ÖYKÜ

Hatice Çakı  







ÇÜRÜK ELMALARIN GÖLGESİNDE


Hiçbir şey birdenbire olmadı. Elmalar nasıl yavaş yavaş çürür ama dışından renk vermezse o evin eşyaları da tek tek çürümeye başlamıştı. İlk önce, yıllardır sayısız insanın yükünü taşıyan sandalye yıpranmaya ve boyaları aşınmaya başladı. Bir bacağı kopunca onu arka taraftaki balkona kaldırdılar. Nasıl olsa evin arkada kalan balkonunu kimse görmüyordu. Önemli olan ön balkonun güzelliğiydi. Böylece sandalye günlerce güneşin altında tek başına kalakaldı.

Yaşam suyu çekilen ve saksılarda unutulan çiçeklerden geriye kuru bir dal kalınca tutup saksıları da bacağı kopan sandalyenin yanına bıraktılar. Sonra bidonlar boşaldı mutfakta ve onlarda balkona taşındı. Adamın kravatı, gömleği, çorapları; bebeğin patiği, kadının gelin çiçeği, yaşlanan kedi eskisi de balkona taşındı. Zamanla işlevsiz kalmış eşyalar tek tek arka balkonda unutuldu. Bütün eşyalar üst üste yığılarak, günlerce tozlara bulanarak yan yana çürüdü.

Sesler geliyor yukarıdan, birbirine karışan ve tınıları değişen sesler. Zamanla bu sesleri ayırt etmeye başladık. Kavgaların ne zaman alevlendiğini, ne zaman çabucak sönen kızgınlıklar olduğunu anlayıverdik en çok da gece yarısı başlayan ve bebek seslerine karışan karışık sesleri. Yukarıdakiler, keseli sıçanlar gibi gece yarısı başlarlar birbirlerini yemeye. Gece yarısı yapılan muhasebe sabaha taşınır ve günlerce sürer tantana. Bahçeye birkaç gündür elma atmaya başladılar, elmanın çürümüş kısımları bıçak ile soyulmuş fakat çürük olmayan kısmı bulunamayınca elmalar bütünüyle tek tek atıldı. Artık bir bıçak darbesiyle ya hemen anlıyorlardı elmanın çürük olduğunu ya da en baştan umutlarını yitirip atıyorlardı elmaları ve böylece yere atılan elmalar her gün artıyordu. Çürümüş elma kokusu önce bütün apartmanı sardı, sonra boşlukları kaplayarak yandaki binalara kadar ulaştı.

Sonra bir gün adamın çorapları düştü bahçeye. Çoraplardan biri “Yoruldum artık bu iri insan bedeninden, hiç güzel günlerim olmadı, eskisi gibi gezmeye de gitmezler anca birbirlerini didiklerler.” dedi. Diğer çorap, “Al benden de o kadar. Hayattan vazgeçmiş, sanki yürüyen gölge gibi, hiç gülmez mi bu adam?” diye sordu diğer tekine.

Çorapların dedikodusu yeni bitmişti ki adamın kravatı düştü bahçeye. Bu sefer o söylenmeye başladı. “Bıktım bu adamdan, patronuna küfredip durur ama onu görünce beni daha çok çekiştirir, boğar kendisini sanki. Arkasından konuştuğu patronun karşısında nasıl ter döktüğünü iyi bilirim. Sakardır ayrıca, geçen çorba kâsesinin içinde kavruldum, insanların gülmesi de cabası... Kumarbaz herif! Daha gizlediğin birçok şeyi biliyorum ama söylemeyeceğim.”

Kravattan kurtulduk diye sevinirken adamın gömleği düştü bahçeye, daha önce düşenlerin üstüne ve çürümüş elma kokularının arasından bağırmaya başladı. “Bakın, ben bu adamı evlendiğinden beri tanıyorum; cimri bu herif, yeni kıyafet almaya pek yanaşmaz, hele bebek doğduktan sonra daha fena oldu, eli cebine hiç gitmez.”

Bebeğin patiği düştü bahçenin ortasına, elma kokularının ve bağrışların arasından cılız bir ses yükseldi. “Asıl rengim mavi ama mavinin içinden geçen beyaz iplerim var benim. Daha ben dünyaya gelmeden babaannem, yeni umutlarla iplerimi dokudu. Babaannem dediğime bakmayın, bebeğin yüzünü görünce onun olan her şey benimde oldu sanki. Bu nedenle her ilmiğimde babaannemin bir duası saklıdır. Evliliğin düzeni, gelinin para tutkusu ve oğlunun umursamazlığı ile ilgili dualardı bunlar. Ağlıyorum, ağlayacağım da ama ne tahammülleri var nede sevinçleri. Geleceği görmek çok da zor değil, bir patik dünyayı kurtarmaya yetmeyecek, bunu anlayınca kendi isteğimle atladım, yani biraz sizlerden farklıyım, benimki biraz isyan gibi.”

Kadının gelin çiçeği düştü, beyaz tülün arasından pembe ve mor çiçekler toprağa serildi. “Durum vahim! Hem de çok. Kadın yıllardır temizlik yapar, beni koruyup kollardı ama artık gözü bir şey görmüyor. Oysa evlenecekleri sırada beni kendi elleriyle özenerek seçmişti. Beni balkona atalı bir hafta oluyor. Bir haftada bile ne kadar yıprandım. Eşyalar balkonda arttıkça rüzgâra yenik düştüm ve kendimi yanınızda buldum.”

Kadının gelin çiçeğinden sonra büyük bir gürültüyle kedi eskisi düştü balkondan. Konuşma sırası ondaydı. “Tüylerim dökülmeye başladı, eğer beni okşayan birileri olsaydı tüylerim dökülmezdi, yaşlanmış ve asık suratlı görünmezdim. Gözlerinin önünde gün gün sevgisizlikten eridim. Bazen koltukların altına saklanırdım, saatlerce beni bulsunlar diye beklerdim ama gelen, giden yoktu. Ne şaklabanlıklar yaptım da beni fark eden olmadı. Kadında, zamanla temizlik hastalığı başladı. Sanki balkon eve dâhil değilmiş gibi tuttu benim tüylerimden yakınmaya başladı. En sonunda, onların söylemiyle bu asık suratlı, yaşlı gözüken kedi eskisine balkonun yolu göründü. Günlerce aç susuz bekledim, içeri alırlar diye ama ne gelen oldu ne giden. Bu kedi eskisinin artık sokak kedilerine karışma zamanı geldi yoksa açlıktan öleceğim. Yani balkondan düşmedim, kendi isteğimle atladım.”

Kedi eskisinin sözü yeni bitmişti ki birde baktık, adam düştü bahçeye. Cesedi günlerce bekledikten sonra konuşmaya başladı. “Karım, beni balkona değil, direkt bahçeye attı. Belki o atmasaydı beni, ben onu atacaktım, belli olmazdı. Aklımda parça parça ilgisiz anılar var. Mısır alıyoruz bir gün. Mısırcıya aşağılayıcı bakışını görmeliydiniz, yerin dibine girdim. Sanki bütün dünya birlik olmuş ona karşı komplo kurmuştu, mısırcı da buna dâhildi. Kafasında kurduklarıyla yaşamaya başladı. Baktım değiştiremiyorum, ben de olduğu gibi kabullendim her şeyi. Başkası yokmuş hayatında; bıkmış benden, pintiliğimden, vurdumduymazlığımdan, onu yalnız bırakmamdan. Güzel günlerimiz de olmadı mı? Attı beni bahçeye, şimdi unutur gider beni, beni kimse hatırlamaz, yeni doğan bebeğimle anılarım da yok, sanki hiç olmamışım gibi kimse hatırlamaz beni.”

Artık sessiz gecelerin tadını çıkartırız diye düşündük. Bir gece yarısı alışık olmadığımız seslerle uyandık. Duvarlar bile şaşırmış gibiydi, onlar da konuşabilse kim bilir neler söylerdi. Hem de bu ses, üst kattan geliyordu. Karmaşanın olmadığı, sevgi sözlerinin karıştığı okşayıcı sesler, iç geçirmeler, kahkahalar yükseliyordu. Bahçeye baktığımızda adamın cesedi yerinde yoktu.
 

dizin    üst    geri    ileri  



 10 

 SÜJE  /  otuz ikinci sayı