POETİK METİN

Sabahattin Umutlu  







aklın sınırlarında sürekli bir ihlal
ya da
etik ontolojik bir eylem olarak şiir


“omnis determinatio est negatio: her belirleme bir olumsuzlamadır"
spinoza

"tek bir kültür belgesi yoktur ki aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın”
walter benjamin

"hepimiz deli doğarız, bazılarımız öyle kalır"
samuel beckett


oluşun halleri, normalin sınırları

hayat akıp gidiyor. hakikatler de öyle. zaman ile mekan, mekan ile beden. beden ile beden… hayat ile hakikatler arasına koyduğumuz mesafe. mesafeler. mesafelerimiz…

zaman ile mekan içre eylemlerimiz. ve tüm eylemlerimizin zaman ile mekan arasında bir durum olarak adlandırılması.. ve tüm bu eylemlerimizin, yapıp ettiklerimizin yeryüzünde bir özne ve öznellik olarak tanımlanması ve bir tanımın sınırlarının ihlali olarak oluş’umuzun akışkanlığın halleri…

zaman mıdır akan. yoksa mesafeler mi…

bugünün diliyle normal olanın mutlaklığı, bir mutlaklık olmasa da bir mutlak olarak sunulması ve öyle algılanmasının ideolojisi. bir gün buharlaşacağını bile bile katı bir dilden mutlak bir şimdinin inşası… bu gün ile dün ve bu gün ile yarın arasına koyduğumuz mesafe. mesafeler… ve o mesafeler zincirinin bir kopuk halkası olarak şiir. aklın sınırlarında sürekli bir ihlal ile vücut bulan, tüm normların ve formların ötesinde, etik ontolojik bir eylem olarak şiir…

normallik asfalt yol gibidir: yürümesi rahattır, lakin tek bir çiçek bile açmaz üzerinde diyordu van gogh.. bugünün normali ve anormali ile yarının normali ve anormalinin de ötesinde o asfaltı çatlatan bir dil bir eylem olarak şiir… elimizde kalan mı… şiirin bu yıkıcı gücünden başka nedir ki…

bu günün kuşatılmışlığında,“anormal” bu günün hezeyanı ile “normal” yarının kurgusu, normlar ile formlar arasında salınıp duran bedenlerimiz. ömrümüz… normalin dayattığı formlar ile bugün anormal bir form olarak adlandırılan özgürleşme deneyimlerimiz…

varlığın, yazınının, yazanın sınırları… yazının varlığı için gerekli inziva hali ve yazanın varlığının sınırları… yazının sınırları ile yazanın sınırları arasındaki sınır çarpışması: ihlal…

zaman ile mekan arasında sıkışıp kalan bir sınır çarpışmasının hakikatle ilişkisi nasıldır… elsiz ayaksız kör sağır dilsiz… isyan ile nisyan, keder ile heder arasında sakatlanmış hafızasıyla sürekli bir med cezr halinde, “normal insanın bir kurgu” olduğu yerde, biyopolitik çağın “post-truth” zamanlarında, nasıl bir oluş ve nasıl bir öznellik tahayyülü ile yaşar…

normal insan bir kurgu olduğunu söyleyen sevgili foucault eserlerinde normalin dışına çıkan anormal insanın da iktidarın aygıtlarınca -hapishane okul, kışla hastane- nasıl kurgulandığını anlatır. hayata fırlatılan ve gözlerini açar açmaz distopik bir çağın rüyasını yaşayan anormal bir kurgu elbet… bir kurgunun kurgusu olan psikiyatristler, öğretmenler sanatçılar, aydınlar da bir söylemi meşru kılmakla görevliler ve biliyoruz ki durmadan zaman zaman “toplum”, “ahlak”, ”vicdan” bir hezeyanı kurguluyorlar… hezeyanın kurgusu ise her türden tahakküm ilişkisini ve makro mikro iktidarların da meşrulaşmasını sağlıyor.

normal olmadığını söyleyen ve normalin dışında kendini konumlayan ve o konumunu da meşru kılmak için her türden akıl oyunlarına başvuran insan “sıradan insan” kurgunun dışında mıdır…

normal ve anormal kavramlarını ne çok telaffuz eder olduk şu günlerde. obsesyona dönüşen hayat . mesafeler. mesafeler. yasaklar. yasaklar…



bir mekan olarak beden

insan ile insan, beden ile beden, yüzeylerle ellerin, ellerin ile gözlerin arasına koyduğun mesafeler… bireylerle arana mesafe koymayı da unutma sakın. oysa hiç düşünmeyiz ki  y ü z e y l e r d e n   b i r e y l e r e  geçiyor ölüm. sabun ile su, sabun ile ellerin arasına mesafe koymamayı sakın unutma!

başı sonu belli olmayan ve uzun süren salgın etkinliğinde, pandemi günlerinde, yıllardır tabiattan uzak yaşayan, tabiatı selfilerde bir arka fon olarak gören modern insan naber… ne idüğü belirsiz bir virüsün karşısında el pençe divan durup nutku tutulan ve giderek “cansız ve onlayn” bir edilgene dönüşen modern insan sen tabiatla karşılaşmayalı kaç yıl oldu karıncayla, serçeyle, kırlangıçla hemhal olmayalı…

tabiatı yok edenlerin, kuşların göç yollarına hava alanları kurup sonra da kuşlar uçakların pervanelerine giriyor diye haberler uyduranların virüse karşı önlemler paketi… seni hala cezbediyor değil mi…

insan merkezli dünyada, kendilerini tabiatta tek tür, tek canlı olarak gören, diğer canlılara tabiatı zindan edenlerin tabiatı kendi tabiatıyla baş başa bırakmaya tahammülü olmayanların, normal hayat, normalleşme planları ve yalanlarına hep bir şüpheyle baksan da hala bir yalana tevazu gösterip boyun eğen modern insan…

biyopolitik iktidarların temsilcilerince sürekli güncellenen ve sizi bir sayıdan ibaret gören ölüm kalım listeleri dışında, hep bir şüpheyle baksanız da, yeni yasaklar… yeni kurallar… önlemler… mesafeler… önlemler… ve yasakların yer değiştirme saatleri ... yeni kuralların ve yeni yasakların bir çözüm olacağına dair “sahte inancınız”…ve otoriteye karşı giderek derinleşen ve meşrulaşan sığınma arzunuz… bir çukurun aynasında atomize olmuş hayatlarınız… dün bugün ve yarının cetvelle çizilmiş olmasına dair isyanımız…

başka bir ihtimal ve özgürlük arayışımız. sürekli bir kapatılmışlığın edilgenliğinde, hijyen ve güvenlik gerekçesiyle içeri almayıp hep dışarıda bıraktığımız sokağın, deneyimin, yüz yüze, göğüs göğüse, can cana yaşadığımız günlerin tozlu raflarda kalan mahcubiyeti. masumiyeti… içinizi çizmiyor mu…

şimdinin mutlaklığında, bedenlerimizin ağırlaşan edilgenliği ve giderek bir mezar sessizliğine dönüşen evler… mesafeler zincirine dönüşen evlerdeki hayaller.. kapandıkça kapanılan ve bir daha hiç sokağa açılmayacak olan kapılar, pencereler ve onların dışarda bıraktığı, dışarda bizi bekleyen hayat… bugünün anormali ve insansız hava sahasında kendini temize çeken “normal hayat”…



çukur aynada mezar refleksi

giderek mezarlara dönüşen evlerin refleksi. ve o evlerden yapılan canlı yayınlarda cansıza dönüşen, gördüğü ve görüldüğü kadar gerçekliği olan seyirlik insan… olsa olsa bir mezar refleksi. çukur aynalarda mezar refleksi. mezardayız ama görüntümüz var.. mezardayız ama görüntümüz hareketli… görüldüğümüz kadar varız ve var olduğumuz kadar da canlı…

uğruna cinayetler işlenen aşklar, hayal ülkeleri, ütopyalar emojinal bir mezar refleksine dönüşünce şiir de öyle oluyor işte. mesafeler ülkesinde, uzaktan uzağa ve defalarca provası yapılan bir gülümseyişin cesedi. belki öyle bir refleksin hayali…

bedenli varlıkların normalden kaçış çizgisi ve mesafeler zincirinin kopuk halkası şiir inceldiği yerden kopmasını bilir elbet..

bedenlerini bir yük olarak algılayan, beden gerektirmeyen siber mekanlarda, platformlarda, faaliyetlerde bedenli varlıkların giderek bedensizleşmesi durumuna tanık olduk. oluyoruz.

kendimize, bedenlerimize, arkadaşlarımıza, sevdiklerimizle aramıza koyduğumuz sosyal mesafenin asosyal mesafesizliğe, dokunmaya, ilişkiselliğe, bir sınır ihlaline dönüşmesinin arzusu, hayalinin bir mesafeye hapsolması ne saçma…

bir obsesyon uğruna ey insanlar biz neyimizi mi yitirdik… önce karşılaşmalarımızı. sımsıkı sarılmalarımızı. karşılamalarımızı yitirince de “mutlak mekanın” evin sınırlarına hapsolduk. zaman ile mekan arasına koyduğumuz bir mesafe oldu bedenlerimiz. beden ile beden, beden ile dil, dil ile dil arasına kapatılmışlığımız. ontolojik akışın kesintiye yerde, etik ontolojik bir eylem ve sürekli bir sınır ihlali olarak cisimleşen dilin ucunda bir deneyim olan şiir ile aramıza kim mesafe koyabilir…

mesafenin meşruiyetini, mesafeyi aşarak ihlal eden etik ontolojik bir eylem olarak şiir, nefes aldığı serpilip geliştiği, asıl ait olduğu yeri, sokağını arıyor…

şiirin şair ile şairin okuyucu ile arasına koyduğu mesafe. bir imza kuyruğunda, bir masa önünde hizalanan mesafe. mesafeler… meşru mesafe müdafaası ve yazarın şairine tahakkümüne karşı yeni direniş teknikleri… yoldadır…

düşüncenin akışkanlığı, dilin yersizyurtsuzlaşarak minör bir dilde şiire dönüşmesi ve minör edebiyatın normalin sınırlarında gezinen ana akım edebiyatla çatışması sürüyor, sürecek.

normların ve formların sınırlarında, majöre rağmen bağımsız minör bir edebiyat mümkün mü... normalin sınırlarında kalarak bir özgürleşme deneyimi mümkün mü…



“gece yavaş yavaş geliyor. iniyor. çukur yerlere dolmağa başladı bile… dil bu karanlığın içinde yaşayabilirmiş gibi görünen tek şey olacak.’
                                                                                                                  - bilge karasu -

anormalin, kapatılmışlığın, kapalı kalmanın, “normale” dönüştüğü yerde dışarının, açıklığın kamusal alanın “anormale” dönüşmesinden söz edemez miyiz…

sokak, normalin mi. anormalin mi alanıdır... sokağın saatleri ile normalin saatleri arasındaki uçurum, yüzü geceye, özgürleşmeye dönen uçurum… özgürleşmeye dönüştükçe normal ile anormalin ötesinde bir yerde nefes alan deneyim… etik ontolojik bir deneyim olan şiir…

iktidarlar için sokak her daim “normal”e dönüş alanı olarak görülse de, sokakta kalmanın, sokakta olmanın sınırları hep önceden belirli tutulmuş ve sınırlandırılmıştır. bir özgürleşme deneyiminin mekanı olarak sokak her zaman bir “normal”in değil, varlığı iktidarlar için tehdit olarak görüşen tehlikeli unsurların “anormal”in alanı olmuştur.

yeryüzünde normalin sınırlarında kalarak gerçekleşen bir özgürleşme deneyimi görülmüş müdür… sokağın açık ucunda anormalin saatleri işler… normal ise çoktan, asıl ait olduğu yere, evine çekilmiştir. özgürleşme deneyiminin anormal öznelerine terk ederek yerini….

normalin kurgusu adına ne çok cinayet işlenmiştir. ahlak ile vicdana yaslanıp ne çok kötülük yapılmıştır. normalin inşası adına sürdürülen kötülük gelecek mi… değil. tüketimin mutlaklaştırılması adına yapılan avm kötülüğü.. tabiat üzerinde bir yerden bir yere gitmenin, tabiattaki varlıkların kullanılarak turizmin metalaştırılması adına bedenlerimiz üzerinden yatırıma dönüşen ve orada meşrulaşan kötülük… gelecek uzun sürer diyordu althusser… kötülük de…



‘gerçeğin zamanı yaşadığımız andır. giderek de bu gerçeği kavrayan düz yazı değil, şiir olacaktır.. düz yazı şiirden çok işi zamana bırakır. şiir ise kanayan yaraya seslenir”
                                                                                                              - john berger -


normal insanın kurgu olduğu yerde şiir nereye, kimlere seslenir… elbet en alttakilere. ne kadar kurgulanırlarsa kurgulansınlar o kurguyu bozanlara. çarkların arasındaki çakıl taşlarına. cam olma eğilimi taşımayan kum tanelerine… akıntının tersine yürüyenlere. kurguyu yırtıp atmak için dövünüp dövüşenlere. heba olmuş ömürleriyle normalin sınırlarını ihlal edip başka bir yerden, başı bozuk bir dille konuşanlara… imlayı bozanlara. temsil edilmeyenlere, üstü çizilenlere, kağıtsızlara, imlasızlara.

peki aynı kurgunun aynı normalin ve anormalin içinde nefes alıp büyüyen serpilip gelişen şairlerin, yazarların kendileri de bir kurgu değil mi… şairin yazarın ilk işi o kurguyu, üzerindeki o deli gömleğini, üzerindeki etiketleri söküp atmak değil midir…

şair, yazar hangi ayrıcalıklı, steri konumlarından konuşur da, okuyucu veya “okur kitlesi” yani onların gözünde kurgu artıkları, ömürleri durmadan kesilip biçilen, yırtılıp atılan okur ne yana düşer…aynı kurgunun çukurunda değil miyiz…öyleyse nedir şairi, yazarı ayrıcalıklı kılan… bir gezegen farkı mı vardır aramızda… olsa olsa bir algılık uzaklık…

aynı çukurun içinde, çukurun algısına teslim olmadan, o algıyı meşru kılmadan, normalin uzak denizlerine dümen kırmadan yelken açmak varken…

nedir sizin bu çukuru estetize etme çabalarınız. koskoca şiir, edebiyat tarihi bir çukurun estetizasyonuna indirgenebilir mi… etik ontolojik bir eylem olan şiir yazı, imlasız bir dil olan hayallerimiz bir çukura sığar mı…

çukurun aynasında estetik bir şovun nesnesi kılınan şiirin estetize edilmiş bir cinayetten farkı kalmış mıdır…

çukurun aynasında ne çok söz var. ne çok söz kalabalığı. ne çok ölü söz…

şiirin adına işlenmiş ne çok cinayet var… katil yorulmuyor mu… maktulün sesi, boğulmuş çığlığı olan şiir, ne çabuk bir uğultuya dönüşüyor…

normalin sınırları nerde başlıyor. normal ile anormal arasında gezinenler. ince deliler.. delilikli incelikler... inceliklerin sınırları nerde başlayıp bitiyor…

sürekli bir kurgunun yapı bozumu, sürekli bir yapı bozum olan şiiri sınırları var mıdır…

zaman mıdır akan hala, mesafeler mi…

______________________


Resim : Hieronymus Bosch / 'Deliliğin Tedavisi'' [ Taş Ameliyatı ]  /  1475


dizin    üst    geri    ileri   




  5  

 süje