‘’ Hababam Sınıfı aslında bir tiyatro eseridir. Ulvi Uraz Tiyatrosu oyunu
sahnelemek ister…Ancak Rıfat Ilgaz İnek Şaban rolünü oynayacak oyuncuya
karşı çıkar. Ve aslında İnek Şaban gerçekten inektir. Sınıfın en
çalışkanıdır. Bu tiplemenin adı geçen oyuncu tarafından sahnelenmesine
uzun bir süre karşı çıkacaktır Rıfat usta. Endişeleri vardır ve bu da
giderilecek endişelerden değildir. Uzun konuşmalar ve ikna süreçlerinden
sonra Rıfat Ilgaz istemeye istemeye kabul eder ve genel provaya çağrılır.
İzler… Ustanın en çok beğendiği oyuncu karşı çıktığı oyuncudur. Tam
istediği gibidir ve tebrik eder; boşa üzmüşüm sizi… Hababam Sınıfı’nın
yaratıcısının o çok karşı çıktığı oyuncu bir dönemin ünlü ismi Suzan
Uzlan yani bir kadındır. Aynı Suzan Uzlan’ı büyük paralar kaybettiği
tiyatro macerasının ardından Cihangir’deki evinde ölümüne çok yakın bir
tarihte görmüş ellerini öpmüştüm. Şöyle demişti Uzlan; ‘’O kötü
televizyon senaryolarına ve özel tiyatroların saçmalıklarına teslim
olmayacağım!’’
Hakan Dilek, tek kişilik gösterisi ‘bi de ben anlatiiimmm’ de yer veriyor
çoğu kimsenin bilmediği bu önemli konuya.
Hakan Dilek sözcüğün tam anlamıyla on parmağında on marifet olan komple
bir sanatçı. Üstüne üstlük bir de bunların yanı sıra sporcu bir kimliği
ve spor yazarlığı da var. Onun için önemli olan söylenmesi gerekeni
söylemek, yapılması gerekeni yapmak. Bunun için de elindeki tüm araçları
ustalıkla kullanmasını biliyor.
Trabzonlu Dilek, Samsun On dokuz Mayıs Üniversitesi resim bölümünü
bitirmiş. 19996-2003 yılları arasında ressam kimliğiyle öne çıkıyor.
Açtığı dört kişisel dört de karma sergisi bu döneme ait. O yıllar aynı
zamanda 2. ve 3. lig’de profesyonel futbol oynadığı yıllar. 1996 yılıyla
birlikte aralarında Hürriyet ve Sabah’ın da bulunduğu çeşitli gazete ve
dergilerde hem sanat 2003 Mayıs’ında NTV’de yayımlanan ve Beşiktaş Futbol
Takımı’nın kuruluşundan günümüze tarihini anlatan Kartalın Yüzyılı adlı
belgeselini hazırladı. 2003 Ekim ayında Türkiye Spor Yazarları Genel
Merkezi Sergi Salonu’nda gerçekleştirdiği Mahallenin En Şık Abileri adlı
akrilik resim sergisiyle Metin Oktay’dan Can Bartu’ya, Tanju Çolak’tan
Aykut Kocaman’a 25 eski futbol yıldızını tuvallere aktardı. 2003-2004
Yıları arasında Kanal D-NTV ve CNN’de futbol yorum programlarına
katıldı.hem de spor yazarlığı ve editörlüğe başlar.
2001 yılında eski futbolcularla yaptığı söyleşilerden oluşan ilk kitabı
Mahallenin En Şık Abileri çıktı. İkinci kitap İşte Böyle Bir Şey
2002’de,
O Gol Kaçmazdı üçüncü kitap olarak aynı yıl, dördüncüsü Maçı Kaybettik
Ama Zemin Futbol Oynamaya Müsait Değildi 2003 Ekim’inde vitrinlerdeydi.
Bunları 2006 Yılında Top Yuvarlaktır adlı kitap izledi.
2003 Mayıs’ında NTV’de yayımlanan ve Beşiktaş Futbol Takımı’nın
kuruluşundan günümüze tarihini anlatan Kartalın Yüzyılı adlı belgeselini
hazırladı. 2003 Ekim ayında Türkiye Spor Yazarları Genel Merkezi Sergi
Salonu’nda gerçekleştirdiği Mahallenin En Şık Abileri adlı akrilik resim
sergisiyle Metin Oktay’dan Can Bartu’ya, Tanju Çolak’tan Aykut Kocaman’a
25 eski futbol yıldızını tuvallere aktardı. 2003-2004 Yıları arasında
Kanal D-NTV ve CNN’de futbol yorum programlarına katıldı.
Son yıllarda televizyona ağırlık verdi. 2010’da Habertürk’te yayınlanan
‘‘Türkiye’nin 68’i’’ ve ‘’ 12 Eylül-Darbe’’ belgesellerini hazırladı,
senaryo ve metin yazarlığı yaptı. Ardından da Sunay Akın’ın Skytürk’te
yayınlanan ‘Hayat Deyince’ programının vtr’lerini hazırladı.
Bu noktada sorma gereğini duyuyorum. Bunca çok alana yayılma, bu
çalışmalarının her biri için sorun çıkarmıyor mu, birbirine engel olmuyor
mu?
S.Ö.
- Ressamlık, oyunculuk, yazarlık, gazetecilik ve TV programcılığı.
Kendini en yakın nereye koyuyorsun? Bu saydıklarım birbirini destekleyen
bir bütünü mü oluşturdular yoksa birbirlerine ayak bağı olduğu dönemler
oldu mu/oluyor mu?
H.D.- Ayak bağı denemez. Hepsi birbirini destekleyen ve besleyen
disiplinler. Görsellik var çünkü hepsinin temelinde. Tespitin doğru; ben
bu disiplinleri bir bütünlük içinde düşündüm hep. Ve öyle yaşadım. Tv
stüdyosunda konuğumun üzerine düşen bir ışık anında bir resme dönüşür
aklımda, bir duruş bir bakış sahneye taşıyacağım bir şeydir aslında..
Hayat; yeniden hayat…
İyi de işin içinde bir de spor var. Belki ilgilenmediğimden olacak, oldum
olası sporla sanatı hep birbiriyle bağdaşmaz görürüm. Bu konudaki
ısrarımı sürdürüyorum:
S.Ö. - Bütün bunların yanında bir de futbol var…
H.D.- Evet ve hep olacak. İnsanın doğasına içkin bir şeydir oyun. Futbol
bir oyun mudur? Evet oyundur. Bir saik var ki gülerim; futbol kocaman bir
uyku tulumudur!!!! Nasıl değerlendirdiğinize ve kimin elinde
şekillendiğine bağlı. Aşklar aşk yaşadığını düşünen iki insanın
isimlerinin uzunluğundan daha kısa bugün. Neaapıcaaz aşık mı olmayalım?
Sinema bir çete sektörüne dönüştü. Ne yapalım film mi izlemeyelim?
Gazetecilik sansür batağında. Ne yapalım yazı mı yazmayalım? Haber mi
yapmayalım? İnsanlık doğasından kopartıldığını düşündüğü her kavrama
sırtını dönerse insanlığından olur.
Hakan’ın kendi deyimiyle, bir başına gösteri’si ağırlığı doğduğu
topraklar olan Karadeniz olmak üzere, yaşamımızın her alanında, her
kentinde, 70’li yıllardan günümüze dek yaşadığımız; kimi zaman
coştuğumuz, kimi hüzünlendiğimiz kimi de kızdığımız ya da umarsızca gülüp
geçtiğimiz olaylara, anılara dayanıyor. Ama bunlar daha çok izleyenleri
güldürmek, onlara hoşça vakit geçirtmek amacıyla değil, gülmeceyle
karışık yer yer de sert diyebileceğimiz bir biçemle aktarılıyor. Sanki
Hakan Dilek, yaşamın kendine batan, kızdıran, buran yanlarını başka
insanlarla paylaşır gibi.
Neler yok ki bu anlatımlarda; 70’li yıllarda bizi coşturan türkülerden, o
dönemin romantik parçalarına, eskinin yazlık sinema keyfinden, eski
Yeşilçam filmlerine ve bizleri kimi hüzünlendiren kimi öfkelendiren
siyasal yapıya dek her görüntü Hakan’ın sahne objektifinde yerini alıyor.
Örneğin bir dönem yaşadığı kent olan Samsun’daki bir heykele kafayı
takıyor. ‘Keman Çalan Kız’ heykelidir bu ve sürekli olarak heykeldeki
kemanın yayları çalınır. Sonunda dayanamaz gazeteye yazar bunu, sahneye
de taşır. ‘Niye çalıyorsunuız kardeşim keman yayını, napıyorsunuz onu? ‘
E-mailden yanıt gelir: ‘Sana ne?’ Kısa bir süre sonra yine heykele
bakmaya gider son durumu görmek için. Bu kez keman çalan kız heykelinin
kalça bölgesinde bir yazı vardır. ‘Daş gibi!’
Bu noktada da sorma gereğini duyuyorum:
S.Ö.
- ‘Bir de Ben Anlatiiim’ de, neyi anlatma gereği duydun?
H.D. - Dedem Garga Aaamet evde otururken sürekli anlatır güldürürdü bizi.
Ben komik bulurdum dedemi. Rivayet o ki 1938’de İsmail Dümbüllü bir
Kradeniz turnesinde dedemi kendisine ikiz gibi benzediği için ve merakı
dolayısıyla İstanbul’a davet etmiş. Dedemi kondüktör trenden zorla
indirmiş. Kaçıyormuş dedem… Tiyayroya, direklerarasına, sahneye… Olmamış
tabi. Sonra Samsun’un Çarşambası dedemin direklerarası olmuş. Ona
öykündüm zaar… Onun 3 kuşak sonrası Ferhan Şensoy’a denk düşer… Ferhan
usta Çarşambalıdır. E her şey hazırmış gördüğün gibi. O kadar şey
birirkir de durmak olur mu? Durmadım anlattım ben de…
Kafama Hakan Dilek’in ‘farklı Karadenizliliği’ de takılıyor. Sahnede
Karadeniz’den bol bol anı var, mekan var ama hani bizim bildiğimiz
‘Karadenizlilik’ yok. Neden?:
S.Ö.
- Yer ve anılar anlamında doğduğun topraklara dayanmakla birlikte,
örneğin şive gibi, yöresel kültür daha doğrusu ‘popüler’ kültüre pek
yanaşmıyorsun. Özellikle popüler kültür sözünü kullandım çünkü
Karadenizli olup da bunu sahneye, sinemaya, TV’lere taşımayan kalmadı
nerdeyse… Sen ise Karadeniz’i, Karadeniz kültürüne, folkloruna pek
yaslanmadan anlatıyorsun gibime geliyor. Bu bilinçli bir seçim mi?
H.D. - Benim güzel dostum Kazım Koyuncu‘’Karadeniz bu memleketin en ihmal
edilen yeridir!’’ demişti. İnanıyorum buna. Dünyanın coğrafyası ne güzel
bölgelerinden biri ‘’Fadime/Temel’’ fıkralarına sıkıştırılmış. Oysa
sözcükleri ve imgelerinin her biri birer türkü, şiir, resim,roman olacak
bir bölge Karadeniz… Bir ‘içöykü’… Rumların, Ermenilerin, Megrellerin,
Türklerin, Gürcülerin Karadenizi… Bu kadim coğrafyayı popüler kültürün
diline sığdıramazdım. Kalktım bir romandan, yazlık sinemalardan, kıyıda
gençlerin 70’li yıllarda kurduğu orkestralardan, hallerinden,
ninnilerden, uzak söylencelerden söz ettim. Biz bilinçli bi ‘’bolgeyuk’’…
S.Ö. - Bu sorunun devamı niteliğinde şunu sormak istiyorum; İlber Ortaylı
bir söyleşisinde ‘Türkiye’de herkesin bir azınlık olduğunu, aile kökeni
olarak kendisini de bir azınlık gördüğünü’ söyler. Bunu söylemedeki
amacı, ‘hemşerilik’ kavramının evrenselliği engelleyici bir durum
taşıdığını vurgulamaktır. Hatta daha da ileri giderek, evrensel sınıf
temeline dayanması gereken ‘sol’un da, ‘alevilik’, ‘Dersimlilik’ gibi
kavramlarla hep azınlık kaldığını belirtir. Bu görüşe katılıyor musun?
Karadenizlilerde güçlü olan hemşerilik bilinci seni nasıl etkiliyor?
Kendini bir azınlık olarak mı görüyorsun?
H.D. - Bu bir tür hemşehricilik değil işte. Bunu böyle algılayan
Karadenizliler yok mu? Belki de çoğunlukta. Örneğin Trabzonspor… Bir
küçük kentin dünyaya kafa tutmasıdır. Bunu bir ‘’bölgeye’’ sahip çıkmakla
anlatmak zor.
S.Ö. - Resim çalışmalarına ara mı verdin, sürdürüyor musun? Ben
resimlerinde ‘renkçi’ bir teknik görüyorum. Ayrıca leke öğesi de önemli
bir yer tutuyor. Resimde gerek teknik gerekse içerik olarak kendine yakın
bulduğun bir anlayış ya da yaratmak istediğin bir tavır var mı?
H.D. - 3 yıl önceydi. Oturdum tualin başına zeytinleri, zeytin ağaçlarını
çizdim. Boyadım… Mavi yapraklarını doğanın… Yansımanın ardını arıyorum
aslında. Zeytin yapraklarının taşıdığı öyküyü, özsuyu, tarihi,
duruşundaki heykelsi ifadeyi. Şiir oluşturma peşindeyim resimde. Ancak bu
zorlu mesainin hakkını vermek için zaman ayırmak ve kilitlenmek
gerekiyor. Şiir ve gösterilerimin dışına taşan zamanda yapıyorum bunları.
Önümüzdeki sene ‘’Delice Zeytin’’ adlı bir sergim olacak…
S.Ö. - Yaşadığımız dönemde basın da, tiyatro da, sinema ve TV de büyük
bir çıkmaz ve sansür kıskacı hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Bu dönemin aşılacağına yönelik bir umut taşıyor musun? Ya da bu dönem
seni nasıl etkiliyor diyelim…
H.D.
- Umut pas tutmaz. Ancak; altı da bir üstü de birdir yerin. Hiçbir
dönemde istediğimizi!!! Anlatamadık, çizemedik, gösteremedik.
Karşılığının ne olduğunu hepimiz gördük/yaşadık. 100 yıla yaklaşan
cumhuriyet tarihi böyle bir tarih zaten; kıyıcı ve gaddar… Dünyanın en
büyük 5 şairinden bir tanesi bu memleketli. Ama vatandaşımız değil. Ama
neyse; vatansızlıktır bir şaire yakışan…
S.Ö. - Resim ve sahne çalışmaların sürecek mi? Yakın dönemde programında
neler var?
H.D. - Yola devam. Her ay bir sahne var, mart ayı sonunda şiir kitabım
çıkacak, yine mayıs sonuna bir resim sergisi var… İzmir için bir Metin
Oktay Spor Müzesi ve heykeli girişimimiz var. Durmak yok… Resim sergim
için bir şey söylemek isterim; doğanın katledildiği bir dönemde bir
ressama düşen evet doğaya sahip çıkmaktır. Doğa üzerine yoğunlaşacağım
yeni dönemde…
Fransız futbolcu, senarist, araştırmacı, tiyatrocu Eric Cantona’nın
izinde gibi Hakan Dilek. Bir başına çök yönlü dünyasını izleyenlerle,
okurlarıyla paylaşma savaşında.Bir yandan da resim atölyesinde küçük
çocuklara resim eğitimi veriyor, resme geleceğin sanatçılarını
yetiştiriyor.
Dediği gibi, yıllardır yazdığı şiirlerini de Mart sonunda kitaplaştırma
çalışmalarını sürdürüyor bir yandan da. Yaşamını şimdiye dek sürekli
olarak sahnede anlatan bir kişi olarak tanıdığım Hakan’ın kitabının adı
da ilginç.
‘Söz Bitti’..Söz’ü bitirdiyse, bundan sonra yapacaklarını ben de merak
ediyorum..
Evet..
Söz Bitti. Çünkü;
''...bir halk ölüyor hüznümüzün deltasında/ışığı ayın gizlisinde bıçak ki
kınından çekilmiş/derine iniyor daha bir/derine...''-