Hiçbir şey birdenbire olmadı. Elmalar nasıl yavaş yavaş çürür ama
dışından renk vermezse o evin eşyaları da tek tek çürümeye başlamıştı.
İlk önce, yıllardır sayısız insanın yükünü taşıyan sandalye yıpranmaya ve
boyaları aşınmaya başladı. Bir bacağı kopunca onu arka taraftaki balkona
kaldırdılar. Nasıl olsa evin arkada kalan balkonunu kimse görmüyordu.
Önemli olan ön balkonun güzelliğiydi. Böylece sandalye günlerce güneşin
altında tek başına kalakaldı.
Yaşam suyu çekilen ve saksılarda unutulan çiçeklerden geriye kuru bir dal
kalınca tutup saksıları da bacağı kopan sandalyenin yanına bıraktılar.
Sonra bidonlar boşaldı mutfakta ve onlarda balkona taşındı. Adamın
kravatı, gömleği, çorapları; bebeğin patiği, kadının gelin çiçeği,
yaşlanan kedi eskisi de balkona taşındı. Zamanla işlevsiz kalmış eşyalar
tek tek arka balkonda unutuldu. Bütün eşyalar üst üste yığılarak,
günlerce tozlara bulanarak yan yana çürüdü.
Sesler geliyor yukarıdan, birbirine karışan ve tınıları değişen sesler.
Zamanla bu sesleri ayırt etmeye başladık. Kavgaların ne zaman
alevlendiğini, ne zaman çabucak sönen kızgınlıklar olduğunu anlayıverdik
en çok da gece yarısı başlayan ve bebek seslerine karışan karışık
sesleri. Yukarıdakiler, keseli sıçanlar gibi gece yarısı başlarlar
birbirlerini yemeye. Gece yarısı yapılan muhasebe sabaha taşınır ve
günlerce sürer tantana. Bahçeye birkaç gündür elma atmaya başladılar,
elmanın çürümüş kısımları bıçak ile soyulmuş fakat çürük olmayan kısmı
bulunamayınca elmalar bütünüyle tek tek atıldı. Artık bir bıçak
darbesiyle ya hemen anlıyorlardı elmanın çürük olduğunu ya da en baştan
umutlarını yitirip atıyorlardı elmaları ve böylece yere atılan elmalar
her gün artıyordu. Çürümüş elma kokusu önce bütün apartmanı sardı, sonra
boşlukları kaplayarak yandaki binalara kadar ulaştı.
Sonra bir gün adamın çorapları düştü bahçeye. Çoraplardan biri “Yoruldum
artık bu iri insan bedeninden, hiç güzel günlerim olmadı, eskisi gibi
gezmeye de gitmezler anca birbirlerini didiklerler.” dedi. Diğer çorap,
“Al benden de o kadar. Hayattan vazgeçmiş, sanki yürüyen gölge gibi, hiç
gülmez mi bu adam?” diye sordu diğer tekine.
Çorapların dedikodusu yeni bitmişti ki adamın kravatı düştü bahçeye. Bu
sefer o söylenmeye başladı. “Bıktım bu adamdan, patronuna küfredip durur
ama onu görünce beni daha çok çekiştirir, boğar kendisini sanki.
Arkasından konuştuğu patronun karşısında nasıl ter döktüğünü iyi bilirim.
Sakardır ayrıca, geçen çorba kâsesinin içinde kavruldum, insanların
gülmesi de cabası... Kumarbaz herif! Daha gizlediğin birçok şeyi
biliyorum ama söylemeyeceğim.”
Kravattan kurtulduk diye sevinirken adamın gömleği düştü bahçeye, daha
önce düşenlerin üstüne ve çürümüş elma kokularının arasından bağırmaya
başladı. “Bakın, ben bu adamı evlendiğinden beri tanıyorum; cimri bu
herif, yeni kıyafet almaya pek yanaşmaz, hele bebek doğduktan sonra daha
fena oldu, eli cebine hiç gitmez.”
Bebeğin patiği düştü bahçenin ortasına, elma kokularının ve bağrışların
arasından cılız bir ses yükseldi. “Asıl rengim mavi ama mavinin içinden
geçen beyaz iplerim var benim. Daha ben dünyaya gelmeden babaannem, yeni
umutlarla iplerimi dokudu. Babaannem dediğime bakmayın, bebeğin yüzünü
görünce onun olan her şey benimde oldu sanki. Bu nedenle her ilmiğimde
babaannemin bir duası saklıdır. Evliliğin düzeni, gelinin para tutkusu ve
oğlunun umursamazlığı ile ilgili dualardı bunlar. Ağlıyorum, ağlayacağım
da ama ne tahammülleri var nede sevinçleri. Geleceği görmek çok da zor
değil, bir patik dünyayı kurtarmaya yetmeyecek, bunu anlayınca kendi
isteğimle atladım, yani biraz sizlerden farklıyım, benimki biraz isyan
gibi.”
Kadının gelin çiçeği düştü, beyaz tülün arasından pembe ve mor çiçekler
toprağa serildi. “Durum vahim! Hem de çok. Kadın yıllardır temizlik
yapar, beni koruyup kollardı ama artık gözü bir şey görmüyor. Oysa
evlenecekleri sırada beni kendi elleriyle özenerek seçmişti. Beni balkona
atalı bir hafta oluyor. Bir haftada bile ne kadar yıprandım. Eşyalar
balkonda arttıkça rüzgâra yenik düştüm ve kendimi yanınızda buldum.”
Kadının gelin çiçeğinden sonra büyük bir gürültüyle kedi eskisi düştü
balkondan. Konuşma sırası ondaydı. “Tüylerim dökülmeye başladı, eğer beni
okşayan birileri olsaydı tüylerim dökülmezdi, yaşlanmış ve asık suratlı
görünmezdim. Gözlerinin önünde gün gün sevgisizlikten eridim. Bazen
koltukların altına saklanırdım, saatlerce beni bulsunlar diye beklerdim
ama gelen, giden yoktu. Ne şaklabanlıklar yaptım da beni fark eden
olmadı. Kadında, zamanla temizlik hastalığı başladı. Sanki balkon eve
dâhil değilmiş gibi tuttu benim tüylerimden yakınmaya başladı. En
sonunda, onların söylemiyle bu asık suratlı, yaşlı gözüken kedi eskisine
balkonun yolu göründü. Günlerce aç susuz bekledim, içeri alırlar diye ama
ne gelen oldu ne giden. Bu kedi eskisinin artık sokak kedilerine karışma
zamanı geldi yoksa açlıktan öleceğim. Yani balkondan düşmedim, kendi
isteğimle atladım.”
Kedi eskisinin sözü yeni bitmişti ki birde baktık, adam düştü bahçeye.
Cesedi günlerce bekledikten sonra konuşmaya başladı. “Karım, beni balkona
değil, direkt bahçeye attı. Belki o atmasaydı beni, ben onu atacaktım,
belli olmazdı. Aklımda parça parça ilgisiz anılar var. Mısır alıyoruz bir
gün. Mısırcıya aşağılayıcı bakışını görmeliydiniz, yerin dibine girdim.
Sanki bütün dünya birlik olmuş ona karşı komplo kurmuştu, mısırcı da buna
dâhildi. Kafasında kurduklarıyla yaşamaya başladı. Baktım
değiştiremiyorum, ben de olduğu gibi kabullendim her şeyi. Başkası yokmuş
hayatında; bıkmış benden, pintiliğimden, vurdumduymazlığımdan, onu yalnız
bırakmamdan. Güzel günlerimiz de olmadı mı? Attı beni bahçeye, şimdi
unutur gider beni, beni kimse hatırlamaz, yeni doğan bebeğimle anılarım
da yok, sanki hiç olmamışım gibi kimse hatırlamaz beni.”
Artık sessiz gecelerin tadını çıkartırız diye düşündük. Bir gece yarısı
alışık olmadığımız seslerle uyandık. Duvarlar bile şaşırmış gibiydi,
onlar da konuşabilse kim bilir neler söylerdi. Hem de bu ses, üst kattan
geliyordu. Karmaşanın olmadığı, sevgi sözlerinin karıştığı okşayıcı
sesler, iç geçirmeler, kahkahalar yükseliyordu. Bahçeye baktığımızda
adamın cesedi yerinde yoktu.