POETİK METİN

Sabahattin Umutlu   







şiir : o yanık hatıra
ya da
araftaki ses : halit asım


"bilinç, ete batmış bir kıymıktan çok saplanmış bir hançerdir."’
cioran

"her şeyin ufku bende, ben her şeyin ufkundayım."’
h. asım

"niyazi, sağır bir cemiyet içinde ölmek korkusu var içimde..."’
h.asım



nerenizden daralıyorsanız orası hakikatiniz olur

içimiz bir dünya ağrısı içimiz… bitmez tükenmez bir veda ile sayıklamanın, kırık basamağından merdivenin durup durup konuşmanın, uzun aralıklarla susmanın ve hülyalı bir sevişmenin... karanlık ve ücra yerlerinde gecenin... kayan bir yıldızla çekilip gitmenin ve son uçuşu olduğunu bilmeden bir kelebeğin ve düşlerinin peşine takılıp gitmenin. tüm bunları işte sayıklarken tüm bunları, karaltıda, arafta mı, nerede başlıyordu şiir?!…

şiirin de geri çekildiği anlar yok mudur, geri çekildiği yerlerde yokluğunu bıraktığı?…

gündüz gözüyle değil de gece gözüyle ve o kırık basamaktan bozuk bir imla ile konuşanların, tarihte adı anılmayanların, üstü çizilmişlerin de bir tarihi yok mudur?…

bilincin bulanıklaşıp karardığı anlar. tasanın. vehmin. karasularında arzunun hülyanın hatıranın yüküyle denizaltlarının bayramlarına ipekten bir yelkenle gidip gelmenin.keder ile heder arasında… med cezrlerin. yaranın değil de harenin. içten içe yandığı harelenip dağlandığı görünmez kabuk bağlarının.

‘nerenizden kanıyorsanız orası kimliğiniz olur diyor’,  milan kundera. bir kimlik üzerinden okumaya çalışıyor yarayı. yara bilinciyle belki de.bir kimlikten bir bireyden toplumla ve iktidarlarla girdiği çatışmada yaralanan kimliği ile muteber, modern bir bireyden söz ediyor.

oysa arafta kalan bir ara alan yok mudur? kimliğin, bireyliğin, öznenin, öznelliğin, tartışmalı olduğu... gramschi’ ye göre ‘subaltern’ olarak adlandırılan dile gelmeyen, özneliği öznelliği tartışmalı olan “özneler” tarihte düzde ve her yerde kayıt dışı kalanlar. arafta kalan ve evet yazılsa da yazılmasa da sadece bir direniş hafızasında,  gayrı resmi bir tarihte adı anılanlar…ve onlar için şu söylenebilirdi. belki de : nerenizden daralıyorsanız orası sizin hakikatiniz olur. her şeyin ufku bende, ben her şeyin ufkundayım. bir kimlik sahibi olmanın değil de belki de bir kimlik içinde var olmaya oluşmaya başlayınca başlamıyor muydu asıl sorun?…


ve işte bize bahşedilen bahşedilmese de var oldukça sınırları içinde yok olunan. çocuk, anne, baba, kadın, erkek, heteroseksüel, eşcinsel, işçi, fahişe seks işçisi, deli… kurumlarla girdiği çatışmalar ve uzlaşmalar içinde bir kimlik edinenler...tüm kurumsallık ve örgütlü saldırganlık içinde yaralanmışlardan,  tüm bunların içinde ve ötesinde bir yerlerde oluşup biçimlenmiyor mu ontoloji ?...hani kurumsallığın stratejileri içinde erteledikçe var olduğumuzu sandığımız ve bir türlü yüzleşmek istemediğimiz çıplak ve dolayımsız bilgisi hakikatin…

hani o görünmez yaralarımız vardır içten içe kanayan, daraldığımız yerlerde açılan ve gizlice kabuk bağlayan... daralan ve daraldıkça bir serçenin telaşı ve zoruyla göğüs kafesimizi zorlayan... hani o ‘karanlık nesnesi arzunun ‘ ve o arzunun gezindiği yerlerde açılan yaralar. tin’i kaçmış bir dünyanın bedeninde, teninde değil de tininde sıkışıp kaldığımız yerlerinde, güpesinde gündüzün ücrasında gecenin,arasında bir ömür keder ile hederin … modernliğin bilgisiyle ölçülüp biçilemeyen ten değil de tin yarası terazinin kefesinde ağırlaşan kelebeğin. nıetzsche’ nin deyimiyle söylersek, dans eden bir yıldız doğurmak için içimizde milyarlarca kaos yaşamamızı sağlayan o kelebeğin arzusu, hülyası olmak belki de …neremizden daralıyorsak orası hakikatimiz olur belki de..

“kanımı içen ey taze kadın
tasam, çürük et kokusu tasam.”


arzu ile hülya arasında yanık bir hatıra olan geçmiş ve tarihi arzu ile bakışmanın..işte o ara bölgede şiir... karşılaşılması, buluşulması, yüzleşilmesi unutulsa ertelense de bir türlü peşimizi bırakmayan o yanık hatıra şiir… vehameti kendinden sorulsa da arzunun, hülyanın göğünde bir görünmez bulut olarak gezinen vehim. ve o kara kırık pencereden şiire bakıldıkça görünenler. ufkumuzda her daim görünse de görünürlüğü şaibeli afaki nesneler ...

çürük et kokusu, kat kat yerin dibine inse de kafatasını bir yelken olarak kullananlar ve gözlerine kilit vurulanlar, kanlarında süzgün gözlü şeytanlar barındıranlar…

ömründeki sarı kırmızıyı çizgiyi geçmenin, alnını cama dayamanın, pencereden balkondan, sarkmanın. konuyu saptırmanın. yoldan sapmanın ve patikaya yönelmenin.verili dünyanın verili algının ortalık bilincin yollarından firarın.

ve aynanın kırıldığı, kırılıp parçalandığı yerden her parçanın bir göze dönüştüğü yerden, sürreal bir algıyla çocukluğun saflığın, masumiyetin gözleriyle bakışımsız bakmaların dünyası ve o dünyada cebelleşmenin araftaki şiiri …

arzu ile hülyanın arzu ile hürriyetin. arzu ile itirazın karanlıkta dansları.ve sonsuza açılan yosun tutmuş bir kapı… şiir ile hatıra…

sükut ile sükunun. nasip ile nedametin.rahmet ile selametin, mazi ile rayihanın aht ile tabiatın, hatıra yükü ile uzlet çeşmelerinin, peşimizi hiç bırakmayan bir toprak tutması ve alnımızdan geçen seller… sokak ortasında kalması kalbin.ve dökülmek için buzdan bağrımıza acelesi olan toprak… ve ömür..




her şeyin ufku bende, ben her şeyin ufkundayım

sana ne yazayım)şu an her şeyin hiçbir şey olduğu andır,diyordu sevgili dostu Niyazi tunga ‘ya yazdığı mektubunda halit asım. ve ekliyordu şiirle : ‘her şeyin ufku bende, ben her şeyin ufkundayım.’

1918 ile 1941 yılları arasında yaşamış şiirlerini ‘ömür’ adlı kitabında toplamış yirmi üç yaşında aramızdan ayrılmış ‘ilk sürrealist şairimiz halit asım ‘ dan bahsediyoruz.

tarihin politikanın yok saydığı, varsa bir edebiyat tarihinin sayfalarında adı geçmeyen,  görmezden gelinen, kıyıda köşede unutulan, unutturulanlar arasındadır yeri. yeri, yersizliği olan,  yersiz yurtsuzluğuyla anılanlar arasında ve hep genç kalan ömürler…

tıpkı otuzlu yaşlarda aramızdan ayrılan coğrafyamızın ilk materyalist eleştirmeni beşir fuad ile ilk felsefe mecmuasını çıkartan düşünür baha tevfik gibi…

halit asım ‘ın ruh ikizi bir başka liseli arthur rımbaud o meşhur şiirini sarhoş gemi’yi yazdığında kaç yaşındaydı?…peki maldororun şarkıları’nın yazarı laurtreamont …tıpkı rimbaud gibi o da yirmili yaşlarda dünya edebiyatının akışını tersine çeviren şiirler yazmıştı.



çocukluğun halleri : arzu ile ömür çocuk ile allah …

çocuk ve allah, şairi tarafından bir süre yok sayılan ve baskısı yapılmayan kitabı dağlarca’nın. çocuk ve allah kitabı ile halit asım’ın ömür ‘ü 1940 ‘ta yayımlanır. ki dağlarca’nın poetikası içerisinde ayrı bir yerde durmaktadır çocuk ve allah. yirmili yaşlarda yazdığı şiirlerin toplamından oluşur.

çocuk ve allah ‘ta yer alan şiirler ile halit asım ‘ın ömür kitabındaki şiirler arasında dilsel yapı ve şiirlerindeki sözcüklerin dünyası bakımından bir ruh bir eda bir poetik yakınlık kurabiliriz..bilincin ara bölgelerinden çocukluğun saf bakışıyla yazılan şiirler. ..

halit asım şiirinde, çocuk ve allah dolayımıyla dağlarca ile kurulan poetik yakınlık çocukluğun çocukluk imgesinin peşine düşme ve çocuk gözüyle dünya hallerine bakışlar bağlamında ergin günçe, arkadaş z.özger ve nilgün marmara ile kurulur.

ömür ile çocuk ve allah arasında çocuk gözüyle çocukluğun saf halleri, masumiyeti üzerinden bir çocuğun tanrı ile konuşmalarına değil de içsesine, sayıklamalarına tanık oluruz.çocuk ve allah’ta çocukları seven koruyup kollayan, zor zamanlarında yanında olan, daha çok da rüyalarında onları yalnız bırakmayan bir tanrı imgesi ile karşılaşırız.

ömür’ de ise dünya halleri karşısında hastalık, mutlak kötülükler, ihanet, ölüm, haksızlık vb. durumlar karşısında daha adil davranması arzulanan, kozmik alanda var olan, evren, tanrı ve doğa karşısında bir şaşkınlığın halleri olarak da okunabilen ve fakat gerçek dünyada karşılaşılması da dert edinilmeyen bir tanrı tasavvuruyla cebelleşildiği görülür.inanç düzleminde ise tanrı ile ilişkilerinde bir imana, itaate dayalı kulluk ilişkisi görülmez. hatta bu ilişkilenmeler çocuk gözüyle dünyaya bakışın, oyun içindeki ironik halleri olarak da okunabilir. pencerelerde perdesizliğe tahammülü olmayan halit asım :


“örtün şu perdeleri beni görmesin kimse
bu yerlerde kaldığım söylenmesin herkese
duyulmasın küs olduğum,,

reel dünyaya karşı inzivaya çekildiği köşesinden seslenir :

“yetişin, dünyamı paylaştılar
çocuklar ki gözlerinde kulluk, kölelik.
geldiler bir masal içinden uslu ve hırsız,
peygamber uzaklaştılar …



yalnızlığını gece ile doğa ile hem hal olarak gidermeye çalışır.
‘gece şarkısı’ adlı şiirinde :


“götürüyor bizi baharlar şikayetsiz
lakin nedir bu toprak tutması ?
seller geçiyor alnımızdan nihayetsiz
kalbin sokak ortasında kalması ..

sular nerelerde kaybolur bilinmez
toprağın yüreğinde şükür..
insanlar sular gibi içilmez
demeyin, bu allahı güldürür..”


şikayetsizdir şair, gelip geçmesine baharların. baharlar gelir geçer.  bir toprak tutmasına yakalanmıştır. alnından geçen nihayetsiz seller içinde ölümün de farkındadır.sekiz yaşından beri peşini bırakmayan kalp rahatsızlığının her an kalbini sokak ortasında durdurabileceğinin vehmiyle yaşamaktadır.ve fakat nerelerde kaybolur bilinmez. insanlara karşı hep bir mesafe vardır arasında çocuklar ve yakın dostları hariç. tanrı ile insan arasında sayıklar.  öyle ironiktir ki insanın halleri, bu allahı güldürür..

kitabın ilk şiiri ve kitaba adını veren ‘ömür’ şiirinde kanında beliren süzgün gözlü şeytanlar dan söz eder asım. ve yine çocuk gözüyle geceleyin, çocuk gözüyle ve avuçlarında azad edilmenin arzusuyla “allahsız hatıralar “ arar.

gecedir.adanmış bir geceyle inzivada,ücrasındadır. gündüzün reel dünyasına karşı korumak için kendini hülyalardan, imgelerden oluşan bir zırh örmüştür orada kendine. uzaktır arzu.solgundur dünyası ve fakat günahkarlığının da farkındadır. arzunun ve hülyanın yarattığı tinsel evrende süreealist imgeleri korur onu korursa. geceden başka mı çok da bir şey yoktur elinde. çünkü yazıktır. yazık hülyası mahrem kalplere. geceyi adamak kalacaktır…


ömür

kanımda süzgün gözlü şeytanlar
veazad edilmiş avuçlarım
allahsız hatıralar ararım
ki solgun dünyasında günahkar,

çırpınan uyku, arzu uzaktır,
çocuk alnımda çizgi ve bere
yazık hülyası mahrem kalplere
.
geceyi adamak kalacaktır.

çocukluk hallerinin, çocuk gözüyle, dünyaya ironik bakışın ifadesi şu dizeler de ‘çocuk ve allah ’ tan :


"bu eller miydi masallar arasından
rüyalara uzattığım bu eller miydi
arzu dolu, yaşamak dolu
bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan
……………………………………
ayrılmış sevgili oyuncaklardan
kırmış küçük şişelerin
ve her şeyden ve her şeyden sonra
bu eller miydi allah'a açılan
……………………………………..
çocuklar korkunç, allahım
eleri, yüzleri, saçları,
uyurlar bütün gece
yok sana ihtiyaçları.

çocuklar korkunç allahım
bebek yaparlar haçları,
âşinâ değiller hâtırâmıza
severken aynı ağaçları.
………………………….."


aynı dağlarca yıllar sonra başka bir pencereden ve başka bir gözle bakar dünyaya.artık dünyaya çocuk gözüyle, esrarengiz bakış terk edilir. biter doğa karşısındaki şaşkınlığı,dizelerde kalmıştır masal alemi de. onun artık kozmik alemlerle bir yakınlığı da olmaz o artık ‘gerçekçidir’.gecedir. ve fakat gündüz gözüyle söylenir…

epeski adlı şiiri dağlarca’nın :

gece parlar dağ başları diye başlar şiire “gece kör çobanların yarım türkülerini söyler" yavaşça,

gecenin gündüze evrildiği yerde.gündüz gözüyledir çarşı pazar.parlamıştır karanlık.belirgindir nesneler. şaşkınlığı ise sona ermiştir şairin. şu dizelerle biter şiir.

“gece yitmişlerin
çarşılarda pazarlarda
ağır yalnızlıklarda ulu sevgilerde boş uykularda
anası karısı çocuğu anlamadan
gece parlar da karanlık
gece yıldız yaşındayım “


dağlarca’nın şiirindeki çocuk ve allah sonrası poetik değişimler ve merdivenin sağlam basamaklarından ‘ ikbal’ yolunda ilerleme arzusu iktidar ile kurduğu yakın temas onun “bir hükümet şairi “ olarak da anılmasına neden olmuştur. ki "memnunuz cihandan ve hükümetten" diyebilecek kadar…

halit asım ise ara bölgeden ‘araftan’ merdivenin kırık basamağından konuşan, gece gözüyle yazılan şiirlerde ısrar etmiştir. gece gözüyle yazdığı sürrealist şiirlerindeki poetik ısrarı edebiyat kanonlarınca yok sayılmasına ve unutturulmasına yol açmıştır. döneminin eleştirmenlerince görmezden gelinmiş ve ataç’a şiir atfetmesine rağmen beklediği ilgiyi ondan da görememiştir. ki adı sadece hüseyin karakan’ın hazırladığı şiirimizin cumhuriyeti : yeniler (istanbul 1958) anılmıştır.


“anlaşılmamanın meçhul kalmanın mahkumiyeti"  :

‘anlaşılmamıya, meçhul kalmıya mahkumsun sen haydi uyu ve rüyalarında seni azap kuyularına atsınlar’

ece ayhan’ ın deyimiyle söylersek ‘ kötülük dayanışması ‘ve edebiyat kanonlarının dizge dışı gördükleri farklı sesleri karalama ve yok sayma stratejileri her dönem yürürlüktedir. dönemin dergilerinden uyanış’ta 22 ağustos 1940 çıkan cavit yamaç ‘ın yazısındaki kıyım had safhadadır. halit asım şiiri ve ömür yok sayılarak yahya kemal ile dağlarca ‘nın kötü bir kopyası olduğu söylenmiştir. bu duruma halit asım’ın yanıtı ise şöyledir : “bu gence kızmadım. zira yazısı acınacak haldedir. küstah bir edaya bürünen, temelsiz ithamlar, o kadar kolay söylenecek şeyler ki, yeter ki insan istesin. genç münekkid canının istediği gibi yazmıştır.ve şimdilik meydan onundur”

genç yaşta aramızdan ayrılan muzaffer tayyip uslu ile rüştü onur daha çok ilgi görmüştür edebiyat otoritelerince. çünkü günün politik ve poetik görünürlüğünde kabul gören garip akımı etkisinde şiirler yazmışlardır. halit asım’ın ise yolu ayrıdır.

şiirinin ve poetikasının egemen edebiyat çevresince kabul görmeyeceğinin farkındadır. çünkü o “yaprak dolu bir sokağım ben“ demiş ve “sağır bir cemiyet içinde ölmek korkusu var içimde” diye de eklemiştir.

cemiyetin kaderine değil de kendi kederine düşenlerin düştüğü yerden seslenir asım. cemiyetin seline kapılmak ve belli kodlar üzerinden şiirini oluşturmak da kolaydır. oysa zor olan cemiyetin seline kapılmadan kendi poetikasında ısrar etmek. işte o ısrar edenlerdendir asım. bedeli unutulmak yok sayılmak da olsa kısacık ömründe etkisi kendi ömrünün de ötesine geçen şiirler yazmayı başarır.

kendi gözünden arzunun, hülyanın,  çocukluğun, saf hallerinin, masumiyetin, ölümün tasanın, firarın, vehmin ve cinselliğin bedendeki o karanlık arzunun... çocukluğun ve gecenin gözlerinden bakıldığında rüyada ve hülyaları süsleyen kadın denizaltlarındaki rengarenk bayramların burnumuzda tüten “rayiha”nın günahın ve “nasipler dünyasının “boyunlarının kıvrılıp koptuğu yerde çiçeklerin bir bulutsuz sabaha açılıp ve “gözlerine mil çektiği böceklerin". gecenin karanlığın gece görüş gözüyle yazılan şiirlerin…

peki neden unutulmuş unutturulmuştur halit asım. ve neydi onun unutulmasına neden olan koşullar.. çünkü o cemiyetin seline kapılmayıp kendi şiirinin peşine düşer.bir kuşağa bir cemaate dahil değildir.arafta o ara bölgede kıyıda kendi “karanlık” şiirlerini yazmaktadır. yakın dostu arif damar a göre de ilk sürrealist şairimiz olan halit asım bir akımın bir ufku dar kalıpçı ideolojik tasarım ve tasavvurların dünyasından görmemektedir dünyayı kendi öznel tekil bakışıyla biçimlenir şiirleri.


"kuşlar, insan firar edebilir …"

‘içimde yok muhacir kuşların/maviliklere düşme korkusu’ dizesinde görüldüğü gibi hürriyeti hep uzakta, hudut dışına firar etmekte  sınır sonsuz bir mavilikte arzulamaktadır asım. dönemin eleştirmeni ataç’ a “kuşlar” şiirini atfeder. ve fakat ataç beklediği ilgiyi göstermez asım’a. çünkü şiirinin kodları farklıdır. determinist dikotomik “ ideolojik” kodlar üzerinden değil tinsel bir evrenin sesiyle araftan seslenir.

‘kuşlar’ şiiri halit asım poetikasını özetler niteliktedir.şiirindeki tüm uğrak yerlerini, geri çekildiği kara sularını, inzivayı,  ücrayı ve hatta arafı. çocuk gözüyle kurulan hülyalı dünyadan izler taşımaktadır.daha o yıllardan insan merkezli dünyanın sorgulandığına da tanık oluruz halit asım şiirinde.insanların dünyasına dahil olunmadan kuşlar ile akşamı bekleyen cenubu arayan çocuklarla yoldaşlık kurulur.her daim kaçışın firarın arzusuyla dolu bir bakışla.

‘kuşlar, insan firar edebilir
yuvalarda cenubu arayan bir çocukla,
ve kaçabilir bir dizi mavi boncukla. ‘


kadınlar da vardır kasvetli odalarda. şiirde varlığı netameli biraz da afaki kadınlar..bir merakla görünüp kaybolan... sorar asım : kasvetli odaların kasveti nereden gelir ? ve neden kuşların konması istenmez pencerelerine?.olsa olsa bir vehmin habercisidir her şey.ancak bir kaçış çizgisi de bulunur şiirlerinde asım’ın .

bitmek tükenmez bir kaçış ve firar hazırlıklarıdır her şiiri. vehmin fani raksı başlar başlamaz bir kaçış bir firar hazırlığı da başlar .ve bir yolculuk gibi beklenir akşam. çünkü geceye çıkacaktır sonu.günü yuvalara taşımanın zamanıdır.mevsimden ümit kesilmez.ve bahara yolda kavuşması arzulanan hatıra…

‘dudaklarımda fani raksına başlarken vehim'
kuşlar, akşamı bir yolculuk gibi bekleyelim,
günü yuvalara taşıyın yuvalara.

günahları bir masal cazibesi ile veren tedai'
kuşlar,mevsimden kesmeyin ümidi,
bahara yolda kavuşur hatıra.

kuşlar bu oda kasvetlidir
ve insan firar edebilir
yuvalarda cenubu arayan bir çocukla.'


kuşlara olan düşkünlüğü, kuşlarla olan yoldaşlığı ise daimdir halit asım’ın .taki çürüyene kadar kuşları..

‘ve hikâyesi erdi sona,
nefesi kesilen rüyamın.
uçtu dalların sükûnuna,
kuşları çürümüş dünyamın.’


şiir ile arzunun tüm hallerinin kesiştiği o karanlık rüyanın bir o kadar da ayan beyan ve aşikar yerin .görünür de görünmezin .söylense de söylenmezin.dilin de dilinin tutulduğu yerlerde dile gelen suskunun, suskunluğun, keder ile hederin,içimizdeki iflah olmaz bitmez tükenmez karanlık okyanusu arzunun…

‘niyetimiz yollarda hep günah izleri,
ölesiye yaşamak arzusu denizi ‘


niyazi tunga ‘ya yazdığı 08.09 1940 tarihli mektubunda : ‘ niyazi dertliyim.katıksız ruh haletimi duymalısın. yanı başımda imişsin gibi konuşacağım. tozlu bir resmin dişi hüznüne avuç avuçyem atan günler içindeyim. “ dese de bir taraftan da“allahsız hatıralar” aramaktadır.

baudleaire, mallarme, necip fazıl. ahmet haşim etkisindedir.ve gecenin şairidir. “elem çiçekleri “ hep elinde dolaşmaktadır.dağlarca şiirinden etkilendiği söylense de bu bir etkileşim ve poetik karşılaşma olarak görülmeli ve sadece çocuk ve allah kitabı dolayımıyladır.

‘davet ‘şiirinde de firari düşleri sürer halit asım’ın .sürrealist imgelerle örülü şiirde,  kendini kendinden çözmenin yollarını da bulur asım. kendini kendinden çözme eylemini, bilincin ağırlığı, hantallığı, durağanlığı, yeknesaklığına karşı eski bir tekne gibi kendini kendinden çözmenin ve kafatasını bir yelken olarak kullanmanın,  deniz diplerine inmenin, cerahati akıtmanın, dünya içinde dünyaların üstüne çıkmanın düşünceleri estirmenin ufka açılmanın bir yolu olarak görür.

davet

durma, kendini kendinden,
çöz eski bir tekne gibi…
kafa tasını bir yelken
olarak kullan ve de ki,
“düşüncelerim esiniz!”

yakındır o hain davet…
muradına ermek için,
hudut dışına firar et!
seslere ses vermek için,
de ki, “gelmiyor sesiniz!”


murada ermenin de yolu bulunur.ve o hain davete uyup hudut dışına firar etmenin zamanıdır..hudut alanı bilincin alanıdır.ve sınırlarla doludur.hudut dışına firar arzusu bir doğaya karışma arzusu olarak da okunabilmeli.seslere ses vermek.seslere karışmak seslerle ses olmak arzusuyla yaşar.çünkü orada sınırsız bir ufuk beklemektedir onu.şiirle şiir olacağı ufuk.sınırsız.sonsuz.


"bizim liseli ve ilk sürrealist şairimiz"

arif damar’a göre, edebiyat tarihinde ‘ liseliler’ olarak adlandırılan sürrealist şairler rimbaud ve lautréamont ile karşılaştırılıp "bizim liselimiz ve ilk sürrealist şairimiz" olan asım yıllar sonra unutulmuş ve kayıp bir kıta olarak tekrar keşfedilir.

ki ‘ömür‘ ilk basımından sonra kütüphanede şiirlerini bulup derleyen kemal durmaz ‘a göre “ bu şiir vehmin şiiridir ve cumhuriyet dönemi edebiyatı içerisinde en kesif en şiddetli en güzel biçimini halit asımın şiirinde bulmaktadır..”

orhan kahyaoğlu’ na göre ise"doğaya o güne kadar bakılmamış bir ruh haliyle yaklaşmıştı şiiri. şüphecilik ön plana çıkmış, vehim had safhalarda gözüküyordu. kurduğu dünya, kasvetli ve 'gecegil“ bir dünyaydı. her şeyi gece'yle görmek istiyordu. bu istek onu devamlı vehme itiyordu."kahyaoğlu, halit asım’ın, antolojilere alınmayışı veya unutuluşuna ilişkin yazısında “1950 sonrası çıkan tüm antolojilerde rüştü onur ve muzaffer tayyip uslu’nun şiirleri görülebiliyorsa, halit asım’ı haydi haydi görmek gerekirdi.” itirazında bulunur.

yücel kayıran’a göre ise ahmet haşim ’in etkisindedir asım.hatta halit asım’ın, ahmet hâşim’in poetik çocuğu olduğu iddiasına da değinilir :  “dahası halit asım, ömür’deki şiirlerinde hâşim’le münakaşa ediyor gibidir de. “fani” şiirini birlikte okuyalım: “dinleyin ey fani yapraklarım,/ billûr bakireler ağlamakta../ güller mahzun ve şarkılar yarım,/ “irem” kokuları çok uzakta..// sarhoşluklarımın yabancısı,/ sen ey meçhul belde, bekle biraz../ uzaklaş aşkımın yalancısı,/ aşina yüzlerdeki sürgün yaz..” (06.03.2015 radikal kitap)

emrah yolcu’ya göre “erken ikinci yeni şairi” demek hiç de yanlış olmaz zannımca. şiirindeki sürrealist etkiler, bilinçdışının hakimiyeti, dilin kullanılışı, yoğun imge kullanımları ve özellikle “örtüp perdelerini şuurun/ saklayın orda bir avuç eti” ve “bir güneş dalında uyanıktır” dizeleri kendisinin kesinlikle ikinci yeni içinde anılmasının gerektiğinin göstergesidir. ikinci yeni oluşumundan on yıl evvel yazmış olması bir şeyi değiştirmez. bu akımla ilgili bütün poetik kitaplarda sürrealizm müstakil olarak incelenmiştir. halit asım, hiç olmazsa bu bölümlerde adı geçen ve hakkı teslim edilen bir şair olmalıdır. nasıl ki rimbaud, lautréamont, baudelaire, mallarmé söz konusu olduğunda aloysius bertrand anılmadan olmuyorsa; ikinci yeni söz konusu olduğunda da halit asım anılmalıdır. halit asım’ın ikinci yeni’ye, bertrand’ın adı geçen şairlere bulunduğu cinsten bir etkisinin bulunmadığı muhakkaktır; ama halit asım anılmadan yapılan ikinci yeni ve sürrealizm çalışmaları eksik kalacaktır." (melâmet, eylül-ekim 2015, sayı 4)


ve sağır bir cemiyet içinde ölmek korkusu …

"niyazi, sağır bir cemiyet içinde ölmek korkusu var içimde..." diyen halit asım ‘ın asıl adı halit demirsoy olarak geçmekte. 1918 burdur ilinde doğar.burdur, antalya,
adana ve istanbul şehirlerinde yaşar. halit asım isminin yanında halit asım demirsoy,  celâl sumer, halit çalköy, nazmi sezai, mehmet elsazı takma isimlerini de kullanır. sekiz yaşında yakalandığı “adali romatizma”nın genç yaşına bıraktığı hediye müzmin bir kalp hastalığı nedeniyle antalya lisesi’nden ikinci sınıftayken ayrılmak durumunda kalır. aort kapakçığı yetmezliği nedeniyle 1941 yılında istanbul’da ömrü son bulur.o şimdi feriköy’de ve hep yirmi üç yaşında… arkadaşlarıyla birlikte antalya’da çağlayan dergisini çıkarır. ömür adlı kitabı 1940 yılında kendi çabalarıyla yayımlanır (yılmaz basımevi, istanbul 1940).  edebiyat kanonlarınca görmezlikten gelinir. 1992 yılında ömür’ün ikinci baskısı yayımlanır (korsan yayıncılık.ist.1992). şiirleri ve mektupları ve daha önceki baskılarında yer almayan şiirlerinden oluşan kitabın üçüncü ve genişletilmiş baskısı "ve yayıyınevi"nce  yapılır (istanbul, 2015 ).



kardeşim, aziz dostum, sevgili niyazi… dökülecek hayat birikintileri…  niyazi tunga'ya mektuplar…


“meyve bahçelerini tek kişilik bir deniz kaplıyor.her bahçenin ayrı bir denizi vardır.”
……………………..
" geceler dilsizdir... seslerin sihirli bir yumak gibi kendi, kendine çözülüşünden daha dilsizdir. şimdi artık; ruhum bu dilsizlik içinde şarkılar dinlemeye gidecektir. ah! o şarkılar ki hayat’ın neş’esidir... anlatamıyorum niyazi; her gece tanrıma yalvarırım, beni yok etsin diye... yok olamamak azabını düşün dostum... düşün onu. bu benim için hayatı çılgınca seven bir insanın yarın öleceğini bilmesinden daha mahvedicidir. fakat şu anda, sana, duyduklarımı, uzun zamandır içimde burkulduğum haleti ruhiyeyi 'tam' olarak anlatamayışım beni öldürüyor. sana içimdeki kıyameti anlatabilmek benim için muazzam bir saadet olurdu. anlatamıyorum niyazi... bu anlatılamaz. aynı kıyametin sende de devam ettiğini, ve fakat 'deli alevler'i iradenin mermer odalarından birine kapattığını tahmin ediyorum. o hücrenin kapısını bir an aralık et, duman ve kızıllıklar içinde solgun yüzümü muhakkak göreceksin..."
………………………… “ hayat diyorum, yumulu gözlerin içindedir.sonra boşluk…rüyalar sabun köpükleri gibi parlak içi boş hayaller …unutmak, kaçmak, kaybolmak arzuları,deli niyetler kararlar,vazgeçmeler…hiçlik..,,
( niyazi tunga'ya bir mektubundan )
…………..
"zamanın ıslak süngeri içimden acıların zehrini yavaş yavaş siliyo r ”
………………… “ beni yalnız bırakmamaya çalış ! olmaz (mı) niyazi ? ”




ve şiirler. ..


üç arkadaş

dört resim satın aldık,
duvara çiviledik ömrümüzü.
birisinde akşam oluyor,
taşları kızıl bir mezarlık;
mezarlıkta yürüyen bir ihtiyar.
birisinde şarkı söylüyor balıkçılar...
ve ben bugün hissediyorum dostlardan habersiz,
resimdeki ihtiyara gizlice küstüğümüzü.
birisinde vakit sabahtır,
denizi seyreden iki çocuk,
çocukların gözlerinde 'uzak!..'
uzakta hayal ettiğimiz yaşamak.
birisinde muhteşem bir yalnızlık,
ve uykuma musallat olan bir deniz var.
dağıtırız bu dört resimde hüznümüzü,
şarkılar kayıkları dolduruyor;
ve ufuk kokulu çocuklar gündüzümüzü.
ihtiyar çok yaşayacak,
ve biz bir dua gibi bırakacağız,
kendi denizimizden şikayetçi.
dört resim satın aldık,
bu dört resimdir allahın memleketi...


bir masal

bir masal senin ömrün,
tükenip bittiği gün,
gölgelerde kalıver…

donunca sıcak kanın
bir ölüm kervanının
peşine takılıver…


intihar

ihtiyar, uyuşuk arıların
bitti hafızada bal oyunu.
sakin anlara dönüşü bahtın,
heyhat !şaşırtır ruha huyunu.
bir gizli intihar haberi var
meyvesiz, kilitli bahçelerden
ömrü kavsindeki hırçın israr,
bir yolcuyu bekler gecelerden


hepsi / herşey

böyle kaç sabah olacak
eşyada büyüyen hayret
neyimiz kaldı konuşacak?

bari sen onu terket
murad kapısı yeşil
bu dünya tüten bir ocak
biraz inkara tutul,
izler izlere karıştı
hepsi bundan ibaret.

( 27-28.09.1940 istanbul )



düz şiirler…

‘gecedir.pınarlar şarkı söylüyor.çiçekli tebessümle uykundan uyan meleğim.rüyalar uçup gitsin.sen rüyasın. rüyalar rüya görür mü hiç?.
………..……
gecedir.yeşil balkonuna gelmeyeceksin artık.geceler beni, ben seni bekliyorum.
gözlerim kapanmadan seni uyandırıp balkonuna getirmek mümkün olsaydı ;kalbimi göğsümden çıkarıp onu keskin bir taş gibi pencerene fırlatmak isterdim.
gecedir ‘   ( serenat )

……………

‘rüzgâr ruhumdur. ve sen ruhumun felaket olduğunu bilirsin. fırtınalar diyarıdır orası’
……………
‘pencereyi açma, odana dolsun rüzgar,kemiklerimin pis ve çürük kokusunu taşıyan ruhumdur.kapa ve dışarı bakma.gözlerimin korkunç kuşlarını daireler çizerken görür, sonra onların kestane rengi kanatları altında sakladıkları “ölümün anahtarı”nı çalmaya kalkarsın,,
firar et ve bu gizli yollara bırak kendini…  ( davet )

‘benim aşkım ölümün ta kendisidir..
…………………….
‘hülyam iki bıçaklı bir eldir.parçalanmış beyaz bir kadın göğsünden kanı memelere damlayan sıcak bir kalbi çıkarıp, onu soğumadan bir başka göğsün kafesine. bir erkek kalbinin yuvasına koymak istiyorum.
hülyamı istiyorum.’   ( sayıklama )

 

dizin    üst    geri    ileri  

 



  3  

 SÜJE  /  Sabahattin Umutlu   /  otuz mayıs iki bin on yedi   / 22