ÖYKÜ

Hürriyet Bağcı   







Efraim ve Bozuk Düzen


Esmer orta boylu genç kadın elinde bir poşetle market servisine bindi. İki kişilik koltukta oturan Efraim’in yanına oturdu.

O, yani Efraim, köşeleri olmayan, hayata kendi duygu ve düşüncelerini dayatmayan, hayatın getirdiklerini yaşayan biriydi.

Genç kadın “merhaba” dedi gülerek. “Böyle her akşam uğrayıp eksikleri alıyorum, sonra da eve gidip yemek yapıyorum, yalnız yaşıyorum, çok zor yalnız yaşamak” dedi. Efraim ince bir ilgiyle “Evet ben de bir şeyler aldım eve gidip yemek yapacağım, ben de yalnız yaşıyorum ama zor gelmiyor bana" dedi. Kadın güldü “Ya ne güzel” dedikten sonra somurttu. “Ben sıkıldım artık yalnızlıktan. Öğretmenim, bütün gün ayaktayım, çok yoruluyorum, eve gidiyorum yemek yapacak halim bile olmuyor bazen.” Sustular, Efraim ineceği yere gelmişti, kadın da indi onunla, Efraim şaşırdı benimle mi geliyor acaba diye düşündü. “Ben de burada oturuyorum” dedi kadın şaşkınlık ve mutlulukla “Aynı yerde oturuyormuşuz.” Efraim iyi akşamlar dileyip gidecekti ama kadın onu konuşmaya tuttu, ayrılmak istemiyordu. “Madem aynı yerde oturuyoruz bir çay ikram etmez misiniz bana" dedi. Efraim şaşırdı ama onu kıramadı, “Buyrun o zaman, bir çay ikram edeyim size” dedi. İkinci kattaki küçük evine çıktılar. Sıcak bir havası vardı evin, duvarları çeşitli resimlerle doluydu. Ve her yanda taş heykeller vardı. Kadın ilgiyle inceleyerek her yeri “Kim yaptı bu heykelleri?” diye sordu.“Ben” dedi, Efraim “Taşları topluyorum, yıkıyorum, cilalıyorum sonra birbirine yapıştırıyorum, bazan kurumuş ağaç dalları, cıvata, somun vs de kullanıyorum, hoşuma gidiyor bunları yapmak.” . Kadın çok sevmişti bu evi ve Efraim’i, daha da rahatlamış olarak, “Banyoda ayaklarımı yıkayabilir miyim?” dedi. “Tabi ben çayı koyarken siz yıkayın” dedi, Efraim. Mutfağa gittiğinde biraz şaşkındı, kadın çok rahat davranıyordu, gerçi o kadınların kendisiyle rahat olmasına alışkındı ama bu kadarı da onu şaşırtıyordu artık, güldü kendi kendine. Kadın salona geldiğinde neşesi iyice yerine gelmişti, ayakları soğuk suyla dinlenmiş ve kilotlu çorabını çıkarıp rahatlamıştı. Çorabı bir sandalyeye astı, geçti kanepeye oturdu. Karşıdaki koltuğa da Efraim misafirini rahatsız etmekten korkan bir ev sahibi gibi eğreti şekilde oturdu. Kadın iyice rahatlamıştı. Hülyalı bakıyor, saçlarını savurarak, kollarını kanepenin iki yanına açıyor, bazen de elleriyle bacaklarını sıvazlıyordu. Çayları içerken sohbete başladılar. Kadının meraklı sorularını geçiştirdi Efraim. “Sevgilin var mı?” diye sordu bir ara kadın, Efraim baktı dikkatle “Yok” dedi. Hala biraz şaşkın ve masum bakıyordu, niyetinin yalnızca dostça arkadaşça bir çay içmekten başka bir şey olmadığını, olamayacağını anlatmaya çalışıyordu; duruşuyla, ellerini kavuşturmasıyla, dizlerini bitişik tutuşuyla, saygılı, gülerek bakıyordu bu yabancı kadına. Saatler geçti, merak etti ne zaman gidecek diye; bir çay içmek istediği için geldiği evde şimdi kanepeye yarı uzanmış oturuyor, bacakları sıyrılan eteğinden neredeyse tamamen görünüyordu. Efraim hiç bakmıyordu bacaklarına, bakmamaya çalışıyordu, o konuşurken gözlerine bakıyordu yalnızca. Çok rahatsız olmuştu, sıkıntıyla kasılmıştı biraz alnı. Sonra saate baktı ve şaşırdı, saat on bir olmuştu, başını kaldırıp kadına: “Ya ben sabah işe gideceğim, erken kalkıyorum yatmam gerek” dedi. Kadın “Ne yani, beni kovuyor musun?” diye biraz doğruldu. “Yok kovmuyorum ama benim yatmam gerekiyor, kusura bakmayın” dedi. Kadın ayağa kalkıp camın yanına gitti, camı açtı. “Ben seninle burda kalmak istemiştim ama sen beni kovuyorsun, .Şimdi şurdan, hey millet, benimle yatmak isteyen var mı diye bağırsam, elli tane erkek gelir. Sen beni kovuyorsun, öyle mi?” diye ateş saçan gözlerle ve gururu kırılmış bir halde bağırıyordu. Efraim, kararlı bir ses tonuyla “Ben elli erkekten biri değilim, ben elli birinci erkeğim, bir şeyler paylaşmadığım, tanımadığım biriyle birlikte olamam. Bir geçmişimiz olmalı birlikte olacağım kişiyle. Ben seninle birlikte olmak istemiyorum” dedi. Kadın çıldırmış gibiydi, sesini yükselterek hakaretler ediyordu. “Sen homoseksüel misin? Öylesin değil mi?” “Hayır” dedi Efraim. “Beni güzel bulmadın mı?” “Hayır" dedi "güzel bir kadınsın ama bu yetmez biriyle birlikte olmak için, hoşlanmak, sevmek gerekir. Pek çok erkek seninle birlikte olmak için can atar biliyorum ama ben tanımadığım, herhangi bir kadınla birlikte olamam, hem sevişmek için iki kişinin de istiyor olması lazım, yalnızca birinin istemesi yetmez" diye tekrarladı. Kadın tam kurumamış yarı ıslak çoraplarını çarçabuk giydi, çantasını ve market poşetini alarak öfkeli bir şekilde kapıyı çarparak çıktı. “Aptal, aptal ! Ayağına gelmiş benim gibi bir kadını geri çeviriyor aptal” diye söyleniyordu merdivenlerden inerken.

On beş gün geçmişti aradan. Kadını hiç görmedi Efraim, yeniden kendi hayatına döndü. İşyeri servisinden inince yine her zamanki gibi markete uğruyor, çalışanlarla şakalaşıyor, bir ekmek alıp market servisine binip evine gidiyordu. Ama o kadını hiç görmüyordu. Sonra on altıncı gün, servislerin durduğu otoparkta kadını gördü, kendisini bekler gibi bir hali vardı hem de. Ciddi görünüyordu, hafif tebessümle yaklaştı Efraim’e, “Sana bir teşekkür borcum var. Beni kendime getirdin, bana hayatımın dersini verdin sen, teşekkür ederim.” dedi.

Efraim mutlu olmuştu, “Hayır teşekküre gerek yok, ben bir şey yapmadım ki. Sizi gördüğüme sevindim ama, şimdi bir geçmişimiz var artık sizinle” dedi gülerek.


dizin    üst    geri    ileri  

 



 27 

 SÜJE  /  Hürriyet Bağcı  /  yirmi yedi kasım iki bin on dört     7