Zor sevinçler taşıyorum çapraşık sıkıntılardan
öte adlara. Adının bile geçmediği dündeyim artık. Seslenme. Ulaşılmayan avuç içine dolduruyorum yumuşaklığını sevginin; yüzün için. Sığınacak bir
umut aramadan dalıyorum içine kalın karanlığın. Derinlik ne ki! Dipsiz bir hiç!
Her iki böğrüme yapışıyor ağrı.
Tutsaklıktan kopan paslı etler. Kemikten insanlar. Bir ölüm
korkutucu cesaret
şarkı söylüyor asılsız kalabalığa
hayatın sığdığı hücreden. Kaçan ayakların gürültüsünden
duyulmuyor tiz çığlıklar. Oysa kimse
yaşamıyor burada. Burada
sadece kalabalık ve uğultu var. Bir bayrak dikilmiş boşluğa. Gibi boşluk.
Gri. Sadece
asılsız kalabalık
ve yaşayan en son ölü
karşılanıyor alkışlarla. Kimse yok burada
kalabalık dışında. Yok kimse kimsede. Tamtakır. Silik bir iz kalan geride ve
korkunç bir uğultu, sadece.
Kemikten insanlar. Deriden ibaret.
Bugün ölüm açıyor gökyüzünde. Bugün
gölgesiz bütün düşler.
Üstünde meyvesiyle kuruyor ağaç, ihtişamla. Bugün kupkuru bütün sesler.
Kemikten ve deriden ibaret insanlar. Açlık sofrasında tokluğu kutlayanlar; onlar!
Derinlik ne ki! Dipsiz bir hiç! Kalın karanlık. Birbirine çarpan
kemiklerle sıkışıyor sessizlik ve yırtılıyor hava ve yırtılıyor deri, boydan boya... Ah işte!
Bir
çekirdek, hafif mi hafif. Çatlamak vaktine gömüyor kendini; artık
başka bahara...
Aklı başka baharda bir çekirdek yatıyor
orada!
Şimdi siz, kalanlar, yukarı çevirin yüzünüzü, buharlaşan
mutluluğumuzu taşıyan bulutlara; hani şu her şeyin kirini akıtacak
sağanak için...