Şiirin ve sanatın tanımı, yüklenimi, üretim ve tüketimi arasındaki
ilişkilere kısaca bir göz attık buraya kadar.
Şiir, sözcüğün, algının ve düşüncenin, düş ve serüven özgürlüğüdür.
Sanata bir tanım konamayacağı gibi, tüm sanatlar gibi şiir de disiplin
dışı ya da başka deyişle yasa dışıdır, yasalaştırılamaz. Bu bir anlamda
“ol”maya ilişkin, var olmasına ilişkin bir yasa dışılıktır! Müzik nasıl
sesin/sessizliğin matematiksel sonsuzluğundan besleniyorsa şiir de
sözcüğün ve yüklendiği/yüklediği anlamın sınırsızlığını
matematikleştirir. Müzikte sesin, batı kullanımında 12 ton, doğu
kullanımında 53 tonunun, belli aralıklarla kullanılmasından türeyen ve
türeyecek armoni ve melodiden söz ederken, şiirin malzemesi sözcüklerle
(belki de sesler, başka anlatımla harfler) kurulacak şiirlerden söz
ediyoruz.
Yasalar (töreler, tüzeler, gelenekler, görenekler..) toplumsal bir ölçüt
(norm, düzgü) konulmasına ilişkin, demokratik yönetim sistemlerinde
olağanda halkın üzerinde uzlaşması gereken, ancak gerçek durumda (de
facto, uygulamada) toplumu yöneten (baskılayan, çıkar sağlayan) erklerin
yarattığı; halk yönetimlerinin olmadığı sistemlerde de mevcut egemenlerin
(kral, aile, zümre, dini kurumlar) yarattığı disiplinlerdir. Her disiplin
gibi bunlar da aksaktır. Bir de toplumsal kural ölçütlerinin dışında,
kişinin kendine ve yakın çevresine uyguladığı ilkeler ve ödül/ceza
sistemleri vardır ve bunlar birbirinden epey farklılıklar gösterir.
Yazımızda “yasal” sözcüğünü kullanırken toplum içerisinde yaşayan bireyin
kendi töresel kurallarını oluştururken, gerek toplumsal algı yönetimiyle
kabullendirilmiş, gerekse yaşadığı süreçte toplumsal bir birey olarak
kendi koymuş olduğu ilkelerden birlikte söz etmiş olacağız.
Günümüzün toplumsal algı yönetimi sonucu genelleştirilmiş (ortak)
paydalar, uzak/yakın odaklarca belirlenerek evlere sokulur. Kapitalist
sistemde insana uysal bir köle olması gerektiği üç-beş yaşına kadar
öğretilir; çocuk yayınları, masallar, kitaplar, animasyon gibi ilgi
duyabileceği kitlesel araçlarla. Örneğin, sanatın en önemli dallarından
biri olan masal, seçilmiş (ünlendirilmiş) örneklerle sunularak bu sav
işlenir. “Robin Hood zenginden alır yoksula verir. Zengin ve yoksul
kavramı algıda eşitsizliğin kabulü”, “Çoban kralın kızını almak için,
binbir serüvene atılır ölüm pahasına ya dev yaratıkları öldürür, ya
dağları deler. Oysa çoban, kral ya da kızı eşit bireylerken, ayrılırlar.
Hükümranlıklar ve uysallıklar kurulur masallarda.”
Keza günümüz sanatın üretimine göz atıldığında yukarıda söz edilen
olgunun, diğer dallara yansımasındaki ideolojik kaygıları göz önünde
bulundurmak, erklerin yönlendirerek sanatı belirleyen tarafına karşı
durmak, sanatın varlığını, değiştirici ve dönüştürücü; kısaca belirleyici
rolünü koruması açısından en önemli unsuru olmalıdır.
Sanat kavramına ilişkin geçmişte yapılan değerlendirmelere göz
atıldığında, Platon’un sanata işlevsel bir yarar ataması, topluma yararı
olan “yasal” bir sanatın ancak “iyi” olabileceği görüşünden başlayarak,
Aristoteles’in sanatı, doğayı/yaşamı/gerçekliği taklit ederek (mimesis/öykünme)
bir bilgi sunduğunu ve arınma (katharsis) sağlayarak bir yarar
sağladığını belirtmesiyle; daha sonraki dönemlerde sanatın “ne”liğine
ilişkin değişik önermeler yapılmış, sanat nedir, niye var, ne oluyor ki
sanat denilen bir “şey” oluyor/oluşturuluyor ve insanlar niye bunu
alımlıyor sorularının ortaya konulduğu bir ortamda, sanatın nitelemesinde
“güzel”, “iyi”, “hoş”, “yararlı”, “haz duyulan”, “bilgi verici/vermeyici”
gibi kavramlar, sanat değerlendirmelerinde önemli yer tutmuş, sanat bu
kavramlarla anlatılmaya/anlaşılmaya çalışılmıştır.
Elbette sanat güzeli çirkini, iyiyi kötüyü, yararlıyı zararlıyı içerir ve
yaşamı kimi zaman idealize, kimi zaman estetize eder. Buradaki iki
kavramı ayırt etmek önemlidir. İki temel sanatsal anlayışa daha doğrusu
ideolojik ayrıma vurguyla! Yazımız içerisinde bu ayrıma da dikkat
çekilecektir.
Sanat salt toplumsal yarar gözetseydi İyi Sanatlar, Yararlı Sanatlar ya
da duygulara hoş gelmesini gözetmesi durumunda Hoş Sanatlar adıyla
anılmalıydı, bu anlamda Güzel Sanatlar terimi de sanatın yalnızca güzele
ilişkin olduğunun tanımıdır. Söz ettiğimiz gibi güzellik (estetik,
hoşluk) sanatın yalnızca bir unsurudur. Bu anlamda bu unsur yalnızca
“sanatın yaratımındaki başarı temelde güzeldir.” tanımına ilişkin
olabilir.
Geçmiş dönemde epey tartışıldığına gülümseme ile tanık olduğum,
matematikçinin şiir okuyamaması sorunu, matematikçinin sayısal zekayla
kavramlara yaklaşması ya da matematik algıyla ilgili olmayıp,
matematikçinin soyutlama, alımlama yeteneğinin olmayışına ilişkin olsa
gerektir. Sanatta bilgisel içerik olsa olsa kimi ürünlerde, tarihsel
süreçte olguların, nesnelerin ne ve nasıl olduğu, toplumsal yaşayış ve
ilişki biçimlerine, bilimsel, kültürel, tarihi ve ideolojik olgu ve
ortamlara tanıklık etmesi, yansıtması, öyküleştirmesi olabilir.
Sanatsal üründen salt bilimsel, tarihsel, politik çıkarımlar ummak,
sanatın doğasına aykırıdır. Salt bunları içermesi durumunda ürün
kuramsal, eleştirel ya da bilimsel bir metne dönüşür ve sanat olmaktan
çıkar. Sanatsal ürünün temel kaygısı salt bir bildiri içermek olamaz,
sanatçı bu tür kaygılarını olsa olsa manifestolarında, eylemlerinde,
sanat dışı yazılarında yapar. Yani “sanatsal yapıt hiçbir şey söylemek
zorunda değildir” sözünü, “sanat bilgisel bir şey söylemek
durumunda değildir” olarak düzeltilebilir. Sanat düşsel ve düşünsel
bir üretimdir. Sanat üreticisinin kaygısı, söylediği şeyi biçimsel
anlamda aktarmaktır. Bu yapıttan bir şeyler almak ve yorumlamak
alımlayıcının görevidir. Başka bir deyişle yapıtın yaratılma kaygısı her
ne ise, hiçbir zaman alımlayıcı tarafından (özel bir açıklama
yapılmamışsa) saf halde aktarılmak istenen alınmaz; alımlayıcı ürünü
kendi yordamlarıyla yorumlayıp, değiştirerek alır ki sanat ürününü
önemli/etken kılan unsurlardan belki de en önemlisi budur; tek bir
yapıtın ayrı anlamlarla dolu, prizmatik, düşsel bir yönünün bulunması. Bu
anlamda; düşünceyi düşünceler üretir.
________________________ (*)
Önceki yazılar 1, 2 ve 4. sayılardadır.