Parlak şeyler yazdığı duyulmuştu. Sonra birden içine döndü. Kapandı
kapandı kilitli kaldı.
Onun evinde kimsenin evinde olmayan şeyler vardı. Antika, oyma kapaklı
bir pikap. Çok farklı tablolar. Mahalleye farklı bir boyut katan, kalın
panjurlar. Evinden mistik kokular yayılırdı önceleri. Ama sonra çöp,
sadece çöp kokuları duyulmaya başlandı.
İlk kez çıktı dışarı. O çıkınca Seyhan sokağa fırladı. Lena hiçbir şey
demedi. Seyhan’a bakmadı bile. Seyhan merhamet, acı ve merak karışımı bir
ilgiyle, Lena‘yı sokağın sonuna kadar izledi. Siyah bir tayyör. İncecik
bir kadın Lena.
Mahalle esnafı kendilerini dükkanlarının önüne attı. Lena dünya güzeli.
Sanki biraz küçülmüş. Artık topuklu giymiyor. Esnafın fısıltısı, uzun
cadde boyunca devam etti.
“Çok zayıflamış.”
“Bir yıl kapattı kendini ne yedi? Ne içti?”
“Yas tutar bu ecnebiler.”
“Bir deli Seyhan baktı ona. Yemekler taşıdı.”
“Kovmuş bu ecnebi kendi anasını bile.”
….
Fısıltılar eşliğinde caddenin sonuna kadar, siyah bir tayyörün ince acı
salınışı izledi çarşının esnafı. Sonra birbirlerine tuhaf bir şekilde
baktılar. Bir saat sonra döndü Lena. Birkaç parça yeni çamaşır, küçük bir
başka paket. Sürmesi hafif akmış. Gece gibi karanlık yürüyüp geçti.
Meraklı birkaç bakış ve Seyhan’ın gizlice göz hapsi eşliğinde kapıya
vardı. Önce durakladı. Sonra hızlıca istavroz çıkardı. Kapıdan içeri
girdi.
Seyhan penceren içeri çekti gözlerini. Esnaf kendince birkaç fısıltı
etti.
“Deli Seyhan çığlık attı gece yine.”
“Kocası eskiden böyle değilmiş. Çok dövmüş zamanında.”
“Belki de Lena’ya gitmesini istemiyordur.“
“Haşim karışmaz karısına, dedikodu hepsi. “
“Sakalları çıkmış. Sinir ilacından diyorlar.”
“Olmaz öyle şey…”
….
İlk kez pikabın sesi duyuldu. Kocasının ölümünde sadece Ave Maria
ilahiler duyulmuştu. Birkaç kadın, mumlar, mistik bir koku. Sonra
kapatmıştı kendini. İşte o zaman meraklı gözler, acıyan gözlere
dönüşmüştü. Sokağa ilk taşındığı zamanlarda Lena daha dışa dönüktü. Türk
kadınlar eve geldikçe, bakışlar, yargılayan haller, onu sürekli
yadırgayanlar yüzünden her geçen gün biraz daha içine döndü Lena. Eşinin
ölümünden önce, her gece daktilo sesleri gelirdi. Bir duvar piyanosundan
ara sıra dışarıya tuşların sesleri duyulurdu. Pikap eşliğinde şarkılar
söylediği de olurdu. Bakışlar ve tavırlar, Lena’nın tüm emeklerini gün be
gün törpüleyen, ezen bir hale geliyordu. Daha az pikap sesi, daha az
piyano tuşları, daha az daktilo tıkırtısı. Panjurlarını hiç açmaz, gün
vakti içeride ışık yakar olmuştu. Eşinin sağlığında, sesi hiç dışarı
taşmamıştı. Ama şu son bir yılda, dışarıya kavga sesleri duyulmaya
başlamıştı. Evde kimse olmadığı halde, kendi kendine konuştuğu olurdu.
Önceleri insanların yüzlerine bakan Lena, başını yukarıya çevirmiş,
sadece yıldızlara bakar gibi, gece gibi yürümeye başlamıştı. Adımları
geceydi artık. Yaz sonu, güzden önceki güzden kalma eski soğuklar.
İnsanlarla mesafenin zamanla bir bağını kurmuştu Lena. Onun gecesi
gündüz, gündüzü gece oluyordu. Gün yüzü, benekli kara yıldızlara
bakıyordu. Kibir dağlarının doruğuna çıkarken bir gün yoruldu. İnsanlara
aynı hizada, aynı zamanda bakmaya çalıştı. İşte o an fark etti. Türk
kadınları onu ezmiyordu. Onu yadırgamıyordu. Kadınlar aslında kendi
hayatlarını yadırgamış, kendilerini eziyordu. İçinde bir başka ezik bir
boyut keşfetti. Farkı yoktu. Türk kadınlarına kucak açınca, kadınlar
Seyhan’ı itiyordu. Hayır. Baktı Lena tekrar kendine bakınca, Seyhan’ı
itenin kendisi olduğunu, diğer kadınların Seyhan’ı iteceğini
düşündüğünden Seyhan’ı ittiğini anladı. Değişik bir denklemi vardı
hayatın. Lena Seyhan’ı yanına çekince de, diğer kadınlar çekiliyordu
kenara. Kilolu, sakallı, acı acı bağıran Seyhan, sokağın ağırlık
merkezini değiştiriyordu. Yaz sonu, dedikodu dalgası, Lena ve Seyhan’ın
dostluğuyla, eylül ayını bozguna uğratıyordu. Bu yaz sonu eylül ayı
tersten esti. Yaşamın ağırlık merkezi değişiyordu.
Arada sırada Lena’nın erkek kardeşinin ona uğramasıyla her şey dengesini
yitiyordu. Çünkü kimsenin bir kardeşten haberi yoktu. Fısıltılı, tersten
esen eylül yarısıydı. “Kapatmasıymış diyorlar.” “Genç bu adam. Lena ‘nın
parasını yiyordur.” “Pazarlıyormuş Lena’yı”.. kendi kurdukları dünyaya
inanmanın ters rüzgarları bir gün insanları galeyana getirdi. Herkes onun
kapısına dayandı. Seyhan kapıyı tuttu. Kalın panjur açıldı. Lena elindeki
kağıtları çıkarıp hepsine gösterdi. Tımarhaneden izin ile çıkarılmış bir
erkek kardeş. Esnaf, işçi, Türk kadını hepsi birden utandı. Günlerdir
ters esen rüzgar, lağımlardan kokular getiriyordu. Sokak çürümüş et gibi
kokuyordu. Kalın panjur açılınca, temizlik, sabun, tütsü kokusu duyuldu.
Lena onlara yine gece gibi baktı. Kara benekli yıldızları izler gibi,
yüzlerine uzak baktı. Gecesi yine gündüz oldu. Gece gibi yürüdü
aralarından. Hiç birinin yüzüne, hizasına bakmadı. Gece yürüyüşü asaletli
durdu bu sefer.