Esmer orta boylu genç kadın elinde bir poşetle market servisine bindi.
İki kişilik koltukta oturan Efraim’in yanına oturdu.
O, yani Efraim, köşeleri olmayan, hayata kendi duygu ve düşüncelerini
dayatmayan, hayatın getirdiklerini yaşayan biriydi.
Genç kadın “merhaba” dedi gülerek. “Böyle her akşam uğrayıp eksikleri
alıyorum, sonra da eve gidip yemek yapıyorum, yalnız yaşıyorum, çok zor
yalnız yaşamak” dedi. Efraim ince bir ilgiyle “Evet ben de bir şeyler
aldım eve gidip yemek yapacağım, ben de yalnız yaşıyorum ama zor gelmiyor
bana" dedi. Kadın güldü “Ya ne güzel” dedikten sonra somurttu. “Ben
sıkıldım artık yalnızlıktan. Öğretmenim, bütün gün ayaktayım, çok
yoruluyorum, eve gidiyorum yemek yapacak halim bile olmuyor bazen.”
Sustular, Efraim ineceği yere gelmişti, kadın da indi onunla, Efraim
şaşırdı benimle mi geliyor acaba diye düşündü. “Ben de burada oturuyorum”
dedi kadın şaşkınlık ve mutlulukla “Aynı yerde oturuyormuşuz.” Efraim iyi
akşamlar dileyip gidecekti ama kadın onu konuşmaya tuttu, ayrılmak
istemiyordu. “Madem aynı yerde oturuyoruz bir çay ikram etmez misiniz
bana" dedi. Efraim şaşırdı ama onu kıramadı, “Buyrun o zaman, bir çay
ikram edeyim size” dedi. İkinci kattaki küçük evine çıktılar. Sıcak bir
havası vardı evin, duvarları çeşitli resimlerle doluydu. Ve her yanda taş
heykeller vardı. Kadın ilgiyle inceleyerek her yeri “Kim yaptı bu
heykelleri?” diye sordu.“Ben” dedi, Efraim “Taşları topluyorum,
yıkıyorum, cilalıyorum sonra birbirine yapıştırıyorum, bazan kurumuş ağaç
dalları, cıvata, somun vs de kullanıyorum, hoşuma gidiyor bunları
yapmak.” . Kadın çok sevmişti bu evi ve Efraim’i, daha da rahatlamış
olarak, “Banyoda ayaklarımı yıkayabilir miyim?” dedi. “Tabi ben çayı
koyarken siz yıkayın” dedi, Efraim. Mutfağa gittiğinde biraz şaşkındı,
kadın çok rahat davranıyordu, gerçi o kadınların kendisiyle rahat
olmasına alışkındı ama bu kadarı da onu şaşırtıyordu artık, güldü kendi
kendine. Kadın salona geldiğinde neşesi iyice yerine gelmişti, ayakları
soğuk suyla dinlenmiş ve kilotlu çorabını çıkarıp rahatlamıştı. Çorabı
bir sandalyeye astı, geçti kanepeye oturdu. Karşıdaki koltuğa da Efraim
misafirini rahatsız etmekten korkan bir ev sahibi gibi eğreti şekilde
oturdu. Kadın iyice rahatlamıştı. Hülyalı bakıyor, saçlarını savurarak,
kollarını kanepenin iki yanına açıyor, bazen de elleriyle bacaklarını
sıvazlıyordu. Çayları içerken sohbete başladılar. Kadının meraklı
sorularını geçiştirdi Efraim. “Sevgilin var mı?” diye sordu bir ara
kadın, Efraim baktı dikkatle “Yok” dedi. Hala biraz şaşkın ve masum
bakıyordu, niyetinin yalnızca dostça arkadaşça bir çay içmekten başka bir
şey olmadığını, olamayacağını anlatmaya çalışıyordu; duruşuyla, ellerini
kavuşturmasıyla, dizlerini bitişik tutuşuyla, saygılı, gülerek bakıyordu
bu yabancı kadına. Saatler geçti, merak etti ne zaman gidecek diye; bir
çay içmek istediği için geldiği evde şimdi kanepeye yarı uzanmış
oturuyor, bacakları sıyrılan eteğinden neredeyse tamamen görünüyordu.
Efraim hiç bakmıyordu bacaklarına, bakmamaya çalışıyordu, o konuşurken
gözlerine bakıyordu yalnızca. Çok rahatsız olmuştu, sıkıntıyla kasılmıştı
biraz alnı. Sonra saate baktı ve şaşırdı, saat on bir olmuştu, başını
kaldırıp kadına: “Ya ben sabah işe gideceğim, erken kalkıyorum yatmam
gerek” dedi. Kadın “Ne yani, beni kovuyor musun?” diye biraz doğruldu.
“Yok kovmuyorum ama benim yatmam gerekiyor, kusura bakmayın” dedi. Kadın
ayağa kalkıp camın yanına gitti, camı açtı. “Ben seninle burda kalmak
istemiştim ama sen beni kovuyorsun, .Şimdi şurdan, hey millet, benimle
yatmak isteyen var mı diye bağırsam, elli tane erkek gelir. Sen beni
kovuyorsun, öyle mi?” diye ateş saçan gözlerle ve gururu kırılmış bir
halde bağırıyordu. Efraim, kararlı bir ses tonuyla “Ben elli erkekten
biri değilim, ben elli birinci erkeğim, bir şeyler paylaşmadığım,
tanımadığım biriyle birlikte olamam. Bir geçmişimiz olmalı birlikte
olacağım kişiyle. Ben seninle birlikte olmak istemiyorum” dedi. Kadın
çıldırmış gibiydi, sesini yükselterek hakaretler ediyordu. “Sen
homoseksüel misin? Öylesin değil mi?” “Hayır” dedi Efraim. “Beni güzel
bulmadın mı?” “Hayır" dedi "güzel bir kadınsın ama bu yetmez biriyle
birlikte olmak için, hoşlanmak, sevmek gerekir. Pek çok erkek seninle
birlikte olmak için can atar biliyorum ama ben tanımadığım, herhangi bir
kadınla birlikte olamam, hem sevişmek için iki kişinin de istiyor olması
lazım, yalnızca birinin istemesi yetmez" diye tekrarladı. Kadın tam
kurumamış yarı ıslak çoraplarını çarçabuk giydi, çantasını ve market
poşetini alarak öfkeli bir şekilde kapıyı çarparak çıktı. “Aptal, aptal !
Ayağına gelmiş benim gibi bir kadını geri çeviriyor aptal” diye
söyleniyordu merdivenlerden inerken.
On beş gün geçmişti aradan. Kadını hiç görmedi Efraim, yeniden kendi
hayatına döndü. İşyeri servisinden inince yine her zamanki gibi markete
uğruyor, çalışanlarla şakalaşıyor, bir ekmek alıp market servisine binip
evine gidiyordu. Ama o kadını hiç görmüyordu. Sonra on altıncı gün,
servislerin durduğu otoparkta kadını gördü, kendisini bekler gibi bir
hali vardı hem de. Ciddi görünüyordu, hafif tebessümle yaklaştı Efraim’e,
“Sana bir teşekkür borcum var. Beni kendime getirdin, bana hayatımın
dersini verdin sen, teşekkür ederim.” dedi.
Efraim mutlu olmuştu, “Hayır teşekküre gerek yok, ben bir şey yapmadım
ki. Sizi gördüğüme sevindim ama, şimdi bir geçmişimiz var artık sizinle”
dedi gülerek.