Yargıç bana söz verince hiç konuşmadım. Onun yerine başımı çevirip tozlu,
büyük, hafifçe çatlamış iki kanatlı pencereden karşıki apartmanın
sıvaları dökülmüş çirkin yan duvarına can sıkıntısıyla baktım. Bir
güvercin ya da kumru pencereyi aşağıdan yukarı çaprazlamasına kat etti.
Canım bir sigara yakmak ya da hiç olmazsa temiz bir bardak su içmek
istiyordu. Salonda neden bulunduğumu ve davanın niteliğini tamamen
unutmuştum. Herkes bana bakıyor, az da olsa bir şeyler söylememi
sabırsızlıkla bekliyordu. Benden önce hemen herkes uzun uzun, tutkuyla
konuşmuştu ve şimdi de sıra bendeydi. Çılgınca bir hareket yapmak
istemiyordum ama benden neyi söylemem beklendiği konusunda tamamen
bilgisiz, hazırlıksızdım. Acaba sevdiğim şiirlerden birini mi okusaydım?
Belki bir mucize olur, sonuna kadar sözümü kesmeden dinlerlerdi. Daha
önce bir topluluk önünde şiir okumuş değildim hiç. Elbette kısa, etkili,
aynı zamanda herkesin anlamlandırabileceği türden özel bir şiir
olmalıydı. Belki de kendiminkilerden biri. Ben birkaç saniye içinde
bunları düşünürken herkes birdenbire ve aynı anda, sanki benim
işitemediğim kesin bir komut almışçasına ayağa kalkıp sessizce salonu
terk etti. Sıvaları dökülmüş duvar ve ben baş başa kaldık. Ben de haliyle
duvara hitaben kısa bir şiir okudum ve biraz zorlanarak da olsa
pencereden atlayarak gürültülü, kalabalık sokağa çıkıp keyifli adımlarla,
hafifçe ıslık çalarak çarşıya doğru yürümeye başladım.
KÖY EVİ
Günlerden pazardı. Arada bir yağmur serpiştiriyordu. Köy evinin buz gibi
soğuk salonunda tek başıma oturuyor, huşuyla klasik müzik dinliyordum.
Göğsümde bir kurşun yarası vardı. Kan, müziğin ritmine uygun olarak, orta
kalınlıkta kızıl bir ipliğin makaradan zevk ve rahatlıkla akışı gibi,
kara kurşun deliğinden sızıp kucağımda süratle birikiyordu. Beni kimin,
neyle vurduğunu bilemiyordum. Belleğim tamamen iflas etmiş, belki
çocukluk anılarım hariç her şeyi görünmez bir çöp kovasına ya da kuyuya
karmakarışık fırlatmıştı. Bir gözüm hiç görmüyordu. Elimle yoklayınca
gözkapaklarımın birbirine açılamaz şekilde yapıştıklarını ve irine benzer
iğrenç bir sıvıyla kaplı olduklarını dehşetle fark ettim. Ardından dev
bir ineğin hüzünlü haykırışı işitildi. Sanki biri çok uzaklarda güçlükle
ve nedenini kendi de bilmeksizin küçük bir ateş yaktı. Üşüyen ellerimden
birini şöminedeki zayıf alevlere doğru uzattım ve hemen o anda feci
derecede yanan canımın acısıyla kısa bir çığlık kopardım. Elimi şöminenin
alevlerinden süratle geri çekişim, hüzünlü müzik parçasının yavaşlayarak,
neredeyse can çekişerek sona erişi, nadir rastlanacak şiddetteki gök
gürültüsünün kopuşu, salonun doğrudan sokağa açılan tahta kapısının
rüzgârın etkisiyle bir anlığına sarsılıp gıcırdayışı, bir kedinin panik
ve şaşkınlıkla miyavlaması, hepsi bir an içinde oldu.
YALNIZLIK
Başım ağrıyordu. Balkonda oturmuş, trafiği ve kaldırımdan geçen üşümüş,
evlerine doğru süratle yürüyen insanları izliyordum. Saat akşam beş
sularıydı. Sabahtan beri hiç alkol almamış, zincirleme sigara içmiş,
sevdiğim şarkıları kararlılıkla mırıldanmıştım. Neredeyse bir aydır hiç
ziyaretçim olmamış, ben de evden dışarı çıkmamıştım. Geceleri uyuyamıyor,
gündüzleri toplamda birkaç saat olmak üzere kısa sürelerle kestiriyordum.
Uykuyla uyanıklık arası, vücudumu ve beynimi hiç mi hiç dinlendirmeyen
berbat bir uykuydu bu. Yanlış hatırlamıyorsam, bundan bir ay öncesine
kadar benim de herkesinkinden farksız, normal bir yaşantım ve bir ailem
vardı. Sonra ne olmuşsa olmuş, koca evde tek başıma, korkmuş bir halde
kalakalmıştım. Aile bireylerinin hiçbirini, hatta toplamda kaç kişi
olduğumuzu bile anımsamıyor, yalnızca bir zamanlarki varlıklarından her
nasılsa emin bulunuyordum. Hatırlamadığım bu kişi ya da kişileri özlemem
de olanaksızdı doğallıkla. Yokluklarını kuvvetle hissettiğim şeyler vardı
gerçi ama ne oldukları hakkında tahmin bile yürütemiyordum. Belki
yalnızca derin bir uyku… Salondaki masanın tam ortasında ‘’Günlük’’ adlı
kalın, sarı bir defter vardı fakat onu açıp da okumaya cesaret
edemiyordum bir türlü. Belki de içinde kaldıramayacağım korkunçlukta
şeyler yazılıydı. Bir ara onu yakmayı düşündüysem de, sonradan peyda
olabilecek şiddetli bir merak duygusunun beni yiyip bitireceği
endişesiyle bu iğrenç sabotaj girişiminden vazgeçtim… Şimdi, kapıyı çalan
biri olursa kesinlikle açmayacağım. Bunun bir yanılsama olduğunu,
gerçekte kapımın hiçbir zaman çalınmadığını varsayacağım. Ölümsüzlüğe ve
yalnızlığa alışmalıyım.