yoldaşlık etiği olarak
şiir
ya da
hafızanın külleri ve direnişin bedenleri
“bir şey var ki ancak ölümle telafi edilebilir.
onbeşimizdeyken evden kaçmamış olmak"
valter benjamin
“var olmuş olmayı bırakmak ;işte bunun hiç yolu yok" fernando pessoa
“iki şeye hakkım var: özgürlük ve ölüm. birine sahip olamazsam ötekini
isterim, çünkü kimse beni canlı tutsak edemez " che guevara
yoldaşlık etiği ve hafızanın külleri
yoldaşlık etiğidir. her ağacın kurdu her taşın yosunu kendinden olur
deseler de taş ile yosun yosun ile taşın hikayesi hiç de öyle
değildir.taşın tarihi yosunun tarihinden evla mıdır… ağaç ile kurt taş ile
yosun hem hal ola ola ağaç kurda kurt ağaca taş yosuna yosun taşa
dönüşür.
peki taşın da bir hafızası yok mudur…
ağaçların yapraklarından kurşuna dizildiği o yerde kobane’de şehirleri
çetelerce işgal edilen evleri yakılıp yıkılanların yaşam hakları
ellerinden alınarak sürgüne ve göçe zorlananların. mevsimden çok bir
mevsim hayaleti olan sonbaharın .yaralı bir yazdan arta kalanın yerle gök
günle gün yazla yaz kışla kış arasında gergin bir yayla çizilenin
yerinden yurdundan edilmiş sözcüklerin gelip suluboya bir gelecekten
camların buğusuna yapışan resimlerin. sınır ile sonsuzun varlık ile
yokluk arasındaki kıldan ince kılıçtan keskin o anlamsız sınırın. ve o
sınıra sıkışıp kalmanın bir bedene hapsolmanın bir bedende var olmanın
oluşun oluşamamanın serüveni hikayesi şiiri. ol hayat ol
mana ol sebep ol hakikat uğruna ihlali tüm sınırların.işte sınırları önce
kendinden başlayıp tüm sınırları ihlal edenlerin. hafızanın küllerinden
doğan her ihlalde daha bir sınırsızlaşan özgürleşen bedenler. direnişle
hemhal ola ola direnişe dönüşen bedenler. direnişin bedenleri… sistemin
iktidarın tahakkümün işlemediği bedenler. girilen her çarpışmada hafıza
oluşturan hafızanın kendisine dönüşen bedenler. yoldaşlık etiği adına
sınırsızlaşan bedenler.
hayat bazen sürçer mi .hafızanın küllerinden doğan hakikatler oldukça
sürçüp sürer bu sınır hikayesi.iktidarlara karşı direnişin düş ile
gerçeğin sınır ile sonsuzun şiiri var oldukça. tarihteki yerlerin
öznelerin öznelliklerin isimleri değişir o kadar. ve fakat sürçtükçe ve
dile geldikçe şiir olma olasılığı olan dil’ e gelince .o da bir hapishane
değil mi. onun da sınırları yok mu. polisleri bekçileri gardiyanları.
sınırları ihlal ettikçe şiirleşen ve fakat her ihlalde her firarda
vurulan ve birazcık şansı varsa kendini imha eden sözcükler ... ve sınırı
geçerken dur ihtarına uymadıkları için gardiyanlar tarafından etkisiz
hale getirilenler…
yoldaşlık etiği ve direnişin bedenleri
yukarıda altı çizili satırları yazan ile o satırları okuyup altını
çizenin isimleri farklı olsa da ve tarihin farklı dönemlerinde yaşasalar
ve ne kadar “ yolları çatallanan bahçe" de olsa ve bir sınır hikayesinde
birleşiyordu yolları. ve aynı aurası yitik dünyada başka başka anlamlar
yaratmanın çabası eylemi birleştiriyordu onları.aynı hakikatler için
çarpıyordu kalpleri. biri sabahattin ali. biri kader ortakaya.
salt kendileri için değil dünyadaki tüm yaşayanlar için sınırsız
mülkiyetsiz özgür bir dünyanın kapılarını aralayan ve ömürleri bu uğurda
mücadeleyle geçen ikisi de sınırda öldürülen iki muhalif aydın. biri belki
daha yazacağı nice şiir öykü roman var iken yaşadığı dönemin tüm
iktidarlarını “paşalarını,, eleştirmiş resmi ideolojinin tutsağı olmadan
dönemin baskılarından ülkeyi terk etmek zorunda bırakılarak kırk bir
yaşında 1948 yılında bulgaristan sınırında daha ömrünün baharında mili
emniyetle bağlantılı ki o zamanın derin devleti de diyebiliriz –bir asker
tarafından öldürüldü. ki devletle iktidarlarla sürekli başı dertte olmuş.
sinop cezaevi deyince akla ilk gelen isimlerden sabahattin ali sinop
cezaevinde yatmıştır. neden mi. konya‘da öğretmenlik yapmakta iken arkadaş
ortamında okuduğu bir şiir nedeniyle atatürk’e hakaret ettiği
gerekçesiyle tutuklanmıştır. bir yıl konya ve sinop cezaevlerinde
yatmıştır. 1933 yılında afla cezaevinden çıktıktan sonra ise varlık
dergisinde atatürk ‘e bağlılığını kanıtlamak için “benim aşkım, diye bir
şiir yayımlamıştır. ama tüm bu çabalar yetmez ve geçicidir çünkü o
muhalifliğini sürdürmekte kararlıdır. rıfat Ilgaz ve aziz nesin ile
çıkardıkları baskılar ve sansür nedeniyle sürekli isim değiştirerek
çıkardıkları marko paşa adlı mizah gazetesinde dönemin tüm iktidarlarını
ve “paşaların" eleştirmeyi sürdürür. paşaların ve yayınların –atatürk
adnan ismet paşalar markopaşa malumpaşa öküz paşa merhum paşa- isimleri
değişir o kadar.
içimizdeki şeytan kitabındaki roman kahramanlarından “nihat karakteri"ni dönemin sağcı milliyetçi teorisyenlerinden nihal atsız’ından
esinlenerek oluşturduğu ve bu nedenle milliyetçiler tarafından sürekli
tehditler aldığı ve hedef haline getirildiği bilinmektedir.
diğeri ise kobane ‘de işgal güçlerine karşı sürdürülen direnişe yoldaşlık
etiği adına destek vermek üzere sınırı geçmek üzereyken henüz ilk
baharındayken ömrünün yirmi sekiz yaşında askerler tarafından
öldürüldü. ikisinin de katili militarist güçlerdir.
kader sosyoloji mezunuydu.aktivistti.kadınlar üzerine çalışmaları
bulunmaktaydı. kobane’ye gitmeden önce iş cinayetleri üzerine bir tez
hazırlamaktaydı. şimdi aynı tezi kader ’in bıraktığı yerden arkadaşlarının
sürdüreceği bilinmekte. ve bu içimizi biraz olsun serinletmekte.
kobane’ye gitmeden önce sabahattin ali’nin içimizdeki şeytan kitabını
okumuş ve bazı satırlarının altını çizmişti. altını çizdiği satırlardaki
verili dünyaya itirazın ve özgürlükçü bir dünya kurmanın özlemi işte bu
satırlarda saklıydı. ve tüm bu dünya için sürüdürülen mücadelenin bir anlamı
bir karşılığı olmalıydı. ve en önemlisi de “daha büyük ve insanca bir
sebep" ve işte tüm bunlar için hayatla direnişle hem hal olmak
gerekirdi. hayatla direnişle hem hal ola ola direnişin bedeni kendisi
olmak…
peki tüm bunlar bir hayal bir ütopya değil miydi? tıpkı ispanya sınırında
valter benjamin in intiharı ile aşınan ve sabahın köründe açılan sınırlar
gibi…tıpkı ispanyol devriminde olduğu gibi kalbimizde her an büyüyen yeni
bir dünya için enternasyonalist dayanışma ve halkların kardeşliği ve
yoldaşlık etiği adına sürdürülen sınır çarpışmasına kobane direnişine
giderken yüzündeki çocuksu gülümsemeyle hafızalarımızdaki yerini alan
bedenini bir direnişe dönüştüren sınırsızlaşan sonsuzlaşan suphi nejat
gibi. ki son mektubunda daha açık ifade etmişti direnişe katılma
gerekçelerini nejat: "ulvi bir inanç için yola çıkmadım, ulvi olmayan
insanlarla hayatı, büyüsüz bir dünyayı, şeyleşmiş bir dünyayı büyülemek
istedim o kadar... tek derdim asla büyümemek, büyüklerin dünyasının bir
parçası olmamaktı, hep çocuk kalmak yani... şimdi tıpkı peter pan gibi
neverland'e gidiyorum, asla büyümemek üzere."
otuz yaşındaydı suphi nejat ve adını kardeniz’de boğdurulan
komünistlerden mustafa suphi ve suphi nejat’tan almaktadır. sosyologtu.
çeviriler yapmaktaydı. doğu asya sineması ve düşük bütçeli filmler nasıl
yapılır. nasıl dağıtılır adlı iki çeviri kitabı bulunmaktadır. neverland’a gitmeye baştan kararlı bir valter benjamin’in izindeydi. daha
onbeş yaşının heyecanını yitirmeyerek evden kaçan çocuklardandı.
neverland o düş ülkesi peter pan’ ın. sınırları çizilmemiş bayrağı ordusu
mülkiyeti tapusu olmayan ülke .ülke de değil bir ütopya. ilk sınır ne
zaman çizilmişti peki.
ikinci dünya savaşı yılları öncesidir. dünyada yükselen faşizm dalgası
önceden sezilerek tüm teoriyi tarihi tüm disiplinleri eleştirel bir
süzgeçten geçirmek amacıyla oluşturulan her alanda eleştirelliği şiar
edinen frankfurt okulu kurucularındandır benjamin.
faşizm kapıda gestapo peşindedir. dünyadan yaşamdan faşizmin
kuşatmasından çıkar bir yol aranmaktadır. ispanya sınırında gestapo’ nun
eline düşmemek için yol arkadaşları arthur koestler eşi cintia koestler
çantalarında bulunan siyanür tabletlerini alırlar. koestler ve eşi cintia
koestler ‘in midesi bozulmuştur. kusarlar. ve ölüm karşısında başarısız
olurlar. benjamin ise midesi sağlam olduğu için başarır. sabaha doğru sınır
aşılır ve açılır ve artık benjamin için çok geç olmuştur.
ilk sınır ne zaman çizilmişti peki yerle gök arasında gelip giden
sınırsız boşluğa. kendi güvenliği konforu adına diğer tüm canlılar için
tüm bir gezegeni bir hapishaneye dönüştüren mülkiyet düşkünlüğünün ve
egosunun tutsağı evrendeki tek fazlalık yaratık insanın çizdiği ilk
sınır. mülkiyetin sınırları çizileli üzerinden kaç yıl geçmiş dünyanın.
yoldaşlık etiği olarak şiir
kaç harita kaç atlas eskimiş. kaç ihlal kaç sınır çarpışması
yaşanmış. biliyoruz ki sınırsız mülkiyetsiz bir dünya var idi
başlangıçta. ki adı kaostur. devletin iktidarın olmadığı kimsenin kimseyi
yönetmediği. tahakkümün t'sinin olmadığı bir dünya.
ufkumuza çekilen bir sınır değil midir apartmanlar gökdelenler ve tüm
yüksek güvenlikli alçak zihniyetin yükselttiği beton yığınları ve dev
camekanlar. kurşun geçirmez araçlar ve bir koruma ordusuyla dolaşıp
nerde bir ağaç gösterse kesilip "yeşili öldür betonu koru" diye fetva veren
zihniyet.
peki ilk sınır çizilmeden önce ufkumuza, neydi.. ne menem bişeydi şiir.. ve
nasıldı şiiri yazanın şiirle ilişkisi. ilişkilenmesi. işte bu derin
sessizlik ve susuş kumkuması sonrası diyoruz ki bi yerde bi saray var ise
kurulmuş ise.kaç kaçak odalı olursa olsun medyası ordusu polisi olduğuna
göre onun “şairleri", “yazarları", “"borazanları" da olacaktır. ilk
saray şairi.. ilk saray ressamı. olur olmasına da bir direniş hafızası ve
yoldaşlık etiği olarak şiir nerede durmalı ..
“unutulsun bir gövdeye duyulan hasret
unutulsun bu alışılmış duyarlık
o kadar sade, o kadar kalabalık ki
unutulmaya değer onların insan gövdeleri
ve unutulmalı mutlaka
dolsunlar diye yüreklere
dolsunlar damarlara.
ölü mü denir
ölü mü denir şimdi onlara"
edip cansever
yukarıda son bölümünü okuduğunuz ve her ne kadar politik dile kolay
tercüme edilebilen politik dildeki algısı karşılığı daha doğrudan bir
şiir olarak görülse de "onlara" şiirinin yoldaşlık etiği adına deniz
gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için eylemlere başlayan ve
dağlarda gerilla mücadelesi başlatan ve kızıldere’ de katledilen mahir
çayan ve arkadaşları için yazıldığı bilinir. sonu başarısız da olsa
ölümle de sonuçlansa yoldaşlık etiğinin deneyimlenlendiği yerden yazılan
bir şiir..
hem bedenin sınırlarıyla muteber oluşan politik algıya “ alışılmış
duyarlığa" hem de şiirsel algıya itiraz edilerek bedenin sınırlarına
hapsolmayan sınırsız sonsuz bir şiir algısının kapıları zorlanır.
yazıldığı döneme göre değerlendirildiğinde bile bu günün beden
politikaları algısına ışık tutabilecek ufukta ve yoğunlukta bir şiir.
yoldaşlık etiği adına bedenini bir direnişe dönüştüren ser verip sır
vermeyen kaypakkaya’nın da şiiri ..
ve artık bir direniş hafızası idi şiir kendi küllerinden doğan. ve tüm
sınırların sınırlamaların iktidarların devletin bittiği yerde özgürlüğün
türküsü başlar diyen o büyük filozof o imkansız şair nietzsche’ye de bin
selam..