ANI - ANLATI

Abdullah Şanal   







 İYİ Kİ DOĞMUŞUM


İyi ki doğmuşum. Anamla babamın ilk çocuğuyum. Ben doğduğum sıraları, yaz ekini oraktaymış. Anam, tarlada sancılanmış. Şair ve yazarlığa damardan bağlanıp tutunmaya başlayınca, sık sık sorardım rahmetliye: "Anacığım, ben ne zaman ve nasıl doğdum?" Yüzüne, yorgun ama ışıklı bir gülümseme düşerdi!..

İlk çocuk olduğumdan sevincin de, çekilen sıkıntı ve acının da katmerlisini gördüm. Ortalama bir yaşantım olmadı benim. Benliğime karışan doğayı; canlı-cansız varlıkları, kuşları, bitkileri, börtü böceği, birlikte yaşamın gücünü hep sevdim; yaşama sevincimi pek yitirmedim. Yazarlık tutkusu beni düşündürüp-yorup, soluk benizli biri yapsa da, tıkandıkça özlemle sarıldığım çocukluğuma döndüm. Çocukluğum büyüttü renkli yazarlığımı! Yazdıkça dolup-taşan boy boy defterlerimi, kağıt demetlerini atmaya kıyamayıp gömü gibi saklamışım. Kolilerden çıkarıp açınca zarflarını içinden çıkamadım; gizemli düşlere dalıp şaşırdım kaldım. Bu, felsefeye yatkın gençliğimin delice sayıklamaları; yatağını oyup yıkan, ne bulduysa sürükleyerek akan boz-bulanık nehir gibi. Ben onların bu köpüren, bu savrulan kusurlu coşkusunu, bu inançlı gem vurulmaz tutkusunu vahşi ve güzel buldum. Yazık, defterlerde unutulup kimsesiz kalmasın!. Yeri geldikçe kimini; iki ciltlik anı kitaplarımda kullanacağım. İyi ki doğmuşum ve yaşıyorum. Askerde iken karalanmış, şu başlıksız iki yazım da onlardan işte. Anlatan da, anlatılmak istenen de sanırım benim!?..

*
Sayın filozof ve düşünürler; kişinin kendisini doğal akışa bırakmayarak suçlayıp, eleştirip, çekiştirip durmasını; o kişide büyüyüp gelişme ivmesinin durduğunun, yetersizlik ve kuruntu çemberi içinde sıkışıp çöküşünün, değer yitimine uğrayıp tükenişinin delili sayarlar. Onların haklı ya da haksız oldukları savında değilim. Ne var ki bazıları, kendilerini en zalim yergilerle hırpalamaktan kurtulamıyor. Kendisini zavallı, başkalarını 'en iyi' olarak görüp karşılaştırarak kıskanıyor!, Özgüvensizlik kötüdür. Böyleleri, güçsüzlüklerinin kendilerine hazırladığı körkuyular içinde döner dururlar. Acınası ve tehlikelidirler!.

Bazen aynanın karşısına geçip gözlerdeki yorgun halkaların kaybolmasına, bazen eğri bir burnun parmakla oynamakla düzelip güzelleşeceğine harcanan saatler boşuna çabadır. Boş kişiyi; karamsarlığın, umutsuzluğun kucağına düşürüp yalnızlığa iter. Yapacak iş mi yok! Oku, düşün, öğren, uygula.. Beynini süsleyince, değişip güçlenerek yararlı olduğunu, sevilip-sayıldığını görecek ve sevineceksin. Daha da önemlisi saklayıp-saklandığın kabuğundan çıkıp sosyalleşerek kendini seveceksin. Zaten, " Her şey, bir insanı sevmekle başlar!" ( Sait Faik Abasıyanık). Ve de " Sevgi, bilgiden doğar!" (Leonardo Da Vinci) demişler.

İşin bir başka yönü de aşırı titizlik. Aşırı titizlik; her gün, her şeyin daha fazlasını isteyiş; düşüncede, üretimde, aşkta-meşkte en iyisini, en güzelini yani mükemmelini arayıştır. Oysa 'mükemmel' diye bir şey var mı, yok mu belirsiz? Belki de hiç olmadı. Var ise kim, nasıl ve ne zaman ulaşmış!. Tanrısalca bir duyum içinde kusursuzu bu arayış inadı insanı gerer! Huysuz, hoşgörüsüz, çekilmez biri yapar. Beğenmezlik-yetinmezlik bir hastalık aslında. İnsan, kendinin kurdu! Elinin tersiyle itersen bulduğun mutluluğu, an gelir gerçeğin acı şamarı yüzüne iner! Mükemmellik, Azrail'in tırpanında mı yoksa?. Hüzünlerin, acıların, ağrıların son bulduğu, her şeye veda edilen tatlı bir büyüdür ölüm!...

**
Yıl 1947. Ağustos ayının başları. Güneş'in ilk ışıkları durgun bir gölün yüzünü öpüp tembel tembel göğe yükselirken, köylüler ekin biçiyordu. Düzgür kırsalındaki tarlalar, köye biraz uzaktır. Bizimkiler topluca, gün doğmadan yola düşüp geldiler..
Öğlene dek yarılanan tarlada, erkeklerin biçtiğini kadınlar deste yaptı. Ve her şey olağandı. Hafif bir yel esiyordu Anamaslar'dan. Heybeler, asılı olduğu meşe palamutlarından indirildi. Testilerin suyu, kuyudan tazelendi. Azıklarını çıkarıp yere serdiler ve bir güzel toplanıp iştahla yediler. Yemeğe; karşıdaki Hacıakif Adası'na karadut toplamaya giden oğulları Hayri de yetişti. Kalabalık aile, yeniden güç tazeleyip ayağa kalkarak ekine girişti!..

İkindi ezanı okunurken, yaşlılar saf bağlayıp namaza durmuştu. Doğada her şey olağan akışındaydı. Bir kaç tarla kuşu havalanıp, Bayındır'a doğru uçtu. Bir körpe gelin aniden vuran sancıyla burkulup yere yığılınca; gençler korkuya kapılıp koşuşturdular. Yaşlı kadınlar, olacağı biliyor–bekliyor gibiydiler. Yüzlerinde ne sevinç ne de üzüntü olduğu belirsiz buruşuk bir koyuluk gezindi.. Telaşlı biri: "Elif Bacı, ha şöyle geliver" diye ünledi. Elif, evliliğinin üçüncü yılında bir taze gelindi. Halden bilirce ve işveli göz kırptı. Cemre'nin anasına: "Hanım Nine, kızının vakti tamam aboov" deyip esenledi.

Erkekler, atları eyerlemiş, eşeği semerlemiş dönüşe hazırdılar. Hanım Nine, bir komutan edasıyla, erkeklere: "Siz önden gidedurun, kağnı ile biz size yetişiriz! diyerek, başından savdı. Erkekler; "Deh-daha-cık cık " sesleri içinde yola düzüldü. Kalanlar; doğacak ilk çocuğun telaşlı sevinci içinde; çuval, kilim, çaputtan bir yatak hazırlayıp, kuyudan su taşıdılar. Cemre gelin, ecel terleri dökerken; gürbüz bir bebek ağlayışı, tarlaları aşıp dağları sardı!.. Kadınlar gururla gülümseyip: "Nazar değmesin maşallah, ne de yağızmış oğlumuz, okur da büyük adam olur inşallah. Tuuu tuu destur!" nakışlı dualar okuyup üfleyerek kağnıyı köye sürdüler..

Yıllar çabucak geçti. Atalar toprağında serpilip gelişerek büyüyen çocuk, ilkokul çağına erişti! Özgür, hareketli, mutlu ve sevecendi. O'na 'altın çağını' yaşatıp, geleceğe hazırlayan kutlu atalarını hiç unutmadı. Zorlu okullardan geçti. Okudukça gelişti, yurtseverlik sevdasının bilinçli, düşünen, üreten etkin bir neferi oldu!..

dizin    üst    geri    ileri  

 



 22 

 SÜJE  /  Abdullah Şanal  /  yirmi sekiz kasım iki bin on yedi   / 25