POETİK METİN

Sabahattin Umutlu   







şiir için manifesto :

şiir, bir sayfa faaliyeti değildir

“kimin kime yaşamasını bir hayvan gibi sunduğu
geri almadan sunduğu"
dağlarca

“her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı"
ece ayhan

“kim başının üstünde yürür, o aslında, kendi altında
gökyüzüne sahiptir, uçurum olarak"
paul celan

dilin, sözcüklerin, harflerin, sürekli eylemi, oluş hali: şiir.

toplama, bütüne, genele, dizgeye ve her türden majör duruma dahil olmamanın, marjlarda gezinse de dışarda kalmanın, yersiz yurtsuzluğun minör dili : şiir.

içinde doğduğu, oluştuğu toplamın, o toplamın dilinin, o dilin yasalarının, kültürel sanatsal dizgenin, sürekli bir imha ile yapıbozuma uğratıldığı o yer. işte oradan o majör olanın içinden majöre rağmen oluşan bir kopuş olarak oluşmanın dili: minör edebiyat ve minör dili şiirin.

her yazı ve edebiyat pratiği, bir kopuş pratiği olarak da görülebilmeli. makro mikro iktidarların durağan, majör yapısından, dans eden sözcüklerle, tekilliklere, minöre geçişteki pratiğin dili.

edebiyatın, sanatın, şiirin dilini, majör dilin tahakkümcü yapısından ayrıştıran, tekilliklerin ve öznelliklerin minör yapısında buluşturan karnavalesk bir kopuş pratiğinden bahsediyorum. buluşmanın, ortaklaşmanın değerlerinden… derdimizi, meramımızı, hal ve gidişimizi ifade araçlarından …

edebiyat, sanat ve yaşamı birbirinden ayrı düşünebilir miyiz, peki ? asla.

edebiyatın, sanatın, diğer tüm disiplinlerle -tarih, politika, felsefe, sosyoloji vs.- ilişkisi, geçişliliği olduğunu ve bu nedenle de kendini sadece sanat edebiyat literatürüyle sınırlayan bir sayfa faaliyetinden öteye geçemeyen bir pratik oluşturmanın yerine, hayatın içinden itirazları barındıran, her daim, sokağın vicdanı değil, kara vicdanı olabilen, yaşamsal bir resti, jesti ve ironisi olan, hafızamıza ve algımıza durmadan tecavüz etmekle meşgul makro mikro iktidarların tahakküm ilişkilerinden uzak bir etik duruşu inşa etmeye çalışan, özgürlükçü bir direniş kültürü, bir direniş hafızası oluşturmak gibi bir derdi, meramı olan kolektif bir yapı, bir yerden söz ediyorum.

hayatın, sokağın, dışında steril mistifike ve ayrıcalıklı konumuyla varlığını sürdüren bir edebiyat -sanattan değil, hayatın içinde, yaşayan, nefes alan bir yapı, bir oluşumdan…

her türden iktidarın ve linç kültürünün, ötekileştirmenin, savaşın, tecavüzün mağduru olan çocukların, kadınların, varlığı inkar edilenlerin, üstü çizilmişlerin, kağıtsızların, temsil edilmeyenlerin sesi olabilecek bir sanat, edebiyat pratiğinden…

neoliberal sistemin bir eseri olarak, edebiyatın, sanatın tekelleşmesiyle birlikte kültür endüstrisinin bir nesnesi haline getirilen, edebiyattan, sanattan, şiirden, herkesin bir fiyatı olduğu star sisteminden, bir marka haline gelen yazarlardan, şairlerden, tekellerden sermayeden, bağımsız bir pratikten…

edebiyatçı, sanatçı, yazar, şair kimlikleri üzerinden biçimlenen, makro, mikro iktidar ilişkilerinin meşruiyetinin sorgulandığı, tahakküm ilişkilerinden bağımsız bir sanat - edebiyatı oluşturabilmemizin imkanından…

her türden makro, mikro iktidara, iktidarlaşmaya ve tüm kurumsallığa karşı, yıkıma önce kendinden başlayan ve kendi kendini de yıkan bir özgürleşme pratiği…

bilginin iktidarına karşı, yatay ilişkiler üzerinden kendini var eden ve bilginin eşitlikçi dağılımını ve paylaşımını sağlayıcı mekanizmalar oluşturmayı amaçlayan…

her zaman doğruyu, doğruları söylemenin ve steril kalmanın peşine düşüp bir şey yapmayarak hayatı ıskalayan bir anlayışın yerine yanlış da olsa bir pratik oluşturmayı deneyen hem yapan hem söyleyen hayatla hemhal olan hayatın içinden bir itirazı örgütleyen doğruluğunun ve yanlışlığının muhasebesini ise tarihe bırakan…

kendini deneyimleyen, empati kurabilen, eğilip bükülebilen, katlanıp taşınabilen, yersiz yurtsuz, yatay ilişkilere açık, her yerde duruşunu yitirmeyen...

ötekileştirici, tekçi, türcü, cinsiyetçi, insan merkezci söylemlerin karşısında duran ve kendi içinde bu söylemlerin meşrulaşmasına izin vermeyen…

kimlik siyasetine ve diline hapsolmadan, iktidarlarca ezilen, sömürülen, ötekileştirilen, yok sayılan tüm kimliklerin yanında yer alan, insan merkezli bir bakışla doğayı, diğer canlılar üzerinde bir tahakküm alanına çevirmeyen bir pratikten, bir özgürleşme deneyiminden…

pratiği oluşturanların, poetik, politik, tüm tekil duruşları ve öznellikleriyle biraradalığını savunan ve yaşatan bir yerin, bir yapının oluşumundan söz ediyoruz.

bir sanat edebiyat pratiği, bir boşluğa doğar ve bu bağlamda da kendinden önceki pratiklerden bir ayrıştırmayı gerektirir. bu pratiği oluşturan özneler için de geçerli. çok açık bir durumdur ki pratik içinde yer alan ya da alacakların, daha önceki pratikleriyle verili sanat edebiyat pratikleri içindeki yerleri konumları vs. ile hesaplaşmaları sonucunda, oluşturmaya çalıştığımız bağımsız yapı içerisinde yer alabilecekleri noktası. önemli bir kırılma noktasından…

bizleri buluşturan, ortaklaştıran değerler neler olmalı. hangi değerler etrafında biçimlenen bir etik duruşumuz olmalı sorusunu herkes kendine sormamalı mı?…

özgürlük mü… hiçbir zaman bir vaatler toplamı ve mutabakat ile elde edilecek bir şey olmamıştır ve olamaz da. özgürlüğe giden yoldaki tıkanma, iktidarlarla çatışmaların ve sınır çarpışmaları anındaki karşılaşmaların oluşturduğu bir direniş kültürüyle açılabilir. bu da öncelikle düş gücünün harekete geçirilmesi ve şiirsel bir dille mümkündür. bu dilin kullanılmaya başlanması ile hayatın özneleriyle karşılaşmanın, aydınlar, sanatçılar, edebiyatçılar arasındaki sahte duvarların yıkılması ve özgürlükçü bir buluşmanın da yolu açılabilecektir.

itaat kültürünün eseri olan itaatin ve mutabakatın yerine çatışarak, çarpışarak, ortaklaşmanın ve bir yerde buluşmanın dili. direniş hafızası oluşturmanın dili ile.

şunu belirtmeliyiz ki tüm duvarlar yıkılmak içindir. her duvar bir ötekileştirme ve iktidar ilişkisidir. işte bu yüzden tüm duvarlar yıkılmalıdır. içimizdeki ve dışımızdakiler de. iktidarların bize ördüğü duvarları yıkmak yetmiyor ne yazık ki. aklımızda, hayalimizde karakollar kuran tüm duvarları da… ancak bir farkla ve hafızaya selamla. bu ülkede ve tüm dünyada bazı duvarların bir hafızası vardır. ki unutmadık. o duvarlarda bir tarih yazılıyordu. sloganlarla. bir direniş tarihi. tüm yanlışlığı ve eksikliğiyle bir deneyim, bir ütopya…

gelelim duvarların, özgürleşmenin hala bir imkanı olduğu yere. varoş çocuklarının kolları ve hafızası façalı, şehrin kötü çocuklarının, sistemle yaralanmışların, öfkelerini, hayallerini aşklarını çiziktirdikleri, grafitilerin, aforizmaların ve öylesine kurşunkalem yazıların daha çok da kentli gözlerimizin estetiğinin bozulduğu yere. sokağın, yeraltının kalbine…

her türden mülkiyete ve iktidarına karşı çıkan ve mülkiyet ilişkilerini ve meşruiyetini sorgulayan ve reddeden bir pratik…

edebiyata, sanata, şiire hiza vermekle yükümlü, kültür endüstrisinin gönüllü, gönülsüz itaatkar kullarının, editörlerin, genel yayın yönetmenlerinin, yayın kurullarının, bağımsız eleştiriden uzaklaşan şiir ve edebiyat levazımatçısı köşe yazarlarının, biat kültürünün, ensest ilişkilerin meşrulaştığı ödül jürilerinin uzağında bir pratik…

kültür endüstrisinin sürekliliğini sağlamakla yükümlü, ilgili kurumların sıradan ve organik bir bileşeni haline gelen eleştirmenlerin elinde öznesini yitiren, kültürel ve sanatsal ortamdan sessizce çekilip giden eleştirinin ve temsilcilerinin dışında bir eleştirel pratik…

şiiri, edebiyatı sanatı, hayatından, sokağından koparan, tanımlara, steril formlara ve sayfa faaliyetine indirgeyen, kültür endüstrisinin içinde yer alan makro, mikro iktidarların meşruiyetini sağlamakla yükümlü a dan z ye tüm pratiklerle…

hesaplaşmayacak mıyız?...

elbet…


dizin    üst    geri    ileri  




  4  

 SÜJE  /  otuz ikinci sayı