MAKALE

Kenan Kalecikli   







Kadın Cinayetlerine Bir Başka Açıdan Bakış


Gün geçmiyor ki haber bültenlerinin ağına yeni bir kadın cinayeti eklenmesin. İşin daha dramatik yanı, bu vahşetin toplumca da bir ölçüde kanıksanmasıdır. ‘’Kim bilir ne yapmıştır da öldürülmüştür,’’ anlayışı, 21. yüzyılda da tükenmiş değildir. Özgecan cinayetiyle birçok kentte eylemler düzenlenmiştir ama toplumdaki çürüme karşısında suya yazı yazmaktan öte etkisi olmamıştır. Gerek yasalardaki ceza yaptırımlarının yetersizliği, gerekse toplumsal algılardaki arızalardan dolayı umulan sonuç bir türlü gerçekleşmemiştir. Bilinçlerdeki kararma öylesine ileri boyuttadır ki, ne yapılsa da kısa vadede etkin bir sonuç almayı beklemek, en sıradan deyimle safdilliktir.

Şimdi sormanın tam sırasıdır: Neden bu kadar çürüdü Türkiye toplumu? Soru budur. Öldürmeyi yasaklayan din inancının da önüne geçen töreler, yıllar yılı ataerkinin yetiştirdiği erkeğin ‘’efendi’’ konumuna getirilmesiyle oluşan çarpıklık, gerek Doğu’nun gerekse Batı’nın düşünürlerince ortaya konan, kadını ‘’ikinci cins’’ sayan sapkınlık, bir de kültürel dokuyu ören şarkı ve türkülerle desteklenince, sonuç hiç de şaşırtıcı sayılamaz. Bunca çürüme baskısına direnebilmek için insan kalabilmek gerekirdi ki ‘’insan’’, bütün toplumlarda azınlıkta kalmıştır. Bu yazının konusu şarkılardaki erkek egemen kültürü anlatmak olduğu ve hiç üzerinde durulmadığı için, bu sarmal sancıyı yalnızca bu yönüyle incelemek gereği duyuyorum.

Gerek müzik sanatı adına ortaya konan arabesk, gerekse ‘’sanat müziği’’ ve ‘’halk müziğinde’’ sayısız eserde kadın öyle aşağılanır ki, alkışlarla dinlenen bu ezgilere yakıştırılan sözler, gerçekte toplumları suçüstü yakalar, bilinmese de.

Tek albümle müzik piyasasında uzunca bir süre etkisini sürdüren Abdullah Yüce’nin şu şarkısının sözlerini hiç düşündünüz mü? ‘’Ölürsem kabrime gelme istemem / İnim inim inle ölme istemem.’’ Sevdiğini sandığı kadının inim inim inleyerek yaşamasını istiyor; ölürse kurtulacak acı çekmekten, buna bile razı olmayan vıcık vıcık bir nefrettir bu; Türkiye toplumu, bu şarkıyı yıllardır aşk şarkısı olarak dinledi, ilginç değil mi?

‘’Beni bir kata, bir yata satarsan / Benzin döküp yakarım seni.’’ Bu da pop türünün şarkılarından biridir. Vahşetini, ilkelliğini, ataerkil kirlenmenin boyutunu sergilemesi için başka ne diyebilirdi ki? İlginçtir, bu şarkıyı dinleyen genç kızlar çılgınca alkışlayarak toplumun aynasına henüz aydınlanmanın çok gerisinde olduklarının izdüşümlerini vermediler mi?

‘’Kırk yıl geçse yine benim malımsın / İsterim ki bir an evvel gelesin.’’ Bir Diyarbakır türküsünün sözleridir bu. Ataerki bundan daha iyi ortaya konabilir miydi? Bir an önce gel de tepene bineyim, kullanayım, bana erkek çocuklar doğur ki bu vahşeti gelecek kuşaklara da aktarayım demenin güzelim halk müziğinin kullanılarak dillendirilmesine karşı ne söylenebilir ki?

‘’İster kölen olayım, istersen öldür beni / Başkasını seversen bil ki yaşatmam seni.’’ Bu da Türk sanat müziğinden tipik bir örnektir. Sevdiğini sandığı kişinin kölesi olmaya bile razıdır (aşk, eşitlerin şölenidir oysa; toplumsal yapıları açısından uçurum olsa bile aşk, iki insanı bir anda eşitler.) Kölesi olmaya hazır olduğu sevgili karşısında eğer başkasını seçerse, bu kez ilah rolünü kendisine uygun görüyor ve onu öldürmekten söz ediyor. Nereden bakılırsa tutarsızlığın resmidir bu.

Sıradan kınamalardan öte geçmeyen toplumsal tepkiler, kadın cinayetlerinin sona ermesi için gerçekçi hiçbir etki gücüne sahip değildir. Sorun çok daha derindedir. Yanlış yetiştirilen erkek, kötürüm ilişkilerin en önemli öznesi olarak çürümeyi gelecek kuşaklara taşıdıkça, toplumsal belleğimize daha nice acıların ekleneceği çok açıktır.

İnsanlar, ruhsal travmalar yaşadıkça beklenmedik değişimler yapabilirler; toplumların dönüşmesi için bir travma beklentisi gerçekçi değildir; bilinçlerdeki kararmanın aşılabilmesi için bilgiye önem veren bir toplum olmamız gerekiyor. Bu ise epeyce uzun bir zamanda gerçekleşebilecek bir dönüşümdür; düşünce ve algı devrimlerinden sonra erkene alınabilir ancak.
 

dizin    üst    geri    ileri  

 



 25 

 SÜJE  /  Kenan Kalecikli  /  yirmi beş mayıs iki bin on altı    / 16