Baudelaire’in edebiyatını belirleyen ana temaların başında ‘Modern Kent
Kültürü’ gelir. Hem hayat hem de sanat için bir keşiftir ve bu keşfe
çıkan/çıkmak isteyenler Baudelaire’i bir pusula olarak görmelidir. 19.
yüzyılın Paris’i “modern mitoloji’yle haşır neşir olanların antikitesidir.
Baudelaire, ekonomik, toplumsal, siyasal hayatın modernleşmesiyle,
sanatın modernleşmesi arasına çizgi çeker.Modernizasyon ve modernizm
arasındaki gerilimi işler ve modernizmi edebiyatın kahramanları
aracılığıyla bir özerkleşme efsanesi olarak ilk temsil eden kişidir
Baudelaire.Baudelaire’in melekleri olan; kalabalıklar, kahramanlar,
bohemler, barikatlar, romantikler, avangartlar, dandyistler ve
flâneurlere girmeden önce modernizm konusundaki düşüncemi iletmek
isterim.
Modernizm Patladı mı, Patlatıldı mı?
M. Reşat Başar’ın deyimiyle, toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerini
işaret eden modernizm’i bir zaman süreci ve coğrafi çıkış noktası olarak
görürsek, bunu bir dünya görüşü olarak algılayabiliriz. Eğer herhangi bir
düşünce, temelinde coğrafi bir eksen yaratmışsa, mutlaka orada bu
düşüncenin karşıtı da olacaktır anlamına gelir ve bu karşıtlık,
beslendiği düşüncenin içinde, etkisinde büyüyecektir.
Her türlü özgürleşme adına üretilen modern teorilerin(!) oluşturduğu
hiyerarşi, eninde sonunda kendi içinde düştüğü krizlerle kozlarına karşı
olağanüstü çabalar izler. Her şey özgürleşti; özgürlüklerin patladığı
anlar ve durumlar: Politik özgürleşme, cinsel özgürleşme, üretici
güçlerin özgürleşmesi, yıkıcı, güçlerin özgürleşmesi, kadının, çocuğun,
bilinçdışı itkilerin özgürleşmesi, sanatın özgürleşmesi…Olan bitenlerin,
söylenegelen ve yapılagelen özgürleşme çabalarının karşısında benimsenen
yaşam stilleri…
Evet : Her şey özgürleşti; bir patlama sesi duyuldu içeriden, bu krizin
sesi…
Hayır: Her şey özgürleşti; bir patlama sesi değil, olsa olsa krizin ayak
sesleri…
Belki: Her şey özgürleşti; bu bir patlama sesi de olabilir, bir krizin
işareti de…
Ama: Her şey özgürleşti; bu hem patlama sesi, hem de krizin sesi…
Sanırım: Her şey özgürleşti; bu hem patlama sesi, hem değil; hem krizin
sesi hem değil…
Olabilir: Her şey özgürleşti; bu patlayan kriz olabilir…
Sanki: Her şey özgürleşti ve patlatıldı
Krizantem
çiçeğinin kokusu yayıldı çevreye…
Baudelaire, ‘1846 Salonu’ üzerine yazdığı makalesinde ‘modern hayatın
kahramanlığı’nı ele alır. “Modern konuları ele alan sanatçıların çoğunun
kamusal ve resmi konularla, zaferlerimizle ve siyasi kahramanlığımızla
yetindiklerini görüyorum… Oysa başka türlü bir kahramanlık içeren özel
konular da vardır.
"Devasa kentin yeraltına musallat olmuş binlerce köksüz hayata ait
manzaralar, caniler, fahişeler… Paris hayatı şiirle ve harikalarla dolup
taşımaktadır… Ama biz görmüyoruz.” [C. Baudelaire
/ Seçme Yazılar]
Baudelaire’in sınırsız imgelem dünyasının en başında yaşadığı kentin ve
kendi benliğinin mahşeri olan ‘kalabalıklar’ yer alır.
Kalabalıklar :
Modern şehircilik disiplininin babası sayılan Houssman’dan yarım yüzyıl
öncesinde Baudelaire metropole ait dünyasıyla kalabalıkları ve onların
biteviye deviniminden bahseder.
Modern kaosunu en çarpıcı şekilde edebileştirenlerin başında Balzac
gelir. Ünlü ‘Paris Hayatı Sahneleri’ dizisinin en gözde öyküsü,
Delocroix’ya adadığı ve 1835 yılında yayımlanan “Altın Gözlü Kız”dır. Bu
öykünün “Paris Fizyonomileri” faslında, Paris kraterinden durmadan ateş
ve lav kusan bir cehennemdir. Baudelaire, kalabalıklar için; ezelden beri
belledikleri yerlerini, yurtlarını, geçmişlerini terk etmeyi göze alarak,
Paris’i kuracak ilk dünya vatandaşları; kozmopolitizmin öncüleri; meçhul
mesleklerin, toplumsal rollerin fedaileri. Bu kalabalıkların giderek
evlerden sokaklara, gündüzlerden gecelere taşan ve modern kentte kamusal
karakterini kazandıran kargaşası.
Sanatçının yuvası, onu mest eden, düş gücünü coşturan bu çağdaş kaostur.
Kahramanlar :
“Kahraman, modernizmin hakiki öznesidir. Başka bir deyişle modernizmi
yaşamak kahramanca bir yaradılış gerektirir.” [W. Benjamin]
Baudelaire’in kalabalıklardan ayıkladığı yakınları kahramanlarıdır. Ama
bu kahramanlar bilinen kahramanlar değildir. Kahramanların kahramanı olan
yakınları; paçavracı, yosma, kapatma, lezbiyen, haydut, komplocu,
kumarbaz, sihirbaz, hokkabaz, akrobat dilencilerdir…
Bunlar aynı zamanda Baudelaire’in yaşadığı zamanı ve mekanı sezdiren
kahramanların kahramanlarıdır.
Baudelaire, kendini ve şiirini onlarda arar ve bulur. Onlar destanının
kahramanları; Kötülüğün Çiçekleri’dirler. Baudelaire’in kahramanları aynı
zamanda kendi suretleridir ve hepsi bohemya mensubudur:
Gönlüm rahat çıktım dağın tepesine
Hastane, hapishane, kerhane, araf, cehennem
Kent görünüyor tüm genişliğince…
Seviyorum seni rezil başkent! Orospular,
Ve haydutlar, sunduğunuz hazlar sonsuz,
Yazık ki anlamaz bayağı inançsızlar. [C. Baudelaire]
Bohemler :
“Bohem dünyası ve tipleri, yazarlarının hayalleri kadar tanımsız,
rengarenk. Onları bu kadar çekici kılan da aslında kolay kolay
kendilerini ele vermemeleri, hemen ayırt edilen bir grup insandan çok,
esrarengiz kimi hayatlar olarak kaydedilmeleri.
Fransa özellikle Paris, 19. Yüzyılda modernliğin radikal etkisi
altındadır. Bu etki toplumsal yaşamda olduğu kadar siyasal hayatta da
etkileri oldukça yoğundur. Ve bu siyasal etkinin en fantastik sahnesi ise
barikatlardır. Bu barikatların mimarlar ise daha çok komplocuların
eseridir. Marx’ın tarifiyle komplocular hangisi olursa olsun, mevcut
hükümetin anında alaşağı edilmesinden başka dertleri olmayan, bunun için
türlü türlü tertipler, sihirli bombalar icat eden ve daha ziyade
tasarladıkları isyanın ihtişamıyla coşkuyla kafalarını bozmuş devrim
simyagerleri… Hepsi manen ve maddeten bohem; yeraltı dünyasının
müdavimleri. Baudelaire’in modern kahramanlarının bir başka çehresi.
Baudelaire 1848 barikatlarında nefret ettiği üvey babasına karşı slogan
atarken görülür.
W. Benjamin’e göre Baudelaire’in kendisi de komplocudur. Ancak o her
sözcüğünü gizli görevlere atadığı diliyle komplo kurar; tekniği darbe
tekniğidir. Dolayısıyla, Baudelaire ile komplo tarihinin en efsanevi
siması Blanqui arasında kader birliği vardır. Benjamin’in hayran olduğu
bu iki komplo üstadından biri hayata, diğeri sanata komplo kurar.
Blanqui’nin eylemi Baudelaire’in düşünen kardeşidir…
Bohemler, o dönem için sanatın hayata kaynamasını, dolayısıyla çağdaşı
olduğu ütopyalara, umutlara, davalara sarılmasını temsil eder.
Dandy :
Burjuvazinin her şeyden fayda umması, her şeye akıl erdirme
saplantısı ve sıradan zevkleri karşısında artık tarih olan aristokrasinin
zarafetini, azametini, iradesini sergiliyor.
Baudelaire’in gözünde dandizm gizemli bir örgüt; disiplini son derece
katı bir tür din. Ateşli taraftarları tutkuyla, cesaretle ve dizginleşmiş
enerjisiyle dolup taşan bir zarafet ve seçkinlik doktrini.
Baudelaire’e göre dandizm, aristokrasinin artık sallanmaya başladığı ,
demokrasinin ise tam hakim olamadığı geçiş dönemine özgü.
Sartre’a göre Baudelaire’in kalabalıklar arasından seçtiği başkalarıyla
ilişkisi, kendini keşfetmek, kendi sonsuz başkalığı içinde yakalamak,
içindir. Bu arzuyla içine başkalarının gözünü sokar. O bütün ömrü boyunca
kendi kendini nesneleştirmeye çabalamıştır… Kendi gözünde bir nesne
olmak, bu nesneye sahip olabilmek, ona uzun uzun gözleyebilmek, şiir gibi
önüne alıp tasarlamak, kurmak, düzeltmek, kendi gözünde kendi şiiri
olmak. [Jean Paul Sartre / Baudelaire]
Yara bende bıçak bendedir
Kurban da ben, cellat da benim [C.Baudelaire - Kötülük Çiçekleri]
Flâneur :
Flâneur bir kent gezginidir. En ücra köşelerine kadar metropolü arşınlar
ve modern hayatın bütün görünümleri müthiş bir aşkla gözlemler, ayıklar
ve hafızasının arşivine kaydeder. Kalabalıklarda barınır, kalabalıklarla
nefes alıp verir, kalabalıklarla mest olur. Tebdil-i kıyafet gezer. Kimse
onu farketmez; o ise herkesi fark eder. İnsan sarrafıdır. Modern hayatın
kahramanını o seçer. Kahramanları aynı zamanda yoldaşı olur.
Şaircesine, “hem kendisi hem de uygun gördüğü bir başkası olmanın
ayrıcalığının keyfini çıkarır. Bedeni arayan bezgin ruh misali, istediği
zaman istediği kişiye geçiverir. Onun için kapalı yoktur; eğer varsa
gözlemeye değmediğindendir.” [C.Baudelaire / W. Benjamin]
Flâneur’ün meziyetleri 19. Yüzyılın Larausse Ansiklopedisine şöyle
kaydedilir: Gözleri fal taşı gibi açık, kulağı kiriştedir. Kalabalıkları
sürükleyen şeylerle ilgilenmez; derdi bambaşkadır. Rastgele işittiği bir
laf sayesinde akla gelmeyecek bir kişiliği hayat onun önüne seriverir.
Tıpkı, karşılaştığı safiyane bakışın, ressamı nicedir düşlediği bir
ifadeye uyandırması veya herkese sıradan gelen bir şeyin müzisyene ne
zamandır aramakta olduğu armoniyi buldurması gibi. En derin düşüncelere
dalmış bir filozof için bile dışarıdan bir tahrik yararlı olur;
fırtınanın denizi dalgalandırması gibi, düşünceleri de salınır durur…
Zaten birçok dâhide hakiki birer flâneur’dür; elbette, çalışkan, üretken
birer flâneur… Bir ressamın ya da sanatçının işiyle en ilgisiz göründüğü
zaman, çoğunlukla aslında işine en fazla daldığı zamandır.
Doğal olarak flâneur’ün zamanıyla, kentin ve kalabalıkların oluşturduğu
makinenin zamanı birbirine uymaz. Flâneur’ün de, dandy gibi zaman diye
bir tasası yoktur.
“Nasıl ki kuş havada, balık suda yaşarsa, o da kalabalıklarda varolur.
Aşkı, işi, gücü kalabalıklardır. Kusursuz flâneur için, tutkulu gözlemci
için, ahalinin tam orta yerini, hareketin gel–git noktasını; gelip geçici
ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir. Evden uzak kalmak
ama her yerde evinde hissetmek; dünyanın merkezinde olmak, dünyayı
gözlemlemek ama dünyadan saklı kalmak…” [C. Baudelaire]