Sait
Faik Abasıyanık 18 Kasım 1906’da Adapazarı’nda doğdu. Çocukluğu
Adapazarı’nda geçti. İlköğrenimini Rehber-i Terakki Okulu’nda yaptı.
Ortaöğreniminin bir bölümünü İstanbul Erkek Lisesi’nde, bir bölümünü ise
Bursa Lisesi’nde tamamladı. Yükseköğrenimine İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nde başladı. İki yıl sonra babasının
isteği üzerine, iktisat eğitimi için Venedik üzerinden İsviçre’ye gitti.
Lozan’da kısa bir süre kaldı ve daha sonra üç yıl yaşayacağı Fransa’nın Grenoble kentine geçti.
1933 yılında eğitimini yarım
bırakarak İstanbul’a döndü. Fransa’dan döndükten sonra bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği yaptı.
Çocukluğundan beri tüccar olmasını istediği babasının zorlamasıyla hiç
istemediği halde ticarete atıldı ve başarılı olamadı. Babasının 1939’daki
ölümünden sonra geçimini yalnızca kalemiyle sağlamanın yollarını aradı.
Kısa bir süre Haber gazetesinde muhabirlik yaptı.
Yazarlığa lise yıllarında
başlayan Sait Faik’in ilk şiiri Mektep dergisinde (1925), ilk yazısı
‘Uçurtmalar’ Milliyet gazetesinde yayımlandı (1929). Sait Faik,
1953 yılında ABD’deki
Uluslararası Mark Twain Derneği tarafından çağdaş edebiyata yaptığı
katkılarından dolayı onur üyeliğine seçildi.
11 Mayıs 1954’te İstanbul’da öldü.
Eserleri:
Öykü : Semaver (1936, Remzi Kitabevi); Sarnıç (1939, Çığır Kitabevi);
Şahmerdan (1940, Çığır Kitabevi); Lüzumsuz Adam (1948, Varlık Yayınları);
Mahalle Kahvesi (1950, Varlık Yayınları); Havada Bulut (1951, Varlık
Yayınları); Kumpanya (1951, Varlık Yayınları); Havuz Başı (1952, Varlık
Yayınları); Son Kuşlar (1952, Varlık Yayınları); Alemdağ’da Var Bir Yılan
(1954, Varlık Yayınları); Az Şekerli (1954, ö.s. Varlık Yayınları).
Roman :Medar-ı Maişet Motoru (2. baskısı Birtakım İnsanlar adıyla) (1944,
Yokuş Kitabevi); Kayıp Aranıyor (1953, Varlık Yayınları)
Şiir : Şimdi Sevişme Vakti (1953, Yenilik Yayınları)
Diğer Yapıtlar : Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat (1977, Bilgi Yayınevi),
Açık Hava Oteli (1980, Bilgi Yayınevi)
Müthiş Bir Tren (1981, Bilgi Yayınevi); Sevgiliye Mektup (1987, Bilgi
Yayınevi)
Çeviri :Georges Simenon’dan Yaşamak Hırsı
(1954, [ölümünden
sonra]., İstanbul
Yayınları)
BARDAKLAR
Sabahleyin erken kalktım. Bir kır kahvesine gidip oturdum. insan sevdiği
insana mektup yazmak için bu saatte kalkmalı ve bir kır kahvesine
gitmelidir, diyordum.
Bir yazıya başlamak için insan ne haltlar karıştırıyor.
Bir birahanedeyiz. Yanımda Sabahattin Kudret, Orhan Veli'nin çok sevdiği
salatayı çatallamakta. O da ben de ikinci bardaktayız. Birinci bardakta,
bana sevgiliyi, sabahleyin erkenden kalktığımı ve bir kır kahvesine
gittiğimi yazdırtacak kadar sarhoş etmek hassası olduğu halde, ikinci
bardak neden hakikate dönüyor?
Bu sual dünyanın en aptal suallerinden biri olduğu halde, ben ne birinci,
ne de ikinci bardağın tesiri altında şu satırları yazmadığıma emin
olduğum halde bir onuncu bardağın tesiri altında pekâlâ birçok şeyler
yazabileceğimi düşünüyorum.
Dünyada hiçbir şeyden bahsetmeden yazı yazmak muhakkak kötüdür.
Dünya üstünde bütün kıymetlerin har vurup harman savrulduğu günlerde
hattâ sevgiliden bile bahsetmemek, bahsetmeden yazı yazmak.... bunun kötü
ve kolay bir şey olduğunu itiraf ederim. Fakat üçüncü bardak böyle
düşündürmüyor.
Dördüncü bardakta tuhaf bir şeyi hatırladım. Vaktiyle bizim memlekette
bir mesire mahallinde bir kır kahvecisi görmüştüm. Sarı yüzlü, şişkin göz
kapaklı, koyu, derin siyah gözlü bir adamdı. Esrar içer ve yakın
pavlikaya -o fabrikaya böyle derdi- yani pavlikada çalışan ecnebi
mütehassıslara tatlı su istakozları tutar satardı. Cuma ve pazar
günlerinde orada üç dört kahve pişirir. Kimse ile konuşmadan, esrarlı
sigarası ve oltalariyle ölümünü beklerdi. Sair günler kasabanın
çarşısında onu gayet sanatkârane yapılmış tesbihler satarken gördüm. O su
kenarında harikulâde tatlı ve insanı hasta edici akşamlar olur. O bu
akşamların içine siyah gözleriyle düşer, düşerdi.
Onun kahvesine gitmek için yol kenarından gelinir, sonra bir küçük hendek
atlanır, bir çamurlu on adım patika geçilirdi. Bir gün kahvecinin aklına
buraya bir köprü kurmak geldi.
Onun yaptığı bu garip güzellikteki köprüyü tarif edemeyeceğim. İnsan bir
asma köprüyü, Mimar Sinan'ın dört kemer üzerine kurduğu köprüyü
anlatabilir. Bu köprü anlatılamıyacak gibi güzeldi.
Yalnız şu kadarını söyliyeceğim : Bu köprü bir takım ince söğüt, kavak
dalları ve ceviz yapraklariyle süslüydü.
İnsan üzerinden değil geçmeye, elini sürmeğe cesaret edemezdi.
Bu köprü hiçbir şeyden bahsetmiyordu. Bir mevsimlik ömrü vardı. Ne
Sinan'lar, ne Mikelânj'lar, ne Fidya'lar gibi büyük ömürlü değildi. fakat
bir insan yapısıydı. Basit insanın içindeki güzelliğin ve güzel
telâkkisinin bir örneğiydi. Bu köprüde büyük, sağlam, demir ve putrel
köprülerin insan kafasına ilk oturuşunun her şeyi vardı.
işte onuncu bardak bana hiçbir şeyden bahsetmese de; büyük çaptaki
eserlerin ipdidaî ve basit temelleri bulunduğuna kanaat getirtip, büyük
camilerin, katedralllerin, heykellerin, âbidelerin yanında dünya yüzüne
ve küçük kır kahvesine güzel bir köprü kurmuş bir sanatkâr kasaba
kahvecisini anlatıyor.
Onun patlak gözlerini ve şiş kara sarı yüzünü hatırlıyorum.
(İnkılâpçı Gençlik, 1
Ağustos 1942)
Süje'nin Notu : Sözcüklerin
yazım şeklinde orijinal metne sadık kalınmıştır.
Kaynak :
Sait Faik / Bütün Eserleri 7-8 / Lüzumsuz Adam - Az Şekerli
/ Varlık Yayınları, Temmuz 1965, Üçüncü Baskı / Sf. 168,169,170