“Anneannemi kaybettik”
yazıyor telefonun ekranında
kaybolmayı istedim o an.
Hatıralarımdaki ilk kayıp hikâyesi geldi aklıma
doğuya doğru küçük bir kasabada
bir çocuğun kayboluşu.
Adını bile hatırlamıyorum.
Arka sokaktaydı evleri
henüz beş yaşlarında
Bebiş’ti lakabı
adı boyuna uzun gelmiş olacak ki
öyle çağırırdı herkes onu.
Sonra bulundu öğle sonrası yaz sıcağında
çarşının tek kaldırımında
bir kamyon çarpmıştı.
Ve ayağının tekinde terlikte yoktu artık.
Freni tutmayan devasa araç onu görememişti
ya da o kamyonun kırmızısına dokunmak
istemişti küçük elleriyle.
Küçük bir tabut küçük bir mezardı
bahtına düşen. Kaderin cilvesi de deniyordu
böyle durumlar için.
Kayıp bir çocuktu artık.
İçimde ağlayan tüm çocuklar için ağlamak istedim
bu sabah balkonda esen sabah rüzgârında.
Kaybolmayı başarabilmişler için
söylenecek ne var ki
suskun ve çatlak dudaklarda..
Darbeler sonrası kaybolan tüm küçük ve büyük
çocukların ülkesinde yaşıyorduk
kaybolmamamız için sımsıkı tutuyordu ellerimizden
anne ve babalarımız
Bense her gün kaybolmayı bekliyordum
dantelli perdeli pencereden bakarken
sokaklar hep ıssızdı kavurucu bozkırın göğünün altında.
Gittiğim her şehrin dar sokaklarında
tarihin labirentlerinde kaybolmayı aradım.
Bulduğum sadece fotoğraf karelerinde kaldı.
Gün ışığı rengi duvarların boyu izlediğim
gözlerimde kaldı.
Kaybolmayı dilerken dünyayı, dönüşünü
hissettim mi, unuttum.
Atmosfere doğru yükselttim başımı
ciğerlerimin alev almasını bekliyorum.
Kayıp bir çocuk tanımıştım eskiden
adı neydi unuttum..
Şimdi aynı mezarda kaybolacakların yasını tuttum.