Kazdığı mezarlara sırasıyla karısını ve çocuklarını defnetti. Beyaz
entariye büründü. Mezarını defalarca tavaf etti. Hava puslandı. Görüş
açısını iyice kaybetti. Gök yarıldı. Melekler günahlara indirdikleri
damlalarla saldırdı. Mezarının başında durdu. Elindeki silahı kafasına
dayadı. Gök yüzüne baktı. Ruhunu arındırmak için şimşekleri üstüne çekti.
Silah ateş aldı. Ayakları yerden kesildi. İnsanlık kazdığı çukura düştü.
Mezar o kadar derinleşti ki tutunamadı. Attığı çığlıklarda boğuldu.
Gördüğü kabus hayatını kurtardı. Kan ter içinde uyandığı bina, havan
toplarıyla başlarına yıkıldı. Yerinden fırlardı. Tozdan önünü bile
göremedi. Üzerine yıkılan duvarlardan kaçarken defalarca yuvarlandı.
Kulağındaki uğultu bitene kadar düştüğü yerde çakılı kaldı. Kulakları
sesi algıladığı anda kör bir beden gibi el yordamıyla yönünü bulmaya
çalıştı. Yağmur toz bulutunu yok ederken arkadaşlarının parçalanmış
bedenlerini gördü. Hayatta kalanlarla birlikte yaralıları dışarıya
taşıdı. Yağmur şiddetini arttırdı. Kedisinin içerde kaldığını fark ettiği
an tereddüt etmeden yıkıntıların içine daldı. Her yerde kedisinin sesini
aradı.
Karısı ve çocuklarından ayrılalı üç hafta olmuştu. Henüz hiç bir yere
varamayan ailesi için çok endişeliydi. Cebinden telefonunu çıkardı. Arka
kapağını açtı. Bataryayı telefona yerleştirdi. Bataryanın üzerine
katladığı kağıt parçasını koyarak kapağı kapattı. Eliyle arka kapağa
bastırarak telefonun açma düğmesine basılı tuttu. Telefon açıldı.
Şehirdeki iletişim direkleri yok edildiği için şebeke sorunu canını
sıkıyordu. Haber almak için bulundukları binanın çatısına çıktı.
Sürünerek siper aradı. Yıkılmayan tek duvarın dibine gitti. Boynunda
asılı dürbünle düşman aradı. Saldırı hazırlıklarını bir müddet gözetledi.
Telefonunu çıkardı. Şebeke hala çekmiyordu. Endişesi arttıkça
asabileşiyor, ota boka saldırıyordu. Binanın bodrumuna indi. Yerde yatan
kediyi ensesinden tutup kaldırdı. Masaya bıraktı. Suda yumuşattığı
ekmekleri kedinin önüne attı. Aynı yöntemi kullanarak esirleri de
doyurdu. Yaralı esirlerden biri, ağrısı için çare dilendi. Kayıtsız
kalamayan adam migreni için kullandığı ilaçlardan birini verdi.
Çatışma o kadar şiddetliydi ki çoğu zaman nişan almadan siperden ateş
ediliyordu. Silah ve insan gücü neredeyse on kat karşı taraftan zayıftı.
gelen her on mermiye karşılık atılan tek mermi umutları törpülüyor, her
direnişçiyi kendi içine gömüyordu. Saldırılar çoğu zaman savunmaya
dönüyor, Kaleleri tek tek kaybeden direnişçiler, artık yaşamanın değil
hayatta kalmanın peşine takılıyordu. Adam bir eliyle silahını tutuyor
diğer eliyle telefonunun şebekesini arıyordu. Umudunu kaybettikçe
mermileri serserileşiyor, hedefsiz kalıyordu. Direnişçilerin çaresiz
bakışlarına takılıyor, kaybetmenin her kelimesi iliklerine işliyordu.
Buradaki kaybetme ne paraydı, ne de toprak. Onur, haysiyet, vicdan,
namus... bu kelimeler anlamlarını yok olmanın karşısında çoktan
kaybetmişti. Yarım kalmıştı. Tıpkı kalemi kırılmış bir şair gibi.
Sigarasını yakarken kızının her sigara içişinde ciğerlerinin çürüyüp
öleceğini söyleyerek ağladığını hatırladı. Sigarasını kırıp attı.
Mevziden ayrılırken geride bırakılan arkadaşlarına baktı. Daha az önce
kendisine bir bardak suyu uzatan on dokuzluk kızın parçalanmış kafa
tasını gördü. Yanında ruhu bedeninden uzuvlarıyla birlikte ayrılan üç
kadavra. Batan güneşin yerine havayı aydınlatan mermilerin hüzünlü
yolculuğu, karargaha dönmelerinde yardımcı oldu.
Sabır kelimesi kurşuna dizilmişti. Adam esirleri doyurmak için bodruma
indi. Çakmağıyla gaz lambasını yaktı. Yedi kafadan oluşan bir kuleye baka
kaldı. Üst üste dizilmiş yedi bedenin üzerinde oturan on yedi yaşında bir
kız çocuğuydu. Adamdan bir sigara istedi. Aldığı sigarayı yaktı. Elleri
titreyerek derin bir nefes çekti. Sigaraya üç hafta önce başladığını ve
bugün on üç arkadaşını kalbine defnettiğini anlattı. Yutkundu. Tek hayali
oyun oynamaktı. Doyasıya. On iki yaşındaydı, arkadaşlarıyla oyun
oynarken, annesi tarafından eve kapatılıp çocukluk elbiseleri
çıkartıldığında. Aynı gündü kadınlık elbiseleri giydirilip bir erkeğin
koynuna uğurlandığında. On dördünde anne olup, gizli gizli kızıyla
evcilik oynarken yediği dayakları anlattı. Bütün erkeklerden nefret
ettiğini haykırdı. Gülümsedi. Yutkunarak konuştu. '' Siz erkekler düz
hayvanlarsınız. İktidar manyağı. Sizin sahip olma dürtünüz bir canlının
yüzlerce katı. Bu kadar vahşeti neden yapıyorsunuz sence?'' cevabı
adamdan almak gibi bir derdi yoktu. Sigarasını yudumlarken kanlı
elleriyle titreyen dizlerini dizginledi. ''Vajina''. Adam
irkildi.Doğruluk payı aradı. Bir yandan kedisine bakındı. Kedi kırık
dolabın içine sinmişti. Bütün vahşetin tek tanığı. Adam ilgisizdi. Kız
sessizleşti. Ağzından yarım yamalak son cümlesi de düştü. ''Dünyayı
kirlettiniz''. Adam kedisine hamle yaptı. On yedilik direnişçi kafasına
tek el mermi sıktı. Adam yere kapaklandı. Poposunun üstünde geri geri
duvar dibine kadar sokuldu. Kan revan içindeki on yedilik direnişçi
oturduğu yedi bedenin üstünden ters takla attı.
Hala çocuklarından bir haber alamamıştı. Üç direnişçiyle birlikte
karanlığın dipsiz kuyularına daldı. Yarasa misali koklaya koklaya yön
aradı. Düşmanın önünü kesmek için tuzak hazırlandı. Geçilecek yerler
hesaplanıp mayınlar döşendi. Devriye atan düşman timleriyle karşı karşıya
kalındı. Yüz yüze ateş edildi. Direnişçilerden biri mayına bastı.
Karanlığı aydınlatan ışık her tarafı sobeledi. Artık karşılarında,
kendilerinin üç yada dört fazlası kişinin olduğu belirlendi. Çarpıntı
başladı. Dökülen kanların aksine kanı çekildi. Ellerine titreme geldi.
Tarifi; korkuydu. Arkadaşlarının ruhlarını yolcu ederken arkasına bile
bakmadı. Koştu. Düştü. Yuvarlandı. Kalktı. Patlama. Işık. Yön. Kayboldu.
Hayattaydı.
Yok edilen viranelerden birine sığındı. Düşerken kolunu yaralamıştı.
Cebinden çıkarttığı telefonu bir türlü açamadı. Umudunu artık gömmeliydi.
Ruhu bedenine yüz çevirdi. Yaşam; ölmüştü. Sıra hayatta kalmaya gelmişti.
Feda eylemi düşündü. Yanındaki tek silahı ucu kırık bıçağıydı. Kendini ne
kadar korurdu bilemedi. Uykuya dalarken karısını ve çocuklarını görmeyi
diledi. Hayal etti. Hafıza denen şey çocuklarının yüzlerini yutmuştu.
Bütün gücüyle bilinç altına daldı. Acımasızca saldırdı. En büyük darbeyi
kendine indirdi. Kendine ihanet eden kaç tür vardı. Asıl savaşı artık
kendiyle kendisi arasındaydı. Kendiyle, kendisi arasında yine kendi
kalacaktı.
Silah sesleri günün ağarmasını beklemişçesine başlamıştı. Adam yerinden
fırladı. Etrafı süzmeye başladı. Sürünerek yıkılmış duvarlardan nerede
olduğunu anlamaya çalıştı. Korku kendisini pusu alanından ne kadar
uzaklaştırmış hesap etmeye çalıştı. Yarısı kalan tabeladan karısıyla üç
kere geldiği pastaneyi tanıdı. Gözlerini kapayıp savaşsızken ki hali
hatırlamaya çalıştı. Bilinci buna izin vermedi. Kendisiyle olan savaşı
tüm acımasızlığıyla dakikalarca devam etti. Dışarıdaki savaş gibi,
içindeki savaşı da kaybedecekti. Yalnızdı. Çaresizdi. Açtı. Üşüyordu.
Evin içinde dolaşmaya başladı. Mutfağı aradı. Sağlam kalan dolapları
karıştırdı. Sonra her yeri. Zaman onu uyuşturdu. Halsizlik uyku yaptı.
Midesinin gürültüsüne uyandı. Boş bir tabak buldu. Vücudunda kalan suyu
idrar yoluyla tabağa boşaldı. Evde yumuşak şeyler aradı. Bulabildiği tek
şey gazete parçalarıydı. Gözlerini kapayıp çiğnemeye başladı. Yutkundukça
midesi havalandı. İdrara baktı. Midesine gömdüğü bütün harfleri tek tek
çıkardı. Burnunu tutup Soluğunu kesti. Tabağı eline alıp, yudumladı.
Soluğunu serbest bıraktığında yere kapaklandı. Öksürerek ağzında kalan
tadı kustu. Yan yattı. Gözlerinden yaşlar süzüldü. Hissizdi. Halsizdi.
Yarı baygındı.
Suratına aldığı tekme darbeleriyle uyandırıldı. Yolun sonu. Ölümle ilk
kez karşı karşıyaydı. Azrail; insan suretine bürünmüş ruhunu gaspa
kalktı. Hiç bir darbe acı vermiyordu. Tek isteği bir an önce ruhunun
özgür kalmasıydı. Kısa ve acısız olmasını diledi. Bu kadarına hakkı
vardı. Bunun için kime başvurmalıydı. Yalvarmamaya karar verdi. Çünkü
yetkili merciinin geri alma yöntemini çok sert bulmuştu. Bayıldı. Ayıldı.
Dayak yedi. Bayıldı...
Gözlerini açtığında azrailin suretine büründüğü iki beden uyuya kalmıştı.
İlk kez düşmanla bu kadar yakın temastaydı. Vahşi bir hayvan gibi
hissetti. Bıçağını yokladı. Yerindeydi. Usulca çıkardı. Ava yaklaşırken
sabırlı ve sessiz olmalıydı. Düşmanları nasıl öldürecekti. Direnişçi kız
kadar nefret biriktirmemişti daha. Kafasını kaldırıp suretleri inceledi.
Ucu kırık bıçağı bedene saplayamazdı. Boğazlarını kesmeyi tasarladı.
Bunun için de zamanı iyi kullanmalıydı. Kolundaki ağrıyı hissetti. Bir
yolu olmalıydı. Zaman aleyhine işliyordu. Hızlı düşünmeye çalıştıkça
bocalıyor, sinirden alt dudaklarını kanatıyordu. En azından kendini
savunabilmeliydi. Yutkundu. Kurban ettiği hayvanları anımsadı. Kutsala
can verdiklerini bilseler gırtlaklarını kestirirler miydi? Hareketlendi.
Uyuyan bedenler birazdan kadavraya dönecekti. Sürünerek adamların yanına
gitti. Elindeki bıçak kesmeye hazırdı. Hamle yaptı. Bıçağı uyuyanlardan
birinin boğazına dayadı. Üzerlerindeki kanı görünce rahatladı. Bir kaç
saniye kadavranın üzerinde kaldı. kendine geldiği an yuvarlandı.
Yanlarındaki çantada rızık aradı. Bilinci kapalıyken çatışmışlardı.
Cebinden telefonunu çıkardı.
Üstüne giymeye çalıştığı sukûnet kavramı, tahammül sınırını çoktan
aşmıştı. Arkasında duran, yok olmamak için direnenlere baktı. Uzandığı
yerden ayağa kalktı. Havada uçuşan havan topları ve ağır makineli silah
mermilerini umursamadı. Arkadaşlarının bağırışlarına aldırmadı. Kadın
direnişçilerden biri kolundan tuttu. Bedenindeki son enerjisini kullanıp,
kadını kendinden uzaklaştırdı. Yok etmek amaçlı kullanılan bütün metaller
havada asılı kaldı. Adam kendisine baka kalan kedisini fark etti. Eğilip
yerden kaldırırken gözlerinde gördüğü masumiyete son kez gülümsedi.
Elindeki kalaşnikof marka silahını yerdeki kedisiyle takas etti. Havada
asılı kalmış metallerin arasında yürümeye başladı. Direnişçilerin
sloganlaştırarak kutsadığı yok olma cümlelerini umursamadı bile. Ölüme
koşarken kendini hapsettiği kara delikten kurtulmaya çabaladı. Sonradan
da sevilebileceğini öğrendiği karısını hayal etti. Ve çocuklarını. Yaşamı
boyunca cevap bulamadığı sorularla uğurladı bedenini. Sahip olma dürtüsü
ve üstünlük kurma kompleksi yüzünden yok olan milyonlarca hücrenin
sorumlusu kendisiydi. Besin zincirindeki son halkada bulunan tüketici
(yırtıcı) olan bedeninin hücrelerini, ayrıştırıp yıllarca kendisini
besleyen organizmalara bahşetti. Mevziden yeterince uzaklaştığını
anladığı an kedisini yere bıraktı. Yaşama tercihine engel olmadı. Kedi
kuyruğuna basılmadığı müddetçe asla tırmalamadığını kanıtlamak
istermişçesine adamın peşinden gitti...