POETİK METİN

Sabahattin Umutlu  







hafızanın yanık atlasında bir kayıp nota : kara
ve kederden kedere bir ömür : gomidas vartabed


arshıl gorky'e
hrant dink'e
paramazlar'a

"hepimiz tehlikedeyiz"
                                    pasolini

"ulaştım bu dünyaya
  inziva hücresinden
  gül rayihanı izleyip
  erdim seninle vuslata"

                                      gomidas

"dağlarının rüzgarına öleyim
  yarimin boyuna öleyim
  bir yıldır ki görmemişim
  görenin gözüne öleyim"

                                      gomidas



h a f ı z a n ı n k ü l l e r i n d e n b i r k e d e r l i n o t a y a. ..

beni soran oldu mu...

beni soran oldu mu ...

ilk bakışta öyle evet. bir çocuğun günlük yaşamın akışı içerisinde sorduğu sıradan bir soru gibi geliyor size de.sokakta tek başına oynamak durumunda kalan ve kendine oyun arkadaşı arayan bir çocuğun annesine sorduğu bir soru. ve fakat hiç de öyle değildir. henüz altı aylıkken annesini on yaşındayken babasını kaybeden bir çocuğun annesine soramadığı o kederli soru. anne ve babasının kaybından sonra bir süre yanında kaldığı ve "ikinci annem" dediği babaannesine sorduğu hem öksüz hem yetim bir sorudur. tek başına oynar sokaklarda gölgesidir tek arkadaşı. annenin ve babanın kaybından sonra hayatında tutunacak bir dalı kalmayan geleceği konusunda kaygılar taşıyan ve kendine güvenli bir yer arayan onu evlat edinecek ona bakabilecek bir aile arayışındadır çocuk. eve dönüşlerde hep aynı soruyu sorar çocuk. beni soran oldu mu...

komşularının hep türklerden oluştuğu türkçeden başka bir dilin konuşulmadığı bir ermeni ailesinin tek çocuğu olarak 26 eylül 1869 'da kütahya'da dünyaya gelir gomidas. soğomon soğomonyan'dır asıl adı. daha sonraları din adamı kimliğinden dolayı eski bir papazın adını -gomidas-ve papaz anlamına gelen vartabed soyadını alır. gomidas vartabed olur. ki bazı kaynaklarda komitas vartabed olarak da geçer.

doğduğu yer olan kütahya 'da türklerle türkülerle bir arada yaşayan bir çok ermeni ailesinden biridir gomidas'ın ailesi de. mütevazi bir yaşam süren yoksul bir ailenin çocuğudur. ermeni ve hristiyan olmalarından dolayı osmanlı'da yaşayan tüm azınlıklara ve ermenilere yapılan uygulamalardan paylarını alırlar. tüm hayatları boyunca ödemek zorunda oldukları özel vergiler mahkemelerde tanıklık yapmaları ve silah bulundurmalarının yasak olması. dini törenler dışında kendi dillerini konuşmalarına getirilen yasaklamaların yanısıra tüm azınlıklara uygulanan ötekileştirme ve tecrit politikasının gereği özel ve kamusal alanda getirilen kısıtlamalar sürer gider.

oysa biliyoruz ki osmanlı'da sanat dallarının başta müzik olmak üzere tiyatro ve diğer "zanaat" diyebileceğimiz el becerisine ve emeğine dayalı tüm meslekler azınlıklar tarafından sürdürülmekte o yıllarda. bir çok "zanaat" başta mimarlık olmak üzere taşçılık,hattatlık, kuyumculuk, bakır ve seramik işlemeciliği,aklınıza gelen bir çok meslek ermeniler ve rumlar tarafından yapılmaktaydı.

hem sanatçı yönü ağır basan hem de "zanaatkar" bir ailenin çocuğuydu gomidas. halı dokuyan şarkı söyleyip beste yapan şiir yazan yetenekli genç bir kadın olan annesi takuhi henüz on altı yaşındayken doğurur onu. babası ise çekirdekten yetişme bir kunduracı ve müziksever biri. gomidas'ın kısa süren trajik aile yaşantısı hep müzikle içiçedir. ezgilerin tınıların kulaklarından hiç eksilmediği böyle bir ortamda başlar gomidas'ın müzisyenliği. ve kederli yolculuğu...bir ömür peşini bırakmayacak o bitmez tükenmez kara kederin yanında bir de müziğe ve şiire olan o derin tutkusu miras kalır ailesinden. kederin tınıya dönüşmesi korur onu hayatın trajedisinden. az da olsa nefes alır derlediği her türküde bestelediği yazdığı her şarkıda. iki nefes arası yaşadığı kederden kedere bi ömür. müziğin tüm alanlarında kendini var eden icra eden biri gomidas vartabed. besteci. şair. derlemeci. orkestra şefi. bir keder tarihçisi ... peki keder midir hüzün mü yaşanan. keder değil kara keder. hüzün değil hüzün değil kara hüzün.

sanatın edebiyatın şiirin müziğin kaynağında kederin kara kederin hüznün kara hüznün acının trajedinin bir rolü var mıdır diye sorarlar bir çok yerde. olmaz mı..hem de nasıl bir rolü vardır ki tüm iktidarlar kendi meşruiyetleri için işlediği cinayetler ve yaptıkları katliamlarla daha bir derinleştirirler sanatın kaynağındaki kederin hüznün acının trajedinin rolünü. ömürleri devletlerle iktidarlarla çarpışmakla geçen sanatçılar şairler edebiyatçılar müzisyenler vardır bir de. her çarpışmalarında yaralanır sakatlanır hafızaları. ve işte o yaralı sakatlanmış hafızalarında biriken kederde bulurlar tüm var oluşlarının kaynağını. o kederle yazar çizer derler toplar besteler yaparlar ve kadim dünyanın kadim eserlerini verirler böylece.

o "toplumun intihar ettirdiği" biri der antonin artaud van gogh'un intiharı için. gomidas'ın iktidarlarca üzerinde biriken keder yükünü taşıyamaz hale gelip delirmesi aynı durumdur yaklaşık olarak. toplumun devletin delirttiği biridir o da.

bir şiirinde şöyle seslenir annesine. o erkenden uçup giden ve sadece geriye hayalini bırakan simgesel anneye :

"okşarken taze çayırları
ikinci yazımın güneşi
batının sarı baharını
annemin içine çekmesi gibi
havalanıp sunağa gitti
göğün beyaz güvercini misali
ruhunu bir sığınak
beni yalnız ve garip bırakarak"

henüz çocuk yaşta bir kuş misali uçup giden annenin ardından tutulan bir yas bir yüzleşme bir kederle başa çıkma yolculuğu serüveni olarak da okunabilir bu şiir. o artık iki kere kimsesizdir. terk edilmişlik duygularıyla dolu hem öksüz hem yetim bir çocuğun kederidir omuzlarında düşlerinde biriken. görülmeyen hiç karşılaşılmayan ve fakat terk edilmişliğin kimsesizliğin o onmaz kara kederin "nesnesi"yle yüzleşmek ve yasını tutmak daha da zorlaşmakta kederden kedere yapılan imkansız bir yolculuk haline gelmektedir. küllerin de donduğu o yerde kötürümdür hafıza. iki kere kötürüm. ve artık "yasımı tutacaksın" diyerek bir yasta da olsa kendimizi hatırlatıp az da olsa hafızalarda bir yer edinerek sürdürebileceğimiz öznelerden de uzak kalmışızdır. nesnesinden uzak kalınan nesnesi tarafından terk edilen ve öylece yüzüstü çırılçıplak bırakılıp gidilen yasın öznesi iflah olmazdır artık. ne yaparsa yapsın eksiktir varlık karşısında. kendi var oluşunu da bir ömür etkiler bu eksiklik. bir türlü tamamlanamama tutunamama boşlukta öylece kalakalma hali. nesnesini yitiren bir sürgünlükte uzayın boşluğunda asılı kalan yersiz yurtsuz bedenler. varoluşlar. imkansızlık halleri öznenin...

yersizyurtsuzluğu uzun sürer bazı çocukların ....

yersizyurtsuzluk uzun sürer elbet. peki çocukken yersizyurtsuzlaşanların çocukluk halleri de uzun sürer değil mi. gomidas ilkokulu bitirdikten sonra babası tarafından bursa ilinde yaşayan anne annesi ve dedesinin yanına gönderilir. ve fakat her şey üstüste gelir ve keder yine kapısından baktırır. bursa 'ya gittikten dört beş ay sonra babasının ölüm haberiyle sarsılır gomidas. amcası tarafından evlat edinilir. ve tekrar kütahya'dadır artık.çocukluğunun geçtiği odaya gider ve daha önce annesinin fotoğrafının asılı olduğu duvardaki çiviye uzun uzun bakar ve kıçkıra hıçkıra ağlar. yersizyurtsuzlık halleri sürer heryerde. nerede olsa bir evsiz gibi davranmayı sürdürür. sokaklarda uyuyup kalmakta eve dönememektedir akşamları. çünkü o hiçbir yere ait hissedememektedir kendini.

on iki yaşındadır gomidas. ve ani bir değişiklik başlamak üzeredir hayatında . bursa ermeni başpiskoposu doğu ermenistan'daki eçmiyadzine çağrılır. çağrılmadan önce ise ruhban okulunda yetiştirilmek üzere sesi güçlü yetim bir erkek çocuk bulmaları istenir kendisinden. ve çocuklar arasında çekilen bir kura sonucu imkansız kederi bir an olsun dağılır ve şansı dönen gomidas'ın doğu ermenistan'a uzun süren yolculuğu başlar. "bir soran olmuştur artık onu" ve fakat bir sorun vardır. ermenistan'a giden gomidas türkçeden başka dil bilmemektedir. ermenice bilmediği için dışlanır önce fakat onun olağanüstü müzik yeteneği her yerde fark edilir. kısa sürede ermenice yi öğrenir. güçlü sesi ve yorumu sayesinde kilisedeki ayinlerin vazgeçilmez şarkıcısı olur. ruhban okulundaki yoğun çalışma programı müzikle ilgili aldığı dersler yaptığı araştırmalar sayesinde kendine güveni artar. bir entelektüel bir sanatçı olacağına inancı da artmaya başlar. o artık müziğin tüm biçimlerini sokakların ve tarlaların müziklerini de keşfetmeye başlar. bu alanlarda yaptığı derlemelerle ermeni müziğinin temellerini oluşturdu.

ancak bir sorun vardı. ve giderek de derinleşmekteydi. kilisenin ruhban okulunun ayin müziklerini başarıyla icra ederken onun gönlü sokaklardan ve tarlalardan yükselen halkın ezgilerindedir. derlediği ermeni köylü şarkıları aşktan hayatın çıplak hallerinden dünyevi bir durumdan bahsederken kilise müziği ise ruhani havasıyla daha dar bir alana hapsolmuştur. iki müzik ortamı arasındaki sınırları yıkmaya başlar gomidas. köylülerin şarkılarını türkülerini çok seslileştirerek daha zengin bir formda ruhani mekanlar dahil her platformda yaygınlaşarak kalıcılaşmalarını sağlar. ruhani müziği ise kiliseden çıkararak halk ezgileriyle birlikte açık hava tiyatrolarında halkın olduğu yerlerde korolar kurarak seslendirmeye başlar. onun yaptığı müziklerdeki yorumlamalardaki ilahi ve kantik hava ağır ermeni müziğinin klasik kalıplarının dışına çıkarak türk aşk şarkılarına daha çok benzemeye başlar. bazı konserlerde ruhani müzikleri seslendirmesi kilise tarafından yasaklanmaya çalışılsa da o yine doğru bildiği yolunda devam eder.

çünkü onun din adamlığı değil de müzisyen yanı her yerde ağır basar. ve her yerde dünyevi bir entelektüel ve devrimci bir müzisyen gibi davranır.

bu durum kilise için bir disiplinsizlik olarak algılanır ve gomidas'ın her yerde ötekileştirilerek dışlanmasına yol açar. bazı papaz arkadaşlarıyla notaya aktarılmış ilk halk müziği derlemesini düğün ve aşk şarkılarından ninni ve dans müziklerinden oluşan ağın ezgileri'ni yayımlar. "aşk şarkıları söyleyen papaz" olarak bahsedilir kendisinden. bu durum hakkındaki dedikoduları arttırır. ve hakkında uygunsuz cinsel ilişkiyle suçlayıcı sözler de söylenir. ve sonunda ruhban okulundaki müzik öğretmenliğine son verilir. ve artık dünyevi müziğin kapılarını aralamak ve berlin'de müzikoloji okumayı çok ister. bir ermeni işdamının sponsorluğuyla berlin' e gider. berlin de konservatuara kabul edilir. aynı zamanda berlin kraliyet üniversitesinde felsefe okumaya da başlar.

berlin'de kaldığı üç yıl boyunca zor günler geçirir. okul taksitini kirayı ve malzemeleri karşıladıktan sonra kendine çok az miktarda para kalır. sağlığı giderek bozulmaya başlar. tek başına kaldığı evde arkadaşları ne zaman ziyaret etseler onu piyano başında çalışırken bulurlar. modern hayatla barışık değildir hiç bir zaman.evinde yatak olmadığı yerde düz zeminde yatıp uyuduğu söylenir.

üniversite öğrenimini bitirerek tekrar ermenistan'a öğretmen olarak döner ve eçmiyadzin'e ruhban okuluna borcunu ödemeye başlar. beş yıl süreyle kalır ermenistan'da. ruhban okulundaki dersler ve dünyevi hayattan uzak kalış onu yorgun ve bitkin düşürür. her şeyi denediği deneysel bir müzik ortamından sıkıcı bir ortama döndüğünü hisseder. umutsuzluk ve keder had safhadadır yine.

etnomüzikoloji alanındaki araştırmalarını yazıya döktüğü bir dönemdir bu dönem. yaz aylarında ermeni köylerine gider köylülere işlerinde yardımcı olur ve oradaki yaşantıyı gözlemleyerek o yörenin müziklerini derlerdi. köylerde karşılaştığı şarkılardaki ezgiler onun kendi yaşamından da izler taşımaktaydı çoğu zaman. şu şarkıdaki sözler nasıl da...


"anneciğim çaresiz çocuğun ne yapabilir
anneciğim gel bana bak,neredesin?
anneciğim anneciğim, ne yapacağımı bilmiyorum
beni yetim bıraktın beni yetim bıraktın ...
vay vuy,  vay vuy,  vay vuy ...."

kederlerin kardeşliği mi diyelim biz buna. bir kederden bir kedere ömrün yolculuğu. ömürlerin kederlerin deneyimlerin geçişkenliği akışkanlığı. ortak dili kederin. ortak dili imkansız dile gelişlerin.

gomidas köylerde yaptığı derleme ve kaydetme çalışmalarından sonra hazar u mi khag ( binbir şarkı ) adlı halk şarkıları kitabını yayımladı.

yazın tatilde evlerine giden öğrencilerine binlerce küçük boş kağıt parçaları verir duydukları şarkıları kaydetmelerini isterdi onlardan..

ve imkansız aşk ve margaret babayan :

doğu ermenistan'daki ruhban okulunun sıkıcı ortamından kaçıp kurtulmayı başaran gomidas tekrar berlin e döner. hayranı olduğu ve onunla trajik anlamda duygudaşlık kurduğu vagner'in şehrine. trajedilerindeki duygudaşlık eşitler vagner ile gomidas'ı. vagner de altı aylıkken babasını ve bir kaç yıl sonra da üvey babasını kaybeder.

oysa berlin'de onu çeken başka biri ve başka durumlar vardır. laik ve dünyevi aşkı müzisyen margaret ve berlin 'in deneysel özgürlükçü müzik ortamı. o artık dünyevi aşkın peşindedir. hov arek adlı şarkısı, dağ esintilerini ruhundaki yangını söndürmeye ve yağmuru kötü kalplilerin günlerini karartmaya çalışan bir aşığı canlandırmaktadır.

berlin'de kaldığı süreçte bir çok avrupa ülkesinde konserler verir gomidas fransa isviçre italya. korolar oluşturur .konserler verir. konferanslar düzenler.bu sürçete avrupa'ya yerleşme hayalleri kurar.

ve fakat tekrar ermenistan'a dönmek durumunda kalır. margaret 'e yazdığı bir mektuptan:" ne zihnim ne beynim kaldı. huzursuzum ve ne yapacağımı bilemiyorum. kara bulutlarla çevrili olduğumu düşün, ışık istiyorum. parlak bir ışık. gökyüzüne yükselmek. yukarıılara çıkmak ve yakıcı güneşle yaşamak istiyorum. fakat yolu bulamıyorum ve bu boğucu havada nefes alamıyorum. "

ve aynı duruma başka sözler : "görmemek için gözlerimi kapatmak istiyorum. akıntıya kapılmamak için bacaklarımı bağlamak istiyorum."

ve devlet nerede olursa olsun yapar devletliğini : modern devrimci müzisyen gomidas'ın ruhban sınıfı içindeki karşıtları devletle işbirliği içindedir. istanbul'da kurduğuve üç yüz kişiden oluşan gusan korosu ile vereceği konser istanbul patrikhanesi tarafından yasaklanır. gerekçesi şudur: kutsal kantiklerin "petit -champ" sahnesi gibi dini olmayan alanlarda söylenmesi ermeni kilisesi kural ve yönetmeliklerine aykırıdır.

gomidas yasağı tanımaz. ve planladığı şekilde konseri sahneler..

o artık iktidarlar için tehlikeli biridir. müziğe getirdiği devrimci formlar kilisenin meşruiyetini tartışılır hale getirmekte o kımıltısız durağan yapısına gölge düşürmektedir çünkü. ermenistan'ın kutsal müziğini hem korumak hem de modernleştirmek istiyordu gomidas. korosuna kadın şarkıcılar alıyordu. bu da "geleneğe ve adaba " aykırı bulunuyordu.

gomidas'ın ilahi liturji'yi çok sesli hale getirme çabaları 'tanrı tek olduğu için kilise korosu da tek sesli söylemelidir denilerek engellenmeye çalışılıyordu.. bu asılsız iddiaların gomidas'ın 1915" kızıl hasadında,, türkler tarafından tutuklanmasına neden olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır.

ve margaret 'e yazdığı bir şiirden :

"seni sevmek mi
-cehenneme atılıp
ruhun ateşte kavrulmasıdır.
fakat seni sevmek"
-ah cennete bir yolculuk
ve güller içinde uyumaktır."

hiç evlenmedi margaret ve doksan dört yaşında paris'te öldü. gomidas ile ilişkisi derin ve karmaşık olduğu söylenegelir.

ve yine margaret 'e bir şiir :

"bu gece dans ettik beraber,
aşk perileri mumlar yaktı sunakta
kırmızı ve yeşil aşk gömlekleri yaptılar bize
altın ve gümüş buluttan narin duvağıyla."

"kızıl hasat" ve küllerin donduğu o yer : "bırak ne olacaksa olsun"

1915 nisanında başlar "kızıl hasat" gecesi. iktidar ölüm istemektedir. katliamlar ve cinayetler üzerinden kendi meşruiyetini sağlamak için tüm azınlıklara savaş açılmıştır. ittihat ve terakki'nin mutlak iktidarı için ayrık otları olan azınlıklar ermeniler temizlenecektir.

önce aydınlardan ermeni cemaatinin ileri gelenlerinden başlanır hasada. listeler oluşturulur ve bir gece evlere operasyonlar yapılarak tek tek tutuklanırlar. gomidas da içlerindedir. gomidas'ın ismi okunduğunda "devrimci papaz anlamına" gelen komitacı rahip diye seslenirler. yanlışa kızan gomidas mevcut kelimesini alaycı bir şekilde bozarak "mevduç" diye yanıtlar.

olacakları ve her şeyi önceden sezinleyen gomidas tutuklandığı gece kötü bir şey olacağını rüyasında görür. bir arkadaşı şehri terk etmesini ister. gomidas cevap verir : "bırak ne olacaksa olsun."


iki yüz doksan bir aydın'ın önce sarayburnu'nadır istikametleri. yarım saat yürüyecekleri söylenir. ve artık onlar tutsaktır savaş esiridirler. niçin ve nereye götürüldükleri hakkında hiç bir açıklama yapılmaz kendilerine. ki o sarayburnu'nda padişah' ın gözden düşmüş devlet görevlilerinin ve sultanın hareminde istenmeyen kadınların taş dolu çuvallara konularak denize atıldığı anlatılır.

sarayburnu'ndan gemiye bindirilip haydarpaşa garına götürülürler. ve oradan da trenle ankara'ya. içlerinden bazıları ayaş'ta bir toplama kampına götürülür .ayaş'a götürülenlerin politik muhalifler oldukları söylenir. sanatçılar ve din adamları ise yola devam edeceklerdir. at arabalarıyla çankırı'ya. üç gün süren bir yolculuktur.

olan olur. ne olacaksa orda olur. jandarmaların atlarını sulamak üzere mola verdikleri yerde kimin atlarının önce sulanacağı tartışmasının sürdüğü bir anda atların içtiği bir kovayı iki tutsak kaçırır ve arkadaşlarına getirir. su içme sırası gomidas 'a gelir ve kovayı tam onun dudaklarına uzattıkları sırada bir jandarma atıyla dörtnala oraya doğru ilerler ve atından eğilerek kovayı gomidas'ın elinden çekip alır ve suyu üzerine döker.

bu olay üzerine gomidas şaşkın bir bakışla gözlerini jandarmaya diker ve öylece baka kalır. kilitlenir bakışları. herkese korku ve şüpheyle bakmaya başlar gomidas. etrafta kimi ve neyi görse eğilerek selam vermeye başlar. ağaçlara taşlara da. yolun kıyısında güçlükle ilerleyen hasta bir eşek görürler. gomidas eşeği de selamlar eğilerek. giderek sağlığı bozulur. ve kederli kara günler tekrar başlamıştır.

"kızıl hasat" süresince çankırı 'daki tutsaklardan iki yüz doksan bir ermeni'den kırkı hayatta kalır sadece. bir mucize eseri gomidas da sağ kalır. ancak hafızası geri dönmemek üzere bir kez daha sakatlanır. telafisi yoktur artık zamanın.

yedi arkadaşıyla birlikte tahliye dilerek istanbul'a döner. artık hiç bir şey eskisi gibi değildir. devletin delirttiği bir şair bir müzisyendir o.

çankırı sürgününden arta kalan şu cümlelerde saklıdır ne varsa :

"...yerinden yurdundan edilmiş binlerce çocuk kadın yaşlı genç ermeni'den oluşan bir kafile gördüm. geceyi tepede hep birlikte kantik söyleyerek geçirmişlerdi."

rüyası gerçek olmuştur gomidas'ın. ilerleyen günlerde tam yüzyıl önce bu günlerden bir buçuk milyon ermeni itihat terakki güçleri tarafından yerinden yurdun edilmiş ve katledilmiştir.her ne kadar iktidarlar ve resmi tarihlerince reddedilse de gayrı resmi tarihte ve halkların hafızasında "tehcir"  "soykırım" ve bir katliam olarak geçer.

istanbul'a dönen gomidas sağlığını yitirmiş haldedir ve hayali gizli polislerden gizli ajanlardan kurtulmak için sık sık yan sokaklara sapar.

rahatsızlığı giderek artar ve artık konuşmayı ve eser vermeyi de bırakmıştır. şu sözler bu durumunu açıklayıcı olabilir belki de :

"karnımda içimi tırmalayan bir kedi varmış gibi"

sonunda o gün gelir ve arkadaşları tarafından la paix hastanesine kapatılır. evini boşaltırlar ve eşyalarının bir kısmını patrikhaneye bırakırlar bir kısmını da hastane masraflarını çıkarmak için satarlar. o artık evinden de yurdundan da sürgündür. etrafında güveneceği kimsesi kalmamıştır. eski arkadaşı doktoru psikiyatrist torkomyan onun kafasında kendisini aldatan arkadaşlarını mazhar osman ise kendisini öldürmeye çalışan devleti temsil etmektedir.

iki buçuk yıl kaldığı lapaix hastanesinden paris'e gönderilir. tedavisi orada da sürer. fakat sonuç vermez. sağlığı geri gelmez. margaret ve arkadaşları ve bazı öğrencilerinden oluşan bir grup tarafından ölümüne kadar tüm masrafları karşılanarak bakımı üstlenilir. üç yıl kadar kaldığı hastanede 20 ekim 1935 tarihinde hayatını kaybeder. erivan'da adına bir park yapılmış ve orada kuru ağaç dalları üzerinde oturan bir heykeli bulunmaktadır. tüm yerinden yurdundan edilenler gibidir. bir parkta yemyeşil ağaçların arasında yerinden yurdundan gövdesinden köklerinden kopartılıp alınarak sürgün edilen kuru bir dalda cisimleşmiştir bedeni. yazdığı şiirler kurduğu korolar ve seslendirdiği şarkılar. derlediği türkçe kürtçe ermenice türküler halkların ortak hafızasında yaşamaktadır.


geriye kalan bir sorudur yine de. tarihte ve her yerde yersiz yurtsuz bir soru : soruyoruz öyleyse.  gomidas’ın şarkısında “ dağlarının rüzgarına öleyim" dediği o yer şiirlerin şarkıların küllerinden doğduğu o yer şimdi neresidir…

geriye kalan bu kadar mı peki...

ve artık yas tutamamak da kalmıştır geriye. devletlerin çizdiği sınırlar ve o sınırları aşındıran şarkıların ezgilerin yanında hafızanın külleri de kalmıştır geriye. küllerin de donduğu o yer. şimdi bize ne söyler...



dizin    üst    geri    ileri  

 



  2  

 SÜJE  /  Sabahattin Umutlu   /  yirmi dokuz eylül iki bin on beş     12