay dinlenirlerdi. Renk renkti onlar, anneannemim sokağındaki kadınlar gibi... Bu kadınların çoğunun kocaları ölmüştü. Hiçbiri yalnız değil, hiçbiri mutsuz değildi. Hayatı gerisinden yaşamamıştı bu kadınlar. Omuz omuza kocası ve çocuklarıyla birebir hayatın içinde, her kerpicini ördükleri evlerinde. Halime hanım teyze, Zülfiye hanım teyze, Fatma hanım teyze, Nefise hanım teyze ve niceleri...Kimisi bir okulda, kimisi kiremithanede, kimisi penceresinin önünde iğne oyası ve dantelleriyle ekmeklerine ekmek katmışlardır. O kerpiç evlerin güzel çiçeklerinin güzel kadınlarıydı onlar. Nasıl çiçekleri güzel olmasındı bu kadınların?

Sessiz olurdu kerpiç evler. Yaşamlar gizlenmiş içlerinde, kendi çığlıkları kendi içlerinde. Yoldan geçeni rahatsız etmez, aynı sırada yer almış benzerleri gibi uyum içinde. Sadece huzur ve sükûn sunarlardı. Kimi bir ağacın gölgesinde kimi güneşin altında. Yazın serin, kışın sıcacık olurdu yürekler gibi. Çivit mavisi, yeşili, sarısı ile renk renk olurdu her biri. Ayrı ayrı ruhu vardı kerpiç evlerin, köşelerinde saklambaç oynanan, kapılarında içinde büyütüp yaşama kattıkları oğullarından kızlarından veya yakınlarından gelecek mektupları bekleyen mektup gözleri vardı. O evlerde umut vardı. Umutla atılan adımlar vardı. Kerpiç evlerden çıktı adımlar, hayata karıştı. Yağmurun eritemediği kerpiç evleri eritti zaman. Yaşanılan geçmişte kaldı; hanım şükriyeler, onbiray ve küpe çiçekleriyle soldu birer birer renkleri ve çiçekleri.



dizin    üst    geri    ileri  

 



 34 

 SÜJE  /  Şeyda Gökoğlu  / yirmi sekiz temmuz iki bin on beş    11