"Mahmut Şenol'un
anlatısındaki 'Sol'a yönelen, eleştiri sınırını aşan sevgisizliği, yalan
yanlış bilgilerle süslenmiş."
'Çerkes Adil Paşa'nın Tahsildarlık Günleri' romanıyla tanınan,
gazeteci-yazar Mahmut Şenol, "Akhisar Düşerken" romanında; 12 Eylül 1980
öncesi Akhisar'la simgelediği bir kasabada yaşananlardan yola çıkarak,
Türkiye manzarası anlatıyor.
Uzun yıllar önce tutulan notlardan yola çıkılarak yazıldığı belirtilen
romanda; Akhisar'a atanan 'Süslü Cafer' adıyla maruf bir trafik polisinin
kasabaya gelmesinden sonra, kasaba insanlarının, Kaymakam, Emniyet
müdürü, Avukat Ziya, kasaba fotoğrafçısı, Lise öğretmenleri olan Melih
Bey, İlknur Hanım, lise öğrencisi İlhan, Kasaba eşrafından İbrahim(ibo),
karısı Firdevs ile bu sayılan kişilerin yakınları ekseninde kasabada
yaşanan büyük değişiklik hikaye edilmiş.
*
'Akhisar Düşerken' romanıyla ilgili kitap tanıtım ve değerlendirme
yazılarında, romanın, kara mizahla yapılmış bir anlatı olduğu ifade
edilmiş. Mizahı bilmiyorum ama Mahmut Şenol'un anlatısındaki 'Sol'a
yönelen, eleştiri sınırını aşan sevgisizliği, yalan yanlış bilgilerle
süslenmiş. 12 Eylül öncesinde verilen devrimci mücadeleyi hiçleştiren,
anlamsızlaştıran çarpık yaklaşımı, dönemi gerçekçi bir biçimde
anlatmasına engel olmuş.
Şüphesiz bu bir yazar tercihidir. Yazar, 12 Eylül öncesi dönemde verilen
mücadeleyi eleştirebilir. Ancak, roman da olsa, kurmaca da olsa,
yazarların nesnel olması, romanın okuyucusuna döneme ilişkin bir tanıklık
metni sunması, bu tanıklığın da öznel değerlendirmelerden çok gerçeğe
dayanması gerektiğini düşünüyorum.
*
Romanda,12 Eylül 1980 öncesi dönemin tamamında Milliyetçi Cephe (MC)
Hükümetlerinin iktidarda olduğu varsayılıyor. "Süleyman başbakan,
başbakan hep Süleyman" şarkısı sanki. Başbakan Süleyman Demirel'in
sözlerini okuyoruz: "Benzin vardı da biz mi içtik?", " Bana sağcılar da
cinayet işliyor dedirtemezsiniz." "Yollar yürümekle aşınmaz", "Elektriğin
komünisti olmaz! Binaenaleyh yazın biz Bulgaristan'dan elektrik alacağız,
kışın Bulgaristan bize elektrik vereceğiz" gibi unutulmaz sözler, dönemi
anımsatmayı sağlayan unsurlar olarak dikkat çekici.
Milliyetçi Cephe ( MC) hükümetleri, "solcu" olduğu varsayılan Cumhuriyet
Halk Partisi (CHP) iktidarına karşı, Adalet Partisi(AP), Milli Selamet
Partisi (MSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Cumhuriyetçi Güven
Partisi ( CGP- Turhan Feyzioğlu'nun Partisi)'nin ilki 31 mart 1975- 21
haziran1977, ikincisinde CGP yok, 21 temmuz 1977-5 ocak 1978 tarihleri
arasında iktidar olan sağ partiler koalisyonudur. 3.MC hükümeti ise
AP'nin kurduğu MSP ve MHP'nin dışardan "kerhen" desteklediği (Kasım
1979-12 Eylül 1980) bir hükümettir.
Ancak tarihlerden de anlaşılacağı üzere aradaki yıllarda ülke tarihinin
en yüksek oylarını alarak iktidarı tek başına almaya yaklaşan Bülent
Ecevit'in başbakan olduğu CHP hükümetleri vardır. Romanda anlatının
başladığı dönemin Ecevit hükümeti olması gerekir. Lise birincisi İlhan,
Romanda belirtilmiyor ama 1975 lise girişli olduğuna göre 1978 üniversite
seçme sınavlarına girer. Roman yazarının, dönem anlatısında bu gerçekliği
dikkate almadan romanı kurmasının, kurmaca da olsa romanı anlamayı
güçleştirdiğini düşünüyorum.
Romanda; 16 mart 1978 üniversite katliamı, çeşitli ünlü gazeteci ve
(yazara göre) ünsüz prof.un öldürülmesi anlatılırken 1979 yılı da
anlatılır. Dönem romanı yazarken okuyucuya tarihi bilgilerin doğru
verilmesi gerektiğine inanıyorum. Tüm ülkede sıkıyönetim ilanı 12 Eylül
1980'de gerçekleşmiştir. Daha önce sıkıyönetim ilan edilen il sayısı önce
13, sonra eklenenlerle 25 civarındadır. (kimi il eklenirken kimi ilde de
kaldırılır) Ama romanda, olaylı 1 Mayıs sonrası tüm ülkede sıkıyönetim
ilan edildiği söylenmektedir.
(12 Eylül öncesinde vurulan, öldürülen öğretim üyelerinin değerli bilim
adamları olması dışında öne çıkmış, tanınmış kişiler olduğu için hedef
seçildiğini düşünüyorum. Cavit Orhan Tütengil, Ümit Doğanay, Bedri
Karafakioğlu, Bedrettin Cömert, Server Tanili'dir kurşunlara hedef olan
bilim insanları.)
*
Akhisar, ünlü bir ilçe merkezidir. Romanlara konu olmuşluğu eskidir,
Yazar Fahri Erdinç (1917-1986), "Acı Lokma" isimli romanında Akhisar
yıllarını, çektiği yoksullukları, acıları çok etkileyici bir dille
anlatmıştır. Hatta "Köfteci Ramiz" adıyla neredeyse bütün AVM'lerde
karşımıza çıkan ünlü Akhisar'lı Köfteci Ramiz(1928 yılından bu yana
faaliyettedir), Fahri Erdinç'in romanında müesseselerinin isminden söz
edilmesinden ve Bodrum'a giderken uğrayan Halikarnas Balıkçısı ve Azra
Erhat'ın sözleriyle marka tanıtımı yapmaktadır. (Mahmut Şenol'un
edebiyatımızın seçkin bir temsilcisinden romanında söz etmemesinden çok,
roman kahramanı Süslü Cafer'in bedavadan bir yemek için Köfteci Ramiz'e
bir kez olsun gitmemesini yadırgadım!!!)
Yazar, romanına bu ismi verirken bu ilçenin geçmişte, 12 Mart öncesi
devrimci hareketlerinin bu yöredeki tarım üreticileri ve emekçileri
arasında çalışma yaptığını, tütün taban fiyatlarının protesto edilmesine
ilişkin Akhisar'da miting düzenlendiğini çok iyi bilmesine karşın
romanında, Akhisar'ın bu niteliğini görmezden gelmiş ve uydurma bir
sendika ismini tarım emekçilerine uygun görmüştür.
Tarım İşçileri Devrimci Sendikası (TİDS) Aynı zamanda TİP ilçe
başkanlığını yapan, evli, çocuklu olmasına karşın, bütün faaliyeti
Bulgaristan göçmeni dul kadınla haftanın 2-3 günü yatmak olan sendika
başkanından başka hiçbir işçinin yanlışlıkla bile gitmediği bir sendika
şubesi... Ne başka bir parti yöneticisi, ne de başka bir sendika yönetici
ya da üyesi herhangi bir işçi, emekçi, hiç kimse sendikaya gitmiyor.
Oysa; geçmişte, Akhisar'da tütün taban fiyatlarının protestosuna yönelik
mitinge binlerce tütün üreticisi katılmış, sonrasında merkezi Akhisar'da
olan Türkiye Tütün Üreticileri Sendikası kurulmuş ve Sendika, yayınladığı
bildiriyle tüm tütün üreticilerini tefeci tüccarlara karşı birlikte
mücadeleye çağırmıştır. Tek cümleyle, Akhisar'ın devrimcilerin üretici
köylü çalışmasında iz bırakmış bir geçmişi vardır. Ama romanda, bu
çalışmanın üzerinden çok da uzun bir zaman geçmemiş olmasına karşın
hiçbir iz yoktur.
Yazarın bu tutumu, 12 mart dönemine bakış açısının, 12 Eylül'den çok da
farklı olmadığına işaret etmektedir.
*
Editör önsözünün başındaki, " Romandaki adı geçenlerin hiçbiri gerçek
değildir. Roman kahramanları ne gerçekte yaşamıştır ne de olayın geçtiği
yer olarak belirtilen Akhisar kasabasında böyle bir şey yaşanmıştır..."
sözlerle romanda anlatılan insanlar ve kasaba anonimleştirilmek
istenilmiştir. Bizim itirazımız işte tam bunadır, yok mudur böyle bir
kasaba ve böyle bir sendika şubesi: şüphesiz vardır.
Ancak 12 Eylül faşist darbesini gerçekleştirenlerin itiraf ettikleri
üzere ülkenin her yöresinde devrimci hareketler (bütün eksiklikleri,
hataları ve günahlarına karşın) emekçi halkı örgütlüyorlar, giderek daha
fazla genç ve emekçiyi mücadeleye katıyorlar, direniyorlardı. Doğrudur,
parçalanmışlardı, mücadeleyi ortaklaştırma konusunda eksiktiler ama
meydanlara on binleri, yüz binleri topluyorlardı. 12 Eylül'ü
gerçekleştirenlerin yayınladığı ilk bildiriler, işçi grevlerinin ve
toplantı- gösteri yürüyüşlerinin yasaklanmasına ilişkindir. 12 MART
başbakanı Nihat Erim'in; anılarına, ülkenin pek çok kentinde gerçekleşen
grev, toprak işgali ve direnişleri anlatarak başlaması ya da 12 eylül
Cuntasının kudretli başkanı konuştuğu her meydanda" biz gelmesek bu
meydanlarda başkaları olacaktı" derken yalan mı söylüyorlardı?
*
Romanda tek bir olumlu kahraman yok. Niçin? Ülkemizin bütün kasaba ve
şehirlerinde; grevli- toplu sözleşmeli sendika talebiyle dernek çatısı
altında örgütlenmiş; öğretmen, sağlıkçı, memur-teknik eleman örgütleri,
devrimci-demokrat sendikalarda örgütlü hak arama mücadelesi veren yüz
binlerce işçi, emekçi, kooperatiflerde örgütlenen üretici köylü,
derneklerde, partilerde, dergi etrafında örgütlenmiş işçi, işsiz, ev
kadınları, esnaf, öğrenci, lise öğrencileri, çıraklar bu dönemin
gerçekliği değil midir?
16-17 yaşında edebiyat bilgisi dışında bir özelliğini (bir de İlkyaz
isimli sınıf arkadaşı ile sevişme dışında), faaliyetini bilmediğimiz genç
dışında haftanın birkaç günü pavyondan, her gün meyhaneden çıkmayan; Edip
Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Can Yücel, (Haydar Ergülen!!!)
şiirleri okuyan, esrarkeş, ayyaştan başka koskocaman kasabada bir tane
olumlu özelliği olan bir insan olmaz mı? Tüm kadınlar cinsel açlık çekip
Süslü Cafer'in altına yatmaya niçin bu kadar hevesli...
Kaymakam'ın karısı öğretmen, onca yıllık evliliğinde demokrat kocasından
hiç mi etkilenmez, ilk fırsatta faşist polisin kucağına atılır. İnsanlar
bu derece kişiliksiz olabilir mi? Orhan Kemal ve Kemal Tahir romanlarında
benzeri görülen tipler aracılığıyla Cafer'le yatmak için sıraya giren
genç, orta yaşlı kadınlar... Bastırılmış cinsellik, cinsel açlık, kasaba
baskısı v.b. sözcüklerle nitelenen bir anlatı, bizce abartılı ve
inandırıcılıktan uzak.
*
Yazar, 12 Eylül öncesi Devrimci Yol hareketinin Cumhuriyet gazetesine
yönelik "okumama " kampanyasını, devrimci gençlerin gazete bayisini basıp
Yeni Ortam, Cumhuriyet, Politika ve (uydurma) Ulusal gazetelerini
yırtmaları, gazete bayisini tehdit edip," bu gazeteleri satma, bunların
yerine; Halkın Güdüsü, Halkın Soluğu ve Halkın Gücü gazetelerini
satacaksın, anlaşıldı mı" demeleri ve bu arada Ortadoğu, Kurtlar gibi
güya faşist gazetelere karışmaması... Açıkça söylemek isterim yalandır.
Böyle bir olay bu ülke topraklarında yaşanmamıştır! Şu olmuştur,
Devrimcileri ihbar eden Aydınlık Gazetesi yırtılmıştır, Politika
gazetesini sattırmak istemeyen olmuştur, tek tek Cumhuriyet satma da
denmiştir ama Yeni Ortam, Cumhuriyet, Politika gazetelerini yırtıp
bunları satma şunları sat 12 eylül öncesi devrimci hareketleri
karalamaktan başka anlamı olmayan yalandan ibarettir. Şüphesiz yanlış
eylemler, politik davranışlar, hareketler eleştirilebilir, yazarın
romanında dönemi anlatırken eleştirmesi doğal. Ama nesnellik, gerçeklik
içerisinde yapılmalıdır bu eleştiri. O zaman eğlendirici olduğu kadar
öğretici, kavratıcı olur edebiyat.
*
Yazarın CHP, Adalet Partisi, TİP, TKP'yi doğru isimleriyle yazıp MHP
dememesini ilginç buldum. Roman boyunca Milliyetçi Cephe Koalisyon
Hükümeti'nin bir parçası olarak MHP yerine Milliyetçiler partisi gibi bir
hayali isim seçmesinin anlamını okuyucunun değerlendirmesine bırakıyorum.
Yazarın 12 Eylül öncesinin polis örgütlerini değiştirmesini de
anlayamadım, tamam belgesel roman, ya da anı roman değil biliyorum ama
bir dönem romanında döneme etkisi olmuş polis örgütünün ismini
değiştirmenin ne gereği var. "...Devletin değil, halkın polisi olmak
istiyoruz" diyerek örgütlenen ve ülkedeki demokrasi mücadelesine katkı
sunmak için kurulan POLDER'in adını Dev- pol, POLBİR'in adını da Ülkü -pol
yapmış yazar. Niçin? Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği
yerine romandaki uyduruk isimler yazmak mıdır, mizah?
Romanda, 12 eylül öncesi dönemde, kitap, dergi okumayan, çalışmayan,
asalak devrimci tipler karikatürize edilerek anlatılmıştır. Yok mudur?
Vardır! Ama, okuyan, bilgili, çalışkan, dürüst, halka ve emekçilere karşı
sorumluluk taşıyan, örgütleyen, mücadele eden, direnen, vurulan, işkence
edilen, öldürülen, idam sehpalarında bile inançlarını haykıran yiğit
gençler, devrimci önderler, emekçi önderleri de vardı. Halk için çalışan,
gecekondu yapan, kazancını paylaşan gençler, işçiler, emekçiler vardı.
Bunlar, ülkenin her yerinde vardı. Akhisar'da da vardı, bugün de vardır,
gelecekte de var olacaktır.
*
Yazarın, romanında solcu, devrimci gençlerin duvarlara yazdığını
belirttiği sloganların dönemi anlatmada yetersiz olması bir yana
yanıltıcı da olduğu düşüncesindeyiz. 12 Eyül öncesinin devrimci, solcu
siyasi hareketleri sloganları seçerken belli bir birikimi gösteren, yer,
zaman, eylem biçimini dikkate alan sloganlar üretir, afiş ve
bildirilerinde bunları kullanır, duvarlara yazar, toplantı ve gösteri
yürüyüşlerinde, mitinglerde haykırırlardı. Faşizmi, emperyalizmi,
sömürüyü, zammı, hayat pahalılığını, zulmü, işsizliği, protesto eden,
özlemlerini, taleplerini ortaya koyan, kitleleri harekete geçiren
sloganlardı bunlar ve kanımca büyük çoğunluğu çok doğru tespit edilmiş
sloganlardı. Örneğin; duvara, " Devrim İçin Savaşmayana Komünist Denmez"
yazılmaz bu slogan yazılacaksa "sosyalist" sözcüğü tercih edilirdi. Bunun
çok anlaşılır nedenleri vardı.
Yanılmış olabilirim ama O yıllarda duvarlara, "Ya Sev Ya Terket", " Bir
Gece Ansızın Gelebiliriz" ya da "Kanlı mı Kansız mı " gibi sloganlar
yazıldığını görmediğim gibi duymadım da... Bu sloganlar, sözler çok uzun
yıllar sonra ülke gündeminde yer alacak, söylenecektir. Yazarın
slogandaki bir sözcüğü farklı yazmasının eleştiri konusu yapılması
yadırganabilir; ancak burada eleştirilen, yazarın dönem değerlendirmesini
doğru yapmamasıdır. Devrimciler, solcular akılsız değildir, sloganı
romandaki biçimiyle yazdıkları zaman hem devletten, hem de halktan
gelebilecek tepkileri bilebilecek bilince sahiptirler. Onun için
"DGM'yi Ezdik, Sıra MESS'te" sloganının hangi örgütün sloganı olduğunu
bilemeyecek kadar "aptal" olamazlar.
Gazete bayisindeki gazeteleri yırtanlar; Aziz Nesin'in "Büyük Grev"
kitabından, bu grevi, TKP dışında, TİP dahil neredeyse bütün sol
örgütlerin eleştirdiğini bilemeyecek kadar "hayatın dışında" olamazlar.
Bu nedenle TİP ilçe başkanı, duvarlara bu sloganı, " DGM'yi Ezdik, Sıra
MESS'te" yazacağız arkadaşlar dediği zaman bizce komik olur. Romanın en
aklı başında kahramanı liseli gencin," işçi-köylü elele" sloganını o
dönemde eleştireceği son yerlerden birisi Akhisar olabilir, Üretici
köylünün, üretimden gelen gücünü en açık ortaya koyduğu yerdir çünkü
Akhisar...
*
Romanda zaman kaymasının eleştiri konusu yapılmasını doğru bulmayanlar
var, olabilir. Ama, ben anlatılan dönemde CHP iktidarı hiç olmamış gibi
romanı kurmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Ayrıca, başka küçük
eleştirilerim de var: kasabalarda, İlçe merkezlerinde, Emniyet
Teşkilatının en üst yöneticisinin 1980 öncesi ve sonraki yıllarda Emniyet
Müdürü değil Emniyet Amiri olduğunu, Emniyet Müdürünün il merkezlerinde
olduğu bilgisine haizim. Çok sonraları, ilçelerde Emniyet Müdürü
olmuştur. Bir de trafik polisi Süslü Cafer'in trafik kontrolünde "taşıt
pulu" eksikliğini düşünmesini fazla hayalci buldum. Taşıt pulu, çok
sonraları, 1988 aralık ayında 3505 sayılı yasayla hayatımıza girecek bir
olgudur.
Bitirirken, romanın "kötü" kahramanı Süslü Cafer'in (Cafer isminin
seçilmesi anlamlı) 15-20 yıl sonra Balıkesir-Susurluk kasabası
civarındaki trafik kazasında öleceğini kahve falında gören, İclal Hanımın
akıbeti beni şaşırttı. Bu derece başarılı! Kahve falı bakan birisinin
gideceği yer, yıldız olacağı TV kanalları olurdu diye düşünüyorum.