KURGUSAL ÖYKÜ

Özgecan Dalkılıç  







 NEFESİM


Düğün, dar bir vadinin boğazına tanımadık yüzlerle kurulunca yeryüzünün kehaneti tuttu. Iralandı, toprak; kocaman dev ağzını açtı, bağırdı:

_ Daha çok diri, daha çok bilmece…

Sonra deprem oldu birden. İnsanların yüzü olduğu binalar toz bulutu içinde bir hışımla geride kalanların yüreğine çöktü. Yalın ayaklı bir genç, canlarından önce nefesinin peşine düştü. Nefesi devrilmemiş bir direkte asılı olan teliz bir torbanın içindeydi. Kendisi görmüyor, üstü başı perperişan bir kadın söylüyordu. Yalan bu kadının en çok neresine sinmişti de güvenmiyordu, ona. O şaşkın şaşkın bakarken kadın bir hışımla torbayı direkten çekip indirdi. Bir tereddütle uzattı, ellerini, aldı kadının ellerinden torbayı. Torbanın ağzını açınca olan oldu. Ölmüş dedesi babasının bir zamanlar sıkça bombalanan kahvesinin balkonunda sessiz sedasız oturuyordu, geride bıraktığı dünya kendisininmiş gibi. Kehanetin sırrını verecekmiş kadar bilmiş edanın ucundaydı. Genç ona koyunların dedesi derdi. En çok onların dedesiydi. Seslendi, genç:

_ Dede, koyunların dedesi, söyle bana sen mi benim dünyama geldin yoksa ben mi senin dünyana geldim? Kimsin sen? Doğru mudur bildiğim?

Ses alamadı. O sırada balkonun altındaki yoldan dedesinin ölmüş kardeşi geçiyordu. Kardeşinin somurtkanlığına inat gülen yüzle sokaktakilere elmalar ve cevizler dağıtıyordu. Üzerinde bahçesinin son güz kokusu, cebinde geriye kalan dişlenmiş elmanın yarısı… Aşağıdan, balkondaki kardeşine seslendi:

_ Acayip, akşama bize gel, çocuklar on beşinci yaş günümü kutlayacak.

Ötekisi oturduğu yerden homurdandı:

_ Dalganı başkası ile geç. Yetmişinde ölmüş bir adama hiç on beşinde yaş günü kutlanılır mı?

Gülücükler satmaya devam eden kardeş, etrafındaki yıkıntıları gösterip:

_ Ama baksana bugün büyük bir şölen var, bir bahanesi olmalı eğlencenin.




_ İlla şölen diyorsan akşama sen bana gel. Seyirlik odada çingenelere gaz lambasının ışığında şölen vereceğim. Şu yanındaki genci de al gel. Baksana bedenini aşıp geçemedi ki hala nefesinin peşinde. Birilerinin ona bu dünyayı tanıtması gerekiyor. Gence dönüp ellerini sallayarak bağırdı:

_ Heyyy genç! Ben deden, hoş geldin ölüler diyarına!

Genç, hızla kafasını sesin geldiği yere çevirdi. Nasıl oldu kendisi de anlayamadı, kendisinden beklemediği bir cesaretle sanki “Kimsin sen?” sorusunu kendisi sormamış gibi cevap verdi:

_ Onca bilmediğimiz isimler ve yüzler ardında kendimiz kadar tanıdığımız kişilerin var olduğunu sayacak olursak sizi tanımamın pek de önemi yok aslında. Herkes kendi dünyalarında aynı şeyleri yaşıyor, aynı şeyleri anlatıyorsa eğer, tanışamadığımıza memnun oldum, efendim; çünkü ben sizleri sizlerin beni tanımadığınız kadar çok yakından tanıyorum. Kimliğimizin ve yerin ne önemi var ki! Vermemeliydiniz, soruma cevap. Bana dünya neresi olursa olsun sadece nefesim gerek NEFESİM…


                                                                                                                    Rüyaların İz(düş)ümü / 3

dizin    üst    geri    ileri  

 



 31 

 SÜJE  /  Özgecan Dalkılıç  /  yirmi yedi kasım iki bin on dört     7