“kimin kime
yaşamasını bir hayvan gibi sunduğu
geri almadan sunduğu" dağlarca
“her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı" ece ayhan
“kim başının üstünde yürür, o aslında, kendi altında
gökyüzüne sahiptir, uçurum olarak" paul celan
dilin,
sözcüklerin, harflerin, sürekli eylemi, oluş hali: şiir.
toplama, bütüne, genele, dizgeye ve her türden majör duruma dahil
olmamanın, marjlarda gezinse de dışarda kalmanın, yersiz yurtsuzluğun
minör dili : şiir.
içinde doğduğu, oluştuğu toplamın, o toplamın dilinin, o dilin
yasalarının, kültürel sanatsal dizgenin, sürekli bir imha ile yapıbozuma
uğratıldığı o yer. işte oradan o majör olanın içinden majöre rağmen
oluşan bir kopuş olarak oluşmanın dili: minör edebiyat ve minör dili
şiirin.
her yazı ve edebiyat pratiği, bir kopuş pratiği olarak da görülebilmeli.
makro mikro iktidarların durağan, majör yapısından, dans eden
sözcüklerle, tekilliklere, minöre geçişteki pratiğin dili.
edebiyatın, sanatın, şiirin dilini, majör dilin tahakkümcü yapısından
ayrıştıran, tekilliklerin ve öznelliklerin minör yapısında buluşturan
karnavalesk bir kopuş pratiğinden bahsediyorum. buluşmanın, ortaklaşmanın
değerlerinden… derdimizi, meramımızı, hal ve gidişimizi ifade
araçlarından …
edebiyat, sanat ve yaşamı birbirinden ayrı düşünebilir miyiz, peki ?
asla.
edebiyatın, sanatın, diğer tüm disiplinlerle -tarih, politika, felsefe,
sosyoloji vs.- ilişkisi, geçişliliği olduğunu ve bu nedenle de kendini
sadece sanat edebiyat literatürüyle sınırlayan bir sayfa faaliyetinden
öteye geçemeyen bir pratik oluşturmanın yerine, hayatın içinden
itirazları barındıran, her daim, sokağın vicdanı değil, kara vicdanı
olabilen, yaşamsal bir resti, jesti ve ironisi olan, hafızamıza ve
algımıza durmadan tecavüz etmekle meşgul makro mikro iktidarların
tahakküm ilişkilerinden uzak bir etik duruşu inşa etmeye çalışan,
özgürlükçü bir direniş kültürü, bir direniş hafızası oluşturmak gibi bir
derdi, meramı olan kolektif bir yapı, bir yerden söz ediyorum.
hayatın, sokağın, dışında steril mistifike ve ayrıcalıklı konumuyla
varlığını sürdüren bir edebiyat -sanattan değil, hayatın içinde, yaşayan,
nefes alan bir yapı, bir oluşumdan…
her türden iktidarın ve linç kültürünün, ötekileştirmenin, savaşın,
tecavüzün mağduru olan çocukların, kadınların, varlığı inkar edilenlerin,
üstü çizilmişlerin, kağıtsızların, temsil edilmeyenlerin sesi olabilecek
bir sanat, edebiyat pratiğinden…
neoliberal sistemin bir eseri olarak, edebiyatın, sanatın tekelleşmesiyle
birlikte kültür endüstrisinin bir nesnesi haline getirilen, edebiyattan,
sanattan, şiirden, herkesin bir fiyatı olduğu star sisteminden, bir marka
haline gelen yazarlardan, şairlerden, tekellerden sermayeden, bağımsız
bir pratikten…
edebiyatçı, sanatçı, yazar, şair kimlikleri üzerinden biçimlenen, makro,
mikro iktidar ilişkilerinin meşruiyetinin sorgulandığı, tahakküm
ilişkilerinden bağımsız bir sanat - edebiyatı oluşturabilmemizin
imkanından…
her türden makro, mikro iktidara, iktidarlaşmaya ve tüm kurumsallığa
karşı, yıkıma önce kendinden başlayan ve kendi kendini de yıkan bir
özgürleşme pratiği…
bilginin iktidarına karşı, yatay ilişkiler üzerinden kendini var eden ve
bilginin eşitlikçi dağılımını ve paylaşımını sağlayıcı mekanizmalar
oluşturmayı amaçlayan…
her zaman doğruyu, doğruları söylemenin ve steril kalmanın peşine düşüp
bir şey yapmayarak hayatı ıskalayan bir anlayışın yerine yanlış da olsa
bir pratik oluşturmayı deneyen hem yapan hem söyleyen hayatla hemhal olan
hayatın içinden bir itirazı örgütleyen doğruluğunun ve yanlışlığının
muhasebesini ise tarihe bırakan…
kendini deneyimleyen, empati kurabilen, eğilip bükülebilen, katlanıp
taşınabilen, yersiz yurtsuz, yatay ilişkilere açık, her yerde duruşunu
yitirmeyen...
ötekileştirici, tekçi, türcü, cinsiyetçi, insan merkezci söylemlerin
karşısında duran ve kendi içinde bu söylemlerin meşrulaşmasına izin
vermeyen…
kimlik siyasetine ve diline hapsolmadan, iktidarlarca ezilen, sömürülen,
ötekileştirilen, yok sayılan tüm kimliklerin yanında yer alan, insan
merkezli bir bakışla doğayı, diğer canlılar üzerinde bir tahakküm alanına
çevirmeyen bir pratikten, bir özgürleşme deneyiminden…
pratiği oluşturanların, poetik, politik, tüm tekil duruşları ve
öznellikleriyle biraradalığını savunan ve yaşatan bir yerin, bir yapının
oluşumundan söz ediyoruz.
bir sanat edebiyat pratiği, bir boşluğa doğar ve bu bağlamda da kendinden
önceki pratiklerden bir ayrıştırmayı gerektirir. bu pratiği oluşturan
özneler için de geçerli. çok açık bir durumdur ki pratik içinde yer alan
ya da alacakların, daha önceki pratikleriyle verili sanat edebiyat
pratikleri içindeki yerleri konumları vs. ile hesaplaşmaları sonucunda,
oluşturmaya çalıştığımız bağımsız yapı içerisinde yer alabilecekleri
noktası. önemli bir kırılma noktasından…
bizleri buluşturan, ortaklaştıran değerler neler olmalı. hangi değerler
etrafında biçimlenen bir etik duruşumuz olmalı sorusunu herkes kendine
sormamalı mı?…
özgürlük mü… hiçbir zaman bir vaatler toplamı ve mutabakat ile elde
edilecek bir şey olmamıştır ve olamaz da. özgürlüğe giden yoldaki
tıkanma, iktidarlarla çatışmaların ve sınır çarpışmaları anındaki
karşılaşmaların oluşturduğu bir direniş kültürüyle açılabilir. bu da
öncelikle düş gücünün harekete geçirilmesi ve şiirsel bir dille
mümkündür. bu dilin kullanılmaya başlanması ile hayatın özneleriyle
karşılaşmanın, aydınlar, sanatçılar, edebiyatçılar arasındaki sahte
duvarların yıkılması ve özgürlükçü bir buluşmanın da yolu
açılabilecektir.
itaat kültürünün eseri olan itaatin ve mutabakatın yerine çatışarak,
çarpışarak, ortaklaşmanın ve bir yerde buluşmanın dili. direniş hafızası
oluşturmanın dili ile.
şunu belirtmeliyiz ki tüm duvarlar yıkılmak içindir. her duvar bir
ötekileştirme ve iktidar ilişkisidir. işte bu yüzden tüm duvarlar
yıkılmalıdır. içimizdeki ve dışımızdakiler de. iktidarların bize ördüğü
duvarları yıkmak yetmiyor ne yazık ki. aklımızda, hayalimizde karakollar
kuran tüm duvarları da… ancak bir farkla ve hafızaya selamla. bu ülkede
ve tüm dünyada bazı duvarların bir hafızası vardır. ki unutmadık. o
duvarlarda bir tarih yazılıyordu. sloganlarla. bir direniş tarihi. tüm
yanlışlığı ve eksikliğiyle bir deneyim, bir ütopya…
gelelim duvarların, özgürleşmenin hala bir imkanı olduğu yere. varoş
çocuklarının kolları ve hafızası façalı, şehrin kötü çocuklarının,
sistemle yaralanmışların, öfkelerini, hayallerini aşklarını
çiziktirdikleri, grafitilerin, aforizmaların ve öylesine kurşunkalem
yazıların daha çok da kentli gözlerimizin estetiğinin bozulduğu yere.
sokağın, yeraltının kalbine…
her türden mülkiyete ve iktidarına karşı çıkan ve mülkiyet ilişkilerini
ve meşruiyetini sorgulayan ve reddeden bir pratik…
edebiyata, sanata, şiire hiza vermekle yükümlü, kültür endüstrisinin
gönüllü, gönülsüz itaatkar kullarının, editörlerin, genel yayın
yönetmenlerinin, yayın kurullarının, bağımsız eleştiriden uzaklaşan şiir
ve edebiyat levazımatçısı köşe yazarlarının, biat kültürünün, ensest
ilişkilerin meşrulaştığı ödül jürilerinin uzağında bir pratik…
kültür endüstrisinin sürekliliğini sağlamakla yükümlü, ilgili kurumların
sıradan ve organik bir bileşeni haline gelen eleştirmenlerin elinde
öznesini yitiren, kültürel ve sanatsal ortamdan sessizce çekilip giden
eleştirinin ve temsilcilerinin dışında bir eleştirel pratik…
şiiri, edebiyatı sanatı, hayatından, sokağından koparan, tanımlara,
steril formlara ve sayfa faaliyetine indirgeyen, kültür endüstrisinin
içinde yer alan makro, mikro iktidarların meşruiyetini sağlamakla yükümlü
a dan z ye tüm pratiklerle…