Evden en son dışarı çıktığımda (ihtiyaç duyduğum birkaç şeyi almak için
yoksa ki başka bir şey için evden çıkmıyordum, benimle olan iletişim
yollarını çoktan tıkamıştı insanlar.) elimde, eski, her tarafı pas
tutmuş, küçük bir teraziyle geri döndüm (sanki tek ihtiyacım buymuş gibi,
yani gerçeği görmem için gerekli olduğunu o zaman anlayamamıştım, sadece
bir yakınlaşma olmuştu aramızda, sonunun nereye varacağını bilmeden
başlamıştı ilişki). Çalışma masamın üzerindeki kağıtlar ve siyah yazan
bir kalem haricindeki her şeyi bir kenara kaldırdım, teraziyi, bir tören
edasıyla, en uygun şekilde masanın üzerine yerleştirdim, sandalyemi çekip
masamın başına oturdum, her şey kendiliğinden oluyordu, bir müdahale söz
konusu değildi, olan bitene karışmaya kimsenin gücü yetmezdi o anda,
elimde kalemim ve ben kara karaydık, yatağıma doğru gerçekleştirdiğim bir
eğilme hareketiyle orada bulunan kağıtlardan aldım ve düşmedim buna
şaşırdım önce ama çabuk geçti şaşkınlığım, kağıtları küçük küçük
parçalara bölmeye başladım, bana ait olduğunu düşündüğüm, sözlüklerdeki
yeri yurdu belli olan ya da sözlüksüz kalmış kelimelerimi teker teker bu
küçük kağıtlara yazarak önümde duran bir kefesinde bir kiloluk ağırlık
bulunan terazinin diğer kefesine yığmaya başladım, ara ara kontrol etmeme
rağmen horozlarda bir hareketlenme olmuyordu, bir yandan deli gibi
kesiyor, yazıyor ve kefeye koyuyordum ama yok horozlarda hiçbir
hareketlenme yok, kefe ağzına kadar dolmuş olmasına rağmen hayır,
olmuyordu işte, yazdıkça sinirlenmeye başlıyordum, kesiyor, yazıyor,
kefeye koyuyor, düşen kağıtları kaldırıp yeniden koyuyordum ama nafile,
bu zaman zarfında o kadar sinirlenmiştim ki birden kahkahalarla gülmeye
başladım, durmadan gülüyordum, duramasam ölecektim belki de, neyse
kendime geldiğimde, masanın üzerinde turan terazinin paramparça olduğunu
gördüm, il-ginçtir, kefenin üzerinde yığılı bulunan kelimelerden biri bile
düşmemişti, hem de...