Cem Nalbant  







Mürekkepten lekeler;

Aynanın karşısındasınız,
Bakıyorsunuz birikenlerinize
ve eksilenlerinize
ne yaşlı denilebilir, deniyor suretinize
ne genç,
ne çocuk,
öyle bir yerde duruyorsunuz ki, kimse zamanınıza erişemiyor.


Kapının eşiğindesiniz
Çıktınız, çıkacaksınız neredeyse,
Denize doğru yürümeyi dilediniz her zaman
Hep iki kişilik yürümek istediniz,
Kar yağdı, yağmur yağdı,
Güneş açtı ve gölgede kaldınız kimi sabahlar
Ve ayaklarınız hep tek kişinin izini bırakarak
Gitti ve döndü,
Ve yalnız soyundu bedeniniz yatağınıza,
Bir düş görmek isterdiniz,
Bitmesin diye bir düş dilerdiniz,
‘ile’ dilerdiniz düşünüzü,
ve ilesiz uyurdunuz,
yatağınız kör, uykunuz lekeli,
gözlerinizde kimsenin göremeyeceği lekeler birikmiş,
bütünü göremiyorsunuz,
bütünü kavrayamıyorsunuz,
bütüne eksilemiyorsunuz,
yalnızken olmuyor,
herkes nereye gitmiş olabilir? 
Bir bardak bu sefer elinizde,
Sudan başka tada alışmadı diliniz, ne güzel!
Kapkara gecede bembeyaz sis birikti ardınızda,
Yanınızda birisi, eli olsa tutulmayacak,
Gözü olsa bakılmayacak,
Dili olsa çoktan kendine susmuş,
Sadece adımlarda birikmiş bir yalnızlık,
Özlediniz, özlüyorsunuz,
Hayal; çok ta fazla uzak değil aslında gelecek zamana…







Bir kapının eşiğinde;

Çıktınız, yaşınız kelimede ifade bulabilseydi keşke,
Oysa bile…
-ki değil…
düşleriniz kanamaya başladı,
ayakta uykunuz ve düşünüz kanla örülü
oysa bile…
-ki değil…
kan bozar düşü… değil mi?


Yanılmayın, yanılmamalısınız,
Her yanılgıdan çıkacak doğrulara yetişemeyeceksiniz artık
Yanıldıysanız, yakmalısınız yazdığınız bütün sayfaları…
Doğrusunun bulunmayacağını bildiğiniz bir yanlışın
Peşinde eskitmeyin geceyi,
Kar yağıyorsa dışarıda,
-ki yağacaktır… mutlak…
adımlarınızı dönüşte bulamayacak kadar uzak yürüyün,
karda iziniz kalacaktır ve kar silecektir izinizi,
sadece yürüyün,
kimse inanmayacaksa,
-ki inanmayacaktır… biliniz…
gölgeniz şahittir, o bilecektir, hem de
kimseyi inandırmak istemeyecek kadar.
Öyleyse gelin çıkalım, gece gece sokağa
Ve atın ilk adımınızı,
gölgeniz iz bırakmaz, merak etmeyin…







Siyah maviye dönerken;

İlk adımınızdı, hayalle birikmiş, kan bulaşmamış bir rüyadan artmış,
kapkara duvar, kapkara zemin, kapkaraydı pencereler bile,
ne attığınız adımı görebiliyor, ne dışarıya taşabiliyordunuz,
yanınızda insanlarla biriktiğiniz, tanrı katından kovulduğunuz sınırdı,
hiç görmediniz kapkaralığı, kar gibi değildi gerçekte,
ama zaten mevsimlere taşmaya değil, güne birikmeye gelmiştiniz
ve renginizin berraklığına taşımış ve taşınmıştınız.


Bitti yolculuğunuz ve uyandınız sabahın maviliğine,
baharda yaza taşınmış bir mavilikle karşılaştınız,
yalnız olduğunuzu anladığınızda ilk defa demli içtiniz çayı
ve şekersiz,
korktunuz bu durumdan,
herkes kadar sert değildiniz,
ne de kar kadar yumuşak,
suya benzediğinizi, adımınızı suyun üzerinde taşımayı
öğrenmeniz gerektiğini anladınız ve bir daha asla demli ve şekersiz
içmediniz çayınızı, sizin tadınız başka bir dudakta birikerek
dokunmuştu teninize ve ne çelikten ne kardan insandınız artık,
sudan insan olmuştunuz ve taşacağınız kabı inşaa etmeyi karar vermiştiniz.


Önce öğrenmeliydiniz insanlara inanmayı
Ve öğrenmeliydiniz insanların size nasıl inanacağını
Hayalden çorbanın sadece tuzunu taşımalıydınız cebinizde
-ki çorba topraktan ve insandan pişebilsindi.
Tuzunuz cebinizde, evinizin yolunu tutmuştunuz,
suya ihanet etmeden, dudaklarınızın ıslaklığından akan
kelimelerle.


Giderken bıraktığınız izi silecek o kadar kar yağmıştı siz yokken
iz bırakıp bırakmadığınızdan emin olamadınız bile,
önünüze ve arkanıza baktınız,
sağınıza ve solunuza,
durdunuz, ve yönünüzü suyun aktığı istikamete çevirdiniz
çünkü biliyordunuz;
su da iz tutmazdı...  







İki kapı arasında;

Ellerinizin rengi, gözlerinizin rengi,
kapıdan arttı ve iki kişilik çoğaldı duvarlarda, yerde
iki kişilik adımlar söz aldı,
söz aldı ve durup dururken nefes verdi,
bir kapı kapandı, en yakın hanenizdi düşe,
bir kapı açıldı, düş olsun artık diye,
gözlerinizde ki hayal perdesi açıldı,
ilk defa dünyayı olduğundan farklı hayal ettiniz
ve hayal ettiğinize adım attınız,
yanınızda, yakınınızda inandığınız, inanan insanlar
ve sağınızda
ve solunuzda gözlerinin perdesi kalkmamış insanlar
korktunuz, acaba gerçekten sadece hayal ettiğinizle mi yaşamalıydınız
que sera sera


tanrıya inansaydınız, tanrı katından sanırdınız,
tanrı katından kovulmuş yalnızlardınız,
iki (kaç) kişiydiniz, ne çok düşe birikmiş
ne de çok düş biriktirmiştiniz,
kırıntılarla yaşamayı da bilirdiniz,
bütün bütüne kalabalık bir masadan kalkmayı da,
-zamanı geldiğinde...
sihirli ellerdi, tutmak istediniz,
sihir gibiydi eller, tutamadınız,
düşe yattınız, kabusa uyandınız,
düşten kabusa taştınız, şaşırmadınız...
-ne komik, dediniz
duymadılar, duysunlar istediniz,
duyuramadınız, iki sesten biri hep size emanet edildi,
taşımayı öğrenmeliydiniz.


Kilitten çıkan sır,
geceleri, hayyam, tanpınar ve hidayet,
gündüzleri, batur batur batur’dunuz,
ne çok pınardan bir pınar...
ne çok duygudan bir duygu...
gibi sananlara inat gördünüz kabusu ve düşü,
kapınıza dayanan, kapınızı çalan ve kapınızdan kaçanlar arasında-
n kaçtınız, bir küçücük kıpkırmızı odanın hayalinde kapkara uyuyup
apaydınlık uyandınız,
çok sürmeyeceğini bile bile, her gün kapı, bir gün kilit,
kilitten çıktı sır, kapıda hep iki kişi...
kaçak elektrik, taşıma su,
taşımasuyladeğirmendöndürdünüz... değirmen öğürmedi,
ne kayıp...


sil baştan defterler açtınız...
kitaplara dadandınız, gece gece pencere kırıklarından üşüyüp,
güne korkuyla başladınız, akıyordu sıcak,
akıyordu buz gibi soğuk, teniniz, eliniz, üşüyordu,
hep başka yerleriniz terliyordu,
terden uyanıp, soğuktan boğuluyordunuz,
kapkara gündüzlere yalnız uyanıp,
bembeyaz gecelerde alçıdan el biriktiriyordunuz, duvarlar
-ın gebeliği ellerinize doğuruyor, adımlarınızda
kahve telvesi ve köpük köpük umut, korku ve aşk taşırıyordunuz,
hiç uyuyamadan hep uyanıyordunuz, uyuyor sanılıyordunuz...


Opera çığlıkları, sessizlikleri, korkuları, hırsızlıkları
abdullah efendinin rüyaları,
tahsin özgür’ün ölümü ve oksijen uykusundan uyanan adam,
tek parça 
aklınızda, elinizde ve sesinizde, kadehinize dolan şarapta
ve akıttığınız kanda, kapkaralığını renkle ördüğünüz o duvarlarda,
hep biriktiniz, iki (kaç) kişi taştınız, erken taşanlar oldu yanınızdan,
günün doğacağını bilmeden, bilemeden, uykudan uyananlar,
düşe inanmayanlar, inanamayanlar,
inanamamalarının sebebini siz bilenler, ik(z)inizi biriniz, birinizi
ve sessizliğinizi ve maalesef seslerinizi, siz bilip gidenler...
terk edilen gecenin sahipsiz bir güne uyanmasının ne kadar zor olduğunu
bildiniz, söylediniz, çok sonra söylediniz, çok sonraki zamana kadar
kendi kelimelerinize biriktiniz, okunmadınız,
okunursam bir gün, belki dediniz, dediklerinizin izinde
kayboluşu yaşadınız...kaybolamadan, hep bulunarak
kaybolabilmeye inandınız...


Siyah kere siyah,
Mavi kere mavi
Kırmızı kere kırmızı,
yol kere yoldunuz
devlet kere devlet...
ayrı ayrı rüyalar, ayrı ayrı gecelerle tanışmaya başladınız,
ülkelerden ve şehirlerden haberlere kulak kabarttınız,
mektuplara, seslere inandınız,
suretine yabancılaştınız umudun...
zaman hep geçiyordu, bunu herkes biliyordu
siz anlayamıyordunuz...
ve anladığınızı sandığınız gece...
bir yıldan diğerine taşarken zaman
siz de taşıyordunuz, tek kişilik kalabalıklığa...
artık hep yalnızdınız...
önce anlayamadınız, sonra kızdınız,
içkilerden ve sigaralardan
yanı dumanlardan dumanlardan dumanlardan arttınız
ve yalnızlığa inandınız...
umut yoktu artık, her şey değişebilirdi ve herkes gidebilirdi,
siz kalmak zorundaydınız,
kalakaldınız...


kararsız bir melodinin peşinde
sonrasında ne olacağını bilmeden,
diri diri yanan bir ses kulağınızda biriken,
adımlarınızı saymamaya, yediklerinizle doymamaya başladınız,
beklediniz, gidemeyeceğinizi biliyordunuz,
kırılmıştı en hassas yerinden cesaretiniz,
kırılmıştı en kalın yerinden umudunuz,
ses durmadan durmadan durmadan
ses...


elinizde mürekkep lekeleri, sayfalarınız bomboş,
elleriniz ne kadar kirlense de, yoktu ortada kirden artan bir şey,
sırılsıklamdı yağmur, siz kupkuru, yalandan yaşlar taşıyordunuz
yalandan taşlar bir de, cebinizde,
oysa ne yaş ne de taş vardı elinizde,
sadece mürekkepten lekeler, ve
sızdırıyordu kaleminiz en koyu mürekkebini
geleceğinize...



dizin    üst    geri    ileri  

 



 24 

 SÜJE  /  Cem Nalbant  /  yirmi şubat iki bin on dört     2