ANMA  

Geçmişin Günümüzü!

İLHAN ERDOST' un Anısına    





Muzaffer Erdost

"O Bir Gülüştü"

Ölümün geldiğini bilmeden gitti o. Soluk alamadığı zaman, "nefes alamıyorum!" diyebildiği son sözlerini söylediği zaman bile. Son sözlerinin son sözleri olduğunu bilmeden ayrıldı yaşamdan. Yaşamla içiçe, yaşam coşkusuyla içiçe, geleceğe sözlü bir insan, ölümü nasıl uzakta bir şey olarak düşünürse öyle. Askeri Cezaevi'nin dış nizamiyesi önüne bizi arabasıyla getiren amcamla Rana'dan ayrılırken biz, İlhan, "Ağabey" diye seslenmişti hemen iki adım arkamdan, "baksana Rana ablam ağlıyor". Geriye dönmüştüm. İlhan gülerek, "Ağabeyim bu kadar içeri girdi, seni ağlarken görmedim, Rana abla, şimdi ne oldu?" demişti. Rana, "Bu, başka bir şeye benziyor İlhan!" diye yanıtlamıştı sorusunu, son sorusunu. İkimizi, iki kardeşi, bu kez, cezaevine birlikte girerken görmenin ötesinde bir duygu olmalıydı.

İlhan gülerek yürümüştü cez aevinin nizamiyesine. Gülerek giriverdik, cezaevinden içeri. Yüzlerce kez geldiği, görüş için, ilaç fanila getirmek için, kitap ve dosya getirmek için yüzlerce kez geldiği cezaevlerinden birine ilk kez giriyordu. İlk kez kelepçeleniyordu. İlk kez kelepçelendik dış nizamiyeden iç nizamiyeye gidene değin. Ölüm bana daha yakın, ölüm benden daha uzaktaydı İlhan'a.

Onu verdikten sonra düşünüyorum da, İlhan, son üç yılında, ölüme kurulan pusudan birkaç kez dönmüş, ama onun ölümden döndüğünü bilememiştik. Kasım 1979'da yedi kişinin kurduğu pusudan İlhan çıkardığında beni, ölümü yalnızca benim için düşünmüştük. Pusunun hedefinde İlhan'ın olduğunu, olabileceğini düşünmek bile istememiştik. Devlet dairelerinden devşirme bir belediye otobüsü, İlhan'ın duran arabasını ikiye katladığı ve İlhan'ın ölümden kılpayı kurtulduğu zaman da, bunun bir tertip olduğunu düşünmeye yanaşmamıştık.

Daha dün bir savcılık kararı geçiverdi elime. Bir dost göndermiş İzmir'den, İlhan'ın bir "sunuş" yazarak yayınladığı "Görünmeyen Hükümet CİA" hakkında bir toplatma kararı bulunduğunu öğrendim bu belgeden.

Cezaevi iç nizamiyesinde, hangimizin küçük olduğu saptanmak istenirken de, ne İlhan ne de ben, ölümü göremedik.

İlhan'ın ölümünden sonra anlattılar. Babam, çocukken İlhan'ın yıldız falına bakmış. Yıldız falı adıyla andıkları bir kitaba. İlhan'ın otuz altı yaşında öldürüleceğini okumuş falında. Öldürüldükten sonra da ününün tüm ülkeye yayılacağını. O zaman rengi uçuvermiş İlhan'ın. Bu ürküsünü uzun süre içinde taşımış olmalı ki, akraba çocukları, herhangi bir isteğini yerine getirmediği zamanlar, "Ama ben öldürüleceğim, o zaman üzülmez misin?" diye üstelermiş. Büyüyünce unutmuş olmalı ki, kendisinden hiç işitmedim bu anısını.

Yayınlanan tutanaklardan okumuştum. Doğan Öz'e tabancasını doğrultup ilerleyen katil, onunla bir an göz göze geldiğini anlatır. Doğan'la ölüm arasında, Doğan'ın ölümü düşünmesiyle ölümü arasında kısa da olsa bir an bulunduğu düşünülebilir. İlhan'ın ölümü bir an olsun görememiş olması, belki onu düşünürken dindirici olabilir, ama onu vermiş olan benim için acıyı büyüten bir "körlük"ten başka ne ki!

Kimi dostlar benden, İlhan'ın yazılarını istiyor, örneğin yazın ve sanat konusundaki yazılardan birini ya da birkaçını. Ya da başka bir konudaki yazısını. Açıkça söylemem gerekir. İlhan birkaç önsöz, birkaç yanıt dışında, yazı yazmadı. O, düşüncesini, iki yayınevinde ve yaşamında somutlaştırdı. Ülkesinin demokratikleştirilmesi, bağımsızlaşması ve devrimcileşmesi doğrultusundaki yaşayışında yansır onun düşüncesi. Burada anlatılması bugün için erken bulduğum yaşamında, özverili yaşamında ve savaşımında tümleşir ve yücelir varlığı. Metin'in onun için yazdığı ilk şiirlerinden birinde söylediği gibi, "İlhan, "sessiz bir kahramanı"dır savaşımızın. Öldürüldüğünde, öldürüldüğünü yazan ve kendisini tanımayan bir gazetede, küçük bir haberde "İlhan Erdost adlı biri"dir, ve kendisini tanıyan gazete ise altı sütuna manşet.

Öldürümü seçenlerin yöntemleri zamanına göre değişir. Ama her zaman bir "değer"i, bir "değer" olanı seçerler. Amaçlarına göre değişir yöntemleri. kimi zaman adları yaygın olanı, kimi zaman adları bilinmeyeni. Bu seçiş bilinçli bir seçiştir, zamana göre değişen bir seçiştir. Bize, hangimizin büyük olduğunu sorduklarında, kâğıt üzerindeki bir yanlışlığı düzeltmek istediklerini sandığımızda, İlhan'ın seçilmiş olduğunu anlayamamanın, bu körlüğün acısıyla da dolu dolu oldum, olacağım.

Politzer için bir dostunun yazdığı yazı, "O Bir Gülüştü" diye başlar. İlhan için de yinelenebilir. O Bir Gülüş'tü. Yalınlığın gülüşü. Özverinin gülüşü. Umudun gülüşü. Bağımsızlığın gülüşü. Özgürlüğün gülüşü. Çocukların gülüşü. Gülüşün gülüşüydü. "İlhan İlhan" diye seslendiğim zaman ilk kez gülmediğinde, sustuğunda, onun henüz sıcak bedeninin, ölümle buluştuğunu nasıl bilemedim.

İlhan, biliyorum, yalnız "İlhan" değil, "İlhanlar" o. O, kendi anlamının üstünde ve ötesinde, nice kardeşinin adını, bir bakıma kendi adında da simgeliyor, küçük dostlarının, ağabeylerinin adını da.

Sizlere, hepinize, hepimizden kucak kucak sevgi, binlerce öpücük. Gülüşü düşürülmüş evlerden, gülüşü düşürülmüş yüzlerden, umudu ve inancı düşürülemeyecek olandan size, hepinize sevgi, selam.

_______________________

Nitelik Derleme, Aralık 1982 

Desen : Sait Munzur


dizin    üst    geri    ileri  

 



 38 

 SÜJE  /  Muzaffer İlhan Erdost  /  yirmi beş kasım iki bin on beş     13