ÖYKÜ

Cüneyt Yıldırım  







MADDE MANA-SIZ KALDI


Kazdığı mezarlara sırasıyla karısını ve çocuklarını defnetti. Beyaz entariye büründü. Mezarını defalarca tavaf etti. Hava puslandı. Görüş açısını iyice kaybetti. Gök yarıldı. Melekler günahlara indirdikleri damlalarla saldırdı. Mezarının başında durdu. Elindeki silahı kafasına dayadı. Gök yüzüne baktı. Ruhunu arındırmak için şimşekleri üstüne çekti. Silah ateş aldı. Ayakları yerden kesildi. İnsanlık kazdığı çukura düştü. Mezar o kadar derinleşti ki tutunamadı. Attığı çığlıklarda boğuldu.

Gördüğü kabus hayatını kurtardı. Kan ter içinde uyandığı bina, havan toplarıyla başlarına yıkıldı. Yerinden fırlardı. Tozdan önünü bile göremedi. Üzerine yıkılan duvarlardan kaçarken defalarca yuvarlandı. Kulağındaki uğultu bitene kadar düştüğü yerde çakılı kaldı. Kulakları sesi algıladığı anda kör bir beden gibi el yordamıyla yönünü bulmaya çalıştı. Yağmur toz bulutunu yok ederken arkadaşlarının parçalanmış bedenlerini gördü. Hayatta kalanlarla birlikte yaralıları dışarıya taşıdı. Yağmur şiddetini arttırdı. Kedisinin içerde kaldığını fark ettiği an tereddüt etmeden yıkıntıların içine daldı. Her yerde kedisinin sesini aradı.

Karısı ve çocuklarından ayrılalı üç hafta olmuştu. Henüz hiç bir yere varamayan ailesi için çok endişeliydi. Cebinden telefonunu çıkardı. Arka kapağını açtı. Bataryayı telefona yerleştirdi. Bataryanın üzerine katladığı kağıt parçasını koyarak kapağı kapattı. Eliyle arka kapağa bastırarak telefonun açma düğmesine basılı tuttu. Telefon açıldı. Şehirdeki iletişim direkleri yok edildiği için şebeke sorunu canını sıkıyordu. Haber almak için bulundukları binanın çatısına çıktı. Sürünerek siper aradı. Yıkılmayan tek duvarın dibine gitti. Boynunda asılı dürbünle düşman aradı. Saldırı hazırlıklarını bir müddet gözetledi. Telefonunu çıkardı. Şebeke hala çekmiyordu. Endişesi arttıkça asabileşiyor, ota boka saldırıyordu. Binanın bodrumuna indi. Yerde yatan kediyi ensesinden tutup kaldırdı. Masaya bıraktı. Suda yumuşattığı ekmekleri kedinin önüne attı. Aynı yöntemi kullanarak esirleri de doyurdu. Yaralı esirlerden biri, ağrısı için çare dilendi. Kayıtsız kalamayan adam migreni için kullandığı ilaçlardan birini verdi.

Çatışma o kadar şiddetliydi ki çoğu zaman nişan almadan siperden ateş ediliyordu. Silah ve insan gücü neredeyse on kat karşı taraftan zayıftı. gelen her on mermiye karşılık atılan tek mermi umutları törpülüyor, her direnişçiyi kendi içine gömüyordu. Saldırılar çoğu zaman savunmaya dönüyor, Kaleleri tek tek kaybeden direnişçiler, artık yaşamanın değil hayatta kalmanın peşine takılıyordu. Adam bir eliyle silahını tutuyor diğer eliyle telefonunun şebekesini arıyordu. Umudunu kaybettikçe mermileri serserileşiyor, hedefsiz kalıyordu. Direnişçilerin çaresiz bakışlarına takılıyor, kaybetmenin her kelimesi iliklerine işliyordu. Buradaki kaybetme ne paraydı, ne de toprak. Onur, haysiyet, vicdan, namus... bu kelimeler anlamlarını yok olmanın karşısında çoktan kaybetmişti. Yarım kalmıştı. Tıpkı kalemi kırılmış bir şair gibi. Sigarasını yakarken kızının her sigara içişinde ciğerlerinin çürüyüp öleceğini söyleyerek ağladığını hatırladı. Sigarasını kırıp attı. Mevziden ayrılırken geride bırakılan arkadaşlarına baktı. Daha az önce kendisine bir bardak suyu uzatan on dokuzluk kızın parçalanmış kafa tasını gördü. Yanında ruhu bedeninden uzuvlarıyla birlikte ayrılan üç kadavra. Batan güneşin yerine havayı aydınlatan mermilerin hüzünlü yolculuğu, karargaha dönmelerinde yardımcı oldu.

Sabır kelimesi kurşuna dizilmişti. Adam esirleri doyurmak için bodruma indi. Çakmağıyla gaz lambasını yaktı. Yedi kafadan oluşan bir kuleye baka kaldı. Üst üste dizilmiş yedi bedenin üzerinde oturan on yedi yaşında bir kız çocuğuydu. Adamdan bir sigara istedi. Aldığı sigarayı yaktı. Elleri titreyerek derin bir nefes çekti. Sigaraya üç hafta önce başladığını ve bugün on üç arkadaşını kalbine defnettiğini anlattı. Yutkundu. Tek hayali oyun oynamaktı. Doyasıya. On iki yaşındaydı, arkadaşlarıyla oyun oynarken, annesi tarafından eve kapatılıp çocukluk elbiseleri çıkartıldığında. Aynı gündü kadınlık elbiseleri giydirilip bir erkeğin koynuna uğurlandığında. On dördünde anne olup, gizli gizli kızıyla evcilik oynarken yediği dayakları anlattı. Bütün erkeklerden nefret ettiğini haykırdı. Gülümsedi. Yutkunarak konuştu. '' Siz erkekler düz hayvanlarsınız. İktidar manyağı. Sizin sahip olma dürtünüz bir canlının yüzlerce katı. Bu kadar vahşeti neden yapıyorsunuz sence?'' cevabı adamdan almak gibi bir derdi yoktu. Sigarasını yudumlarken kanlı elleriyle titreyen dizlerini dizginledi. ''Vajina''. Adam irkildi.Doğruluk payı aradı. Bir yandan kedisine bakındı. Kedi kırık dolabın içine sinmişti. Bütün vahşetin tek tanığı. Adam ilgisizdi. Kız sessizleşti. Ağzından yarım yamalak son cümlesi de düştü. ''Dünyayı kirlettiniz''. Adam kedisine hamle yaptı. On yedilik direnişçi kafasına tek el mermi sıktı. Adam yere kapaklandı. Poposunun üstünde geri geri duvar dibine kadar sokuldu. Kan revan içindeki on yedilik direnişçi oturduğu yedi bedenin üstünden ters takla attı.

Hala çocuklarından bir haber alamamıştı. Üç direnişçiyle birlikte karanlığın dipsiz kuyularına daldı. Yarasa misali koklaya koklaya yön aradı. Düşmanın önünü kesmek için tuzak hazırlandı. Geçilecek yerler hesaplanıp mayınlar döşendi. Devriye atan düşman timleriyle karşı karşıya kalındı. Yüz yüze ateş edildi. Direnişçilerden biri mayına bastı. Karanlığı aydınlatan ışık her tarafı sobeledi. Artık karşılarında, kendilerinin üç yada dört fazlası kişinin olduğu belirlendi. Çarpıntı başladı. Dökülen kanların aksine kanı çekildi. Ellerine titreme geldi. Tarifi; korkuydu. Arkadaşlarının ruhlarını yolcu ederken arkasına bile bakmadı. Koştu. Düştü. Yuvarlandı. Kalktı. Patlama. Işık. Yön. Kayboldu. Hayattaydı.

Yok edilen viranelerden birine sığındı. Düşerken kolunu yaralamıştı. Cebinden çıkarttığı telefonu bir türlü açamadı. Umudunu artık gömmeliydi. Ruhu bedenine yüz çevirdi. Yaşam; ölmüştü. Sıra hayatta kalmaya gelmişti. Feda eylemi düşündü. Yanındaki tek silahı ucu kırık bıçağıydı. Kendini ne kadar korurdu bilemedi. Uykuya dalarken karısını ve çocuklarını görmeyi diledi. Hayal etti. Hafıza denen şey çocuklarının yüzlerini yutmuştu. Bütün gücüyle bilinç altına daldı. Acımasızca saldırdı. En büyük darbeyi kendine indirdi. Kendine ihanet eden kaç tür vardı. Asıl savaşı artık kendiyle kendisi arasındaydı. Kendiyle, kendisi arasında yine kendi kalacaktı.

Silah sesleri günün ağarmasını beklemişçesine başlamıştı. Adam yerinden fırladı. Etrafı süzmeye başladı. Sürünerek yıkılmış duvarlardan nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Korku kendisini pusu alanından ne kadar uzaklaştırmış hesap etmeye çalıştı. Yarısı kalan tabeladan karısıyla üç kere geldiği pastaneyi tanıdı. Gözlerini kapayıp savaşsızken ki hali hatırlamaya çalıştı. Bilinci buna izin vermedi. Kendisiyle olan savaşı tüm acımasızlığıyla dakikalarca devam etti. Dışarıdaki savaş gibi, içindeki savaşı da kaybedecekti. Yalnızdı. Çaresizdi. Açtı. Üşüyordu. Evin içinde dolaşmaya başladı. Mutfağı aradı. Sağlam kalan dolapları karıştırdı. Sonra her yeri. Zaman onu uyuşturdu. Halsizlik uyku yaptı. Midesinin gürültüsüne uyandı. Boş bir tabak buldu. Vücudunda kalan suyu idrar yoluyla tabağa boşaldı. Evde yumuşak şeyler aradı. Bulabildiği tek şey gazete parçalarıydı. Gözlerini kapayıp çiğnemeye başladı. Yutkundukça midesi havalandı. İdrara baktı. Midesine gömdüğü bütün harfleri tek tek çıkardı. Burnunu tutup Soluğunu kesti. Tabağı eline alıp, yudumladı. Soluğunu serbest bıraktığında yere kapaklandı. Öksürerek ağzında kalan tadı kustu. Yan yattı. Gözlerinden yaşlar süzüldü. Hissizdi. Halsizdi. Yarı baygındı.

Suratına aldığı tekme darbeleriyle uyandırıldı. Yolun sonu. Ölümle ilk kez karşı karşıyaydı. Azrail; insan suretine bürünmüş ruhunu gaspa kalktı. Hiç bir darbe acı vermiyordu. Tek isteği bir an önce ruhunun özgür kalmasıydı. Kısa ve acısız olmasını diledi. Bu kadarına hakkı vardı. Bunun için kime başvurmalıydı. Yalvarmamaya karar verdi. Çünkü yetkili merciinin geri alma yöntemini çok sert bulmuştu. Bayıldı. Ayıldı. Dayak yedi. Bayıldı...

Gözlerini açtığında azrailin suretine büründüğü iki beden uyuya kalmıştı. İlk kez düşmanla bu kadar yakın temastaydı. Vahşi bir hayvan gibi hissetti. Bıçağını yokladı. Yerindeydi. Usulca çıkardı. Ava yaklaşırken sabırlı ve sessiz olmalıydı. Düşmanları nasıl öldürecekti. Direnişçi kız kadar nefret biriktirmemişti daha. Kafasını kaldırıp suretleri inceledi. Ucu kırık bıçağı bedene saplayamazdı. Boğazlarını kesmeyi tasarladı. Bunun için de zamanı iyi kullanmalıydı. Kolundaki ağrıyı hissetti. Bir yolu olmalıydı. Zaman aleyhine işliyordu. Hızlı düşünmeye çalıştıkça bocalıyor, sinirden alt dudaklarını kanatıyordu. En azından kendini savunabilmeliydi. Yutkundu. Kurban ettiği hayvanları anımsadı. Kutsala can verdiklerini bilseler gırtlaklarını kestirirler miydi? Hareketlendi. Uyuyan bedenler birazdan kadavraya dönecekti. Sürünerek adamların yanına gitti. Elindeki bıçak kesmeye hazırdı. Hamle yaptı. Bıçağı uyuyanlardan birinin boğazına dayadı. Üzerlerindeki kanı görünce rahatladı. Bir kaç saniye kadavranın üzerinde kaldı. kendine geldiği an yuvarlandı. Yanlarındaki çantada rızık aradı. Bilinci kapalıyken çatışmışlardı. Cebinden telefonunu çıkardı.


Üstüne giymeye çalıştığı sukûnet kavramı, tahammül sınırını çoktan aşmıştı. Arkasında  duran,  yok olmamak için direnenlere baktı. Uzandığı yerden ayağa kalktı. Havada uçuşan havan topları ve ağır makineli silah mermilerini umursamadı. Arkadaşlarının bağırışlarına aldırmadı. Kadın direnişçilerden biri kolundan tuttu. Bedenindeki son enerjisini kullanıp, kadını kendinden uzaklaştırdı. Yok etmek amaçlı kullanılan bütün metaller havada asılı kaldı. Adam kendisine baka kalan kedisini fark etti. Eğilip yerden kaldırırken gözlerinde gördüğü masumiyete son kez gülümsedi. Elindeki kalaşnikof marka silahını yerdeki kedisiyle takas etti. Havada asılı kalmış metallerin arasında yürümeye başladı. Direnişçilerin sloganlaştırarak kutsadığı yok olma cümlelerini umursamadı bile. Ölüme koşarken kendini hapsettiği kara delikten kurtulmaya çabaladı. Sonradan da sevilebileceğini öğrendiği karısını hayal etti. Ve çocuklarını. Yaşamı boyunca cevap bulamadığı sorularla uğurladı bedenini. Sahip olma dürtüsü ve üstünlük kurma kompleksi yüzünden yok olan milyonlarca hücrenin sorumlusu kendisiydi. Besin zincirindeki son halkada bulunan tüketici (yırtıcı) olan bedeninin hücrelerini, ayrıştırıp yıllarca kendisini besleyen organizmalara bahşetti. Mevziden yeterince uzaklaştığını anladığı an kedisini yere bıraktı. Yaşama tercihine engel olmadı. Kedi kuyruğuna basılmadığı müddetçe asla tırmalamadığını kanıtlamak istermişçesine adamın peşinden gitti...



dizin    üst    geri    ileri  

 



 21 

 SÜJE  /  Cüneyt Yıldırım  /  yirmi yedi kasım iki bin on dört     7