ÖYKÜ

Korkut Kabapalamut  






 
ÜÇ KISA GARİP ÖYKÜ


MAHKEME

Yargıç bana söz verince hiç konuşmadım. Onun yerine başımı çevirip tozlu, büyük, hafifçe çatlamış iki kanatlı pencereden karşıki apartmanın sıvaları dökülmüş çirkin yan duvarına can sıkıntısıyla baktım. Bir güvercin ya da kumru pencereyi aşağıdan yukarı çaprazlamasına kat etti. Canım bir sigara yakmak ya da hiç olmazsa temiz bir bardak su içmek istiyordu. Salonda neden bulunduğumu ve davanın niteliğini tamamen unutmuştum. Herkes bana bakıyor, az da olsa bir şeyler söylememi sabırsızlıkla bekliyordu. Benden önce hemen herkes uzun uzun, tutkuyla konuşmuştu ve şimdi de sıra bendeydi. Çılgınca bir hareket yapmak istemiyordum ama benden neyi söylemem beklendiği konusunda tamamen bilgisiz, hazırlıksızdım. Acaba sevdiğim şiirlerden birini mi okusaydım? Belki bir mucize olur, sonuna kadar sözümü kesmeden dinlerlerdi. Daha önce bir topluluk önünde şiir okumuş değildim hiç. Elbette kısa, etkili, aynı zamanda herkesin anlamlandırabileceği türden özel bir şiir olmalıydı. Belki de kendiminkilerden biri. Ben birkaç saniye içinde bunları düşünürken herkes birdenbire ve aynı anda, sanki benim işitemediğim kesin bir komut almışçasına ayağa kalkıp sessizce salonu terk etti. Sıvaları dökülmüş duvar ve ben baş başa kaldık. Ben de haliyle duvara hitaben kısa bir şiir okudum ve biraz zorlanarak da olsa pencereden atlayarak gürültülü, kalabalık sokağa çıkıp keyifli adımlarla, hafifçe ıslık çalarak çarşıya doğru yürümeye başladım.



KÖY EVİ

Günlerden pazardı. Arada bir yağmur serpiştiriyordu. Köy evinin buz gibi soğuk salonunda tek başıma oturuyor, huşuyla klasik müzik dinliyordum. Göğsümde bir kurşun yarası vardı. Kan, müziğin ritmine uygun olarak, orta kalınlıkta kızıl bir ipliğin makaradan zevk ve rahatlıkla akışı gibi, kara kurşun deliğinden sızıp kucağımda süratle birikiyordu. Beni kimin, neyle vurduğunu bilemiyordum. Belleğim tamamen iflas etmiş, belki çocukluk anılarım hariç her şeyi görünmez bir çöp kovasına ya da kuyuya karmakarışık fırlatmıştı. Bir gözüm hiç görmüyordu. Elimle yoklayınca gözkapaklarımın birbirine açılamaz şekilde yapıştıklarını ve irine benzer iğrenç bir sıvıyla kaplı olduklarını dehşetle fark ettim. Ardından dev bir ineğin hüzünlü haykırışı işitildi. Sanki biri çok uzaklarda güçlükle ve nedenini kendi de bilmeksizin küçük bir ateş yaktı. Üşüyen ellerimden birini şöminedeki zayıf alevlere doğru uzattım ve hemen o anda feci derecede yanan canımın acısıyla kısa bir çığlık kopardım. Elimi şöminenin alevlerinden süratle geri çekişim, hüzünlü müzik parçasının yavaşlayarak, neredeyse can çekişerek sona erişi, nadir rastlanacak şiddetteki gök gürültüsünün kopuşu, salonun doğrudan sokağa açılan tahta kapısının rüzgârın etkisiyle bir anlığına sarsılıp gıcırdayışı, bir kedinin panik ve şaşkınlıkla miyavlaması, hepsi bir an içinde oldu.




YALNIZLIK

Başım ağrıyordu. Balkonda oturmuş, trafiği ve kaldırımdan geçen üşümüş, evlerine doğru süratle yürüyen insanları izliyordum. Saat akşam beş sularıydı. Sabahtan beri hiç alkol almamış, zincirleme sigara içmiş, sevdiğim şarkıları kararlılıkla mırıldanmıştım. Neredeyse bir aydır hiç ziyaretçim olmamış, ben de evden dışarı çıkmamıştım. Geceleri uyuyamıyor, gündüzleri toplamda birkaç saat olmak üzere kısa sürelerle kestiriyordum. Uykuyla uyanıklık arası, vücudumu ve beynimi hiç mi hiç dinlendirmeyen berbat bir uykuydu bu. Yanlış hatırlamıyorsam, bundan bir ay öncesine kadar benim de herkesinkinden farksız, normal bir yaşantım ve bir ailem vardı. Sonra ne olmuşsa olmuş, koca evde tek başıma, korkmuş bir halde kalakalmıştım. Aile bireylerinin hiçbirini, hatta toplamda kaç kişi olduğumuzu bile anımsamıyor, yalnızca bir zamanlarki varlıklarından her nasılsa emin bulunuyordum. Hatırlamadığım bu kişi ya da kişileri özlemem de olanaksızdı doğallıkla. Yokluklarını kuvvetle hissettiğim şeyler vardı gerçi ama ne oldukları hakkında tahmin bile yürütemiyordum. Belki yalnızca derin bir uyku… Salondaki masanın tam ortasında ‘’Günlük’’ adlı kalın, sarı bir defter vardı fakat onu açıp da okumaya cesaret edemiyordum bir türlü. Belki de içinde kaldıramayacağım korkunçlukta şeyler yazılıydı. Bir ara onu yakmayı düşündüysem de, sonradan peyda olabilecek şiddetli bir merak duygusunun beni yiyip bitireceği endişesiyle bu iğrenç sabotaj girişiminden vazgeçtim… Şimdi, kapıyı çalan biri olursa kesinlikle açmayacağım. Bunun bir yanılsama olduğunu, gerçekte kapımın hiçbir zaman çalınmadığını varsayacağım. Ölümsüzlüğe ve yalnızlığa alışmalıyım.


dizin    üst    geri    ileri  

 



  5  

 SÜJE  /  Korkut Kabapalamut  /  yirmi yedi kasım iki bin on dört     7