Düğün, dar bir vadinin boğazına tanımadık yüzlerle kurulunca yeryüzünün
kehaneti tuttu. Iralandı, toprak; kocaman dev ağzını açtı, bağırdı:
_ Daha çok diri, daha çok bilmece…
Sonra deprem oldu birden. İnsanların yüzü olduğu binalar toz bulutu
içinde bir hışımla geride kalanların yüreğine çöktü. Yalın ayaklı bir
genç, canlarından önce nefesinin peşine düştü. Nefesi devrilmemiş bir
direkte asılı olan teliz bir torbanın içindeydi. Kendisi görmüyor, üstü
başı perperişan bir kadın söylüyordu. Yalan bu kadının en çok neresine
sinmişti de güvenmiyordu, ona. O şaşkın şaşkın bakarken kadın bir hışımla
torbayı direkten çekip indirdi. Bir tereddütle uzattı, ellerini, aldı
kadının ellerinden torbayı. Torbanın ağzını açınca olan oldu. Ölmüş
dedesi babasının bir zamanlar sıkça bombalanan kahvesinin balkonunda
sessiz sedasız oturuyordu, geride bıraktığı dünya kendisininmiş gibi.
Kehanetin sırrını verecekmiş kadar bilmiş edanın ucundaydı. Genç ona
koyunların dedesi derdi. En çok onların dedesiydi. Seslendi, genç:
_ Dede, koyunların dedesi, söyle bana sen mi benim dünyama geldin yoksa
ben mi senin dünyana geldim? Kimsin sen? Doğru mudur bildiğim?
Ses alamadı. O sırada balkonun altındaki yoldan dedesinin ölmüş kardeşi
geçiyordu. Kardeşinin somurtkanlığına inat gülen yüzle sokaktakilere
elmalar ve cevizler dağıtıyordu. Üzerinde bahçesinin son güz kokusu,
cebinde geriye kalan dişlenmiş elmanın yarısı… Aşağıdan, balkondaki
kardeşine seslendi:
_ Acayip, akşama bize gel, çocuklar on beşinci yaş günümü kutlayacak.
Ötekisi oturduğu yerden homurdandı:
_ Dalganı başkası ile geç. Yetmişinde ölmüş bir adama hiç on beşinde yaş
günü kutlanılır mı?
Gülücükler satmaya devam eden kardeş, etrafındaki yıkıntıları gösterip:
_ Ama baksana bugün büyük bir şölen var, bir bahanesi olmalı eğlencenin.
_ İlla şölen diyorsan akşama sen bana gel. Seyirlik odada çingenelere
gaz lambasının ışığında şölen vereceğim. Şu yanındaki genci de al gel.
Baksana bedenini aşıp geçemedi ki hala nefesinin peşinde. Birilerinin ona
bu dünyayı tanıtması gerekiyor. Gence dönüp ellerini sallayarak bağırdı:
_ Heyyy genç! Ben deden, hoş geldin ölüler diyarına!
Genç, hızla kafasını sesin geldiği yere çevirdi. Nasıl oldu kendisi de
anlayamadı, kendisinden beklemediği bir cesaretle sanki “Kimsin sen?”
sorusunu kendisi sormamış gibi cevap verdi:
_ Onca bilmediğimiz isimler ve yüzler ardında kendimiz kadar tanıdığımız
kişilerin var olduğunu sayacak olursak sizi tanımamın pek de önemi yok
aslında. Herkes kendi dünyalarında aynı şeyleri yaşıyor, aynı şeyleri
anlatıyorsa eğer, tanışamadığımıza memnun oldum, efendim; çünkü ben
sizleri sizlerin beni tanımadığınız kadar çok yakından tanıyorum.
Kimliğimizin ve yerin ne önemi var ki! Vermemeliydiniz, soruma cevap.
Bana dünya neresi olursa olsun sadece nefesim gerek
NEFESİM…