Evden çıkıp, her zamanki sokağın köşesinde buluştuğumuz andan beri ona
geleceğe ait düşüncelerimi, alacağım evi, yarım bıraktığım okuluma nasıl
geri döneceğimi anlattım. Gece çok güzel rüyalar görmüştüm. Tüm
umutlarımın gerçekleşeceğine yorarak, güne sevinçle başlamıştım. İçi
içine sığmayan çocuklar gibiydim. Küçükken bakkaldan ekmek alıp
getirdiğimde annemin beni kucakladığı zamanlardaki kadar mutluydum.
Aynı atölyede çalışan ustamla aynı mahallede oturuyorduk. Her sabah
buluşup işe beraber giderdik . Yol boyunca, ona hep hayal dedikleri
umutlarımdan bahsederdim. O da sessizce beni dinler pek yorum yapmazdı. O
gün sanırım ya sabrını taşırdım ya da canı bir şeylere sıkkındı. Onun da
bir şeyler söylemesi için "Senin yok mu?" dedim. Cevap vermedi, sessizce
az önce bindiğimiz vapurdan dalgın dalgın denize baktı. Biliyorum, onun
da söyleyeceği çok şey vardı. En azından hayat tecrübesi dedikleri
yaşanmışlıkları vardı. Bir süre sessiz kaldık. Konuşmazsa onu kendi
haline bırakıp, atölyeye kadar konuşmayacaktım. Sessizliği bozan o oldu.
"Biliyor musun?"
"Neyi?"
Yine gözleri dalgın dalgın denize bakarak gözlerini bana çevirmeden,
"Kullanılmamış günü severim. Heyecan vardır, umutlar vardır, yeni
başlangıçlar, biten sonlar vardır yeni günde. Günün renkleri, kuşların
sesleri, denizin derinliği ufkun görkemi bile başka bir güzeldir. Toprak
mis gibi kokar, fırından çıkmış taze ekmek gibidir. Gün de tazedir, mis
gibidir. Yarılanmaya başladı mı yavaş yavaş bir bir yorgunluk çöker,
uçmaktan yorulmuş kuşlar gibi girer akşama. Gün demi acımış çay gibi
olur. Çünkü kerahat saati gelir bir sessizlik sarar evreni."
Sustu. Adeta meditasyonda gibiydi.
"Daha sabah, hele bir günü yaşayalım! İnsan yorgun günü düşünerek
başlamamalı yeni güne. Senin de dediğin gibi sabah, birçokları için
umuttur. Çocuklar sevinçle okullarına, parklara, oyunlarına koşar. Yeni
günde çocuk gibidir ustam. Sabah sabah simitler çıtır çıtırdır. Alırız
şimdi kendimize birer simit, yanına bir de taze demlenmiş çay, değil mi
ustam?"
Bana döndü gülerek,
"Bardağın dolu tarafı diyorsun yani çocuk."
Yolculuğumuz sona ermiş vapur iskeleye yanaşmış, güne telaşla başlayan
insanlar, rampanın yanaşmasını beklemeden birer ikişer vapurdan atlayıp
acele acele çıkışa doğru seyirttiler.
Atölyeye giden yokuşu tırmanmaya başladık. Köşeden kucağında iki ekmekle
bir çocuk çıktı. Bağcıkları olmayan eprilmiş spor ayakkabıları her an
ayağından çıkacakmış gibi duruyordu. Gözleri pırıl pırıl parlıyor, yüzü
tebessüm içindeydi. Biraz sonra annesinin hazırladığı kahvaltı sofrasında
çıtır ekmeğiyle, zeytin ve peynirin tadını çıkararak çayını yudumlamanın
mutluluğu yansımıştı yüzüne. Belki de ona bir şeyler alacaklardı bu gün!
Arkasından baktım. Yüreğim, beynimin dilime döktüğü dualarla çocuğa
sarıldı. "Hep mutlu ol sen çocuk!"
"Gördün değil mi?" dedi ustam.
"Neyi?"
"Çocuğu."
"Evet!"
"Ömrü billah o ekmeğin peşinden koşacak, hep kolunun altına iki ekmeği
alabilmek için. Tırmanacak, terleyecek, yorulacak ve o yüzünde gördüğün
mutluluk kaybolup gidecek."
"Nereden biliyorsun ki? Belki de o çocuk bu yaşta kollarında taşıdığı
ekmekle yaşama daha sıkı sarılacak, sağlam adımlar atacak ve çok mutlu
biri olacak. Yanında çalışan gençlere de destek olacak."
Ustam yüzüme ters ters baktı,
"Hadi canım sende, hep boş hayaller peşindesin."
"Neden boş hayal olsun ki!"
"Birazdan giyince tulumları, anlarsın ne dediğimi."
"Senin dediğin şarkıydı be ustam. İşçisin sen işçi kal giy dedi
tulumları."
"Aynen öyle!"
Akşam dönüşte yokuştan inerken yorgunluktan adımlarımı zor atıyordum.
Ustam "Uçmaktan yorulmuş kuşlar gibi akşam" demişti ama martılar hala
büyük bir coşkuyla uçuyorlardı.
"Yorgunluk nedir ki geçer, dönmek yok umutlarından, hepsi gerçekleşecek.
Umut yorgunluğu sever. " dedim kendime. Birden ara sokakta bir evin
önünde kollarında ekmek olan çocuğu gördüm. Yanında arkası dönük bir adam
onun başını okşuyordu. Çocuk hayran hayran adamın yüzüne bakarken
yanlarında duran bir kadın da teşekkür eder gibi başını bir aşağı bir
yukarı sallıyordu. Çocuğun mutlu olmasına sevindim. Arkası dönük olan
adamı tanıdım birden, ustamdı. Adımlarımı hızlandırdım, beni
görmemeliydi. "Benim biraz işlerim var. Erken çıkıyoruz iskelede
buluşuruz." demişti ustam. İskeleye doğru yürüdüm.
Akşamın kerahat vakti geldiğinde, her şey sükut eder. Vapurlar ağır ağır
yol alır yorgun insanlarıyla ve bir vapur düdüğüyle yorgun günün ebruli
akşamıdır gelen.