ÖYKÜ

Göknur Yumuşak  







DAĞLAR YASINI TUTUYOR BU SEVDANIN


Baba dağından ovaya doğru birer yeşil mendil gibi sıralanmış tarlalar. Ovayı kıvrılarak dolaşan Mercan nehrindeki ışık topları güneşin şavkımasıyla bir görünüp bir kaybolarak insanı büyülüyor.

Kırlardaki cümle çiçekler seher yeliyle nazlı nazlı salınıyor. Türlü türlü renklerde neşeyle uçuşan göçmen kuşlarla gökyüzü bir kuş bulutu olmuş sanki.

Baba Dağı’nın yamacındaki Yelence Mağarası’nın içi epey aydınlanmış. Girişin sağ tarafında kurumuş otların üzerinde sarı örgülü belikleri beline kadar inen ve allı güllü fistan giymiş bir genç kız boylu boyunca uzanmış. Kızın başında papatya ve lalelerden yapılan bir taç var. Kızın vücudu buz gibi. Dudakları ve parmak uçları morarmış olsa da beyaz teni, ince beli ve dolgun göğüsleriyle yine de çok güzel.

Hemen yanı başında saçı sakalı birbirine karışmış birisi yatıyor. El ele tutuşmuş kızla oğlan. Oğlan da buz gibi; onun da elleri ve dudakları morarmış.

Uzun uzun ıslık çalan yel, bağrışarak uçuşan kuşlar, heybetli dağlar ve nazlı nazlı salınan çiçeklerle birlikte tüm dünya yasını tutuyor bu kızla oğlanın.


Aze köyün meydanındaki çeşmeden dolan kovaları boşaltıp tekrar doldurarak oyalanıyor, sürünün yolunu gözlüyordu o gün. Cemo sürüyü dağa götürmeden bu çeşmedeki yalaktan davara su içirirdi her gün.

Sonunda uzaktan duyduğu çan sesleriyle Aze’nin yüreği kabarmış ve yerinden çıkacak gibi olmuştu. Sürü yaklaştıkça yanakları kızarmıştı iyice. Sağına soluna bakınmış kimseyi göremeyince sevinmişti.

Cemo sürüyü çeşmeye getirmiş koyunlar kuzular yalağın kenarına sıralanmışlardı tek tek.. Davarlar su içerken ikisi göz göze konuşmadan sadece bakışmışlar; başlarından ayaklarına bir su yürümüştü sanki tek vücut olmuşlardı o an.

Aze koynundan çıkardığı ve içinde bir tutam zülfünün olduğu mavi oyalı mendili Cemo’ya vermiş o da alıp yüreğinin üstüne koymuştu. Hiç konuşmamışlar, gözleriyle birbirlerine söz vermişlerdi o gün.

Davarlar suya doymuş ve yola koyulmuş sürü uzaklaşıncaya kadar dönüp dönüp Aze’ye bakmıştı Cemo.

Aze eve gelince anası ona geç kaldığı için çıkışmış; ”de hadi çabuk ol işimiz var akşama sana dünürcü gelecek,” demişti. Aze donup kalmış, kovalar elinden düşüp sular yere dökülünce su getirmek için tekrar çeşmeye gitmişti. Yol boyunca gidip gelirken gözlerinden akan yaşlar sel olmuş taa Mercan Nehri’ne ulaşmıştı.

O akşam Veli ağa, karısı, ve büyük oğluyla gelip Aze’yi istemişler ona sormadan söz kesmişlerdi Aze’nin annesiyle babası.

O gece göz yaşları göl olmuş içinde boğulmuştu Aze.

Ertesi gün erkenden çeşmeye gitmiş Cemo’nun yolunu gözlemişti yine. Cemo gelince olanları anlatmış “beni kaçır ,” demişti Aze.


Cemo duyduklarına inanamamış, bütün vücudunu ateş basmış ter içinde kalmıştı. Bir şeyler söylemek istemiş ama söyleyememişti. Kelimeler ağzına yapışmış çıkmıyordu. Kendine gelince “tamam sen üzülme bakacağız bir çaresine, ” demiş ve gitmişti.

Aze yemeden içmeden kesilmiş, evin içinde hayalet gibi geziyordu. Anasına ağanın oğluyla evlenmek istemediğini söylemişti. O da “ kız de hele söyle bir yavuklun mu var?” diye sormuş O susunca da bunda bir iş var diye üstelemiş sonunda Aze’nin Cemo’ya sevdalandığını öğrenmişti. Ona “kınalı kuzum vazgeç bu sevdadan, ağanın adamları onu da anasını da sağ bırakmazlar; yazık bu oğlana” demişti.

Onun bu sözleri bir ok gibi yaralamıştı Aze’nin yüreğini. Anasından da umudunu kesmişti artık.

Aze’nin anası o gün Cemo’nun evine gitmiş “bak bacım, oğlun bu sevdadan vazgeçsin; yoksa ağa evinizi başınıza yıkar. Onu da seni de öldürür,” demişti.

Akşam Cemo eve gelince anası “Oğlum bu kızdan vazgeç yoksa sütümü sana helal etmem,” demişti.

Cemo ne yapacağını şaşırmıştı, sevdalısından vazgeçemezdi. O köyün en güzel kızı, dağların mor çiçekli sümbülüydü. Günlerce düşünüp durmuş sonunda onu kaçırmaya karar vermişti.

Bir gün yine çeşme başında Aze’yle buluşmuşlar ve ona “kaçalım,” demişti Cemo. O da “olmaz seni vururlar ben sensiz yaşayamam ,” demişti. Çaresiz, üzgün üzgün bakışmışlardı sadece.


O son buluşmalarıydı..


Birkaç gün sonra nişan yüzükleri takılmış ve düğün hazırlıklarına başlanmıştı bile.

Aze bir ölü gibi ortalıkta dolaşıyordu; benzi sararmış yeni açmaya başlayan gonca gül solmuştu artık. Daha Cemo’nun elini bile tutamamıştı. Ama şimdi evlendiriyorlardı onu. Bunu yüreği kaldırmıyor ne halde olduğunu da kimselere söyleyemiyordu.

Bu arada Aze’nin nişanlandığını duyunca derdinden mecnun olmuş kendini dağlara vurmuştu Cemo.

Derdini kavalıyla koyunlara, çiçeklere, böceklere ve dağlara anlatıyor; kavalın yanık sesi derenin şırıltısına karışıp göklerde yankılanıyordu bir zaman

Düğün günü yaklaşmış gelinin çeyizleri damadın evine dizilmişti çoktan. Düğünden iki gün önce Aze’nin kınası yakılmıştı. O gece göz pınarları kurumuştu Aze’nin. Kına gecesinde gelinin ağlaması adetten olduğundan kimseler bir şey anlamamıştı. Kararını vermişti artık bu cehennemden kurtulmak istiyordu Aze.

Köylüler dağılıp evlerine çekilince samanlığa gidip kendini astı Aze, kınalı elleriyle. Anası onu samanlıkta asılı bulunca bağırtısı köyü inletti. Cenazeyi ertesi gün defnetmek üzere Aze’nin yatağına yatırmışlardı komşular. Öbür odalarda ağıtlar yakılıyordu. Gece yarısından sonra dağılmıştı köylüler. Aze’nin yattığı odanın penceresini cenaze hava alsın diye açık bırakmışlardı o gece.

Bu arada Cemo Aze’nin kendini astığını duyunca delirmiş, bütün köy başına yıkılmıştı sanki. Canının yarısı yoktu artık. Ama buna inanamıyor, kabul edemiyordu bir türlü.

Gözyaşları hiç kurumamıştı bütün gece. Bir el boğazına yapışıyor, ona nefes aldırmıyor adeta boğuyordu. Bir alıp bir vermiş daha fazla dayanamayarak sabaha karşı Aze’nin evinin yolunu tutmuş ve gizlice pencereden girerek cenazeyi atının terkisine koyup kaçırmıştı dağlara.

Gün ağarıncaya kadar yürümüş, sonunda Yelence mağarasına varmıştı Cemo. Aze’yi kuru otların üstüne yatırmış ve onu seyretmeye başlamıştı. İşte sonunda yanındaydı sevdalısı. Kınalı ellerini tutup koklamış ve kokusunu içine çekmişti derin derin. Daha sonra onu incitmeye korkarak yüzünü okşamış ve alnından öpmüştü usulca.

Mağaradan çıkıp topladığı çiçeklerden bir taç yapıp Aze’sinin başına takmıştı. Kırlarda davar güderken dağlardaki bütün çiçekleri toplayıp onun başına taç yapmayı düşlemişti hep.

Cemo bütün gün hiç kıpırdamadan onu seyretmiş ve uyanmasını beklemişti sabırla. Dağlar taşlar dile gelse de sevdamı haykırsa demişti. Çeşme başlarında bakışmalarını düğünlerde halaylara durmalarını hatırlamış ve gülümsemişti. Aze’si yanındaydı artık. Onu kimselere vermeyeceğim diyordu.

Gece olunca uykusuzluğa daha fazla dayanamamış ve boynu yana devrilip uyumuştu.

Sabah kalktığında Aze’nin dudaklarının morardığını görünce yüreğine bir kor düşmüş, artık onun uyanmayacağını iyice anlamıştı Cemo. Feryadı dağlarda yankılanmış, taa gökyüzüne çıkmıştı. Başını ellerinin arasına almış yanık yanık ağıtlar yakmıştı Aze’nin baş ucunda uzun süre. Sonra Aze’ye kavuşmak için kendini dağlara vurmuş öldüren otu aramaya çıkmıştı Cemo. Kolu kanadı kırık gözleri yaş içinde otu arıyordu taşların arasında.

Bir zamanlar neşeyle davarını otlattığı bu dağlarda o gün ölümü arıyordu Cemo. Bütün dağlar üstüne üstüne geliyor onu ezip parçalıyorlardı sanki. Beli bükülmüş ve omuzları çökmüştü. Yıllardır ona arkadaşlık eden, derdini dinleyen bu kırlarda son kez geziyordu Cemo. Gözleri buğulanmış ve o gün veda etmişti oralara…

Zor bulunan bir ottu öldüren otu. Bir tutamı o dakikada öldürürdü insanı.

İkindiden sonra bir yamaçta taşların arasında bulmuştu kırmızı çiçekli öldüren otunu. Alıp koşarak mağaraya gelmiş, hepsini yedikten sonra Aze’nin yanına uzanıp ellerinden sımsıkı tutmuştu.

Aze’sine kavuştuğu için gülümsemesi yüzünde asılı kalmış ve huzura ermişti sonunda.

Üç gün sonra çobanlar onları Yelence mağarasında bulup köye getirmişlerdi.

Cemo’yla Aze’nin sevdası o diyarlarda yıllarca dilden dile dolaşmış türküler yakılmıştı bu sevdanın üstüne.


06 Şubat2018, İzmir



dizin    üst    geri    ileri    




 46 

 süje