hafızanın yanık
atlasında bir kayıp nota : kara
ve kederden kedere bir ömür : gomidas vartabed
arshıl gorky'e
hrant dink'e
paramazlar'a
"hepimiz tehlikedeyiz" pasolini
"ulaştım bu dünyaya
inziva hücresinden
gül rayihanı izleyip
erdim seninle vuslata" gomidas
"dağlarının rüzgarına öleyim yarimin boyuna öleyim
bir yıldır ki görmemişim
görenin gözüne öleyim" gomidas
h a f ı z a n ı n k ü l l e r i n d e n b i r k e d e r l i n o t a y a. ..
beni
soran oldu mu...
beni soran oldu mu ...
ilk bakışta öyle evet. bir çocuğun günlük yaşamın akışı içerisinde
sorduğu sıradan bir soru gibi geliyor size de.sokakta tek başına oynamak
durumunda kalan ve kendine oyun arkadaşı arayan bir çocuğun annesine
sorduğu bir soru. ve fakat hiç de öyle değildir. henüz altı aylıkken
annesini on yaşındayken babasını kaybeden bir çocuğun annesine soramadığı
o kederli soru. anne ve babasının kaybından sonra bir süre yanında
kaldığı ve "ikinci annem" dediği babaannesine sorduğu hem öksüz hem yetim
bir sorudur. tek başına oynar sokaklarda gölgesidir tek arkadaşı. annenin
ve babanın kaybından sonra hayatında tutunacak bir dalı kalmayan geleceği
konusunda kaygılar taşıyan ve kendine güvenli bir yer arayan onu evlat
edinecek ona bakabilecek bir aile arayışındadır çocuk. eve dönüşlerde hep
aynı soruyu sorar çocuk. beni soran oldu mu...
komşularının hep türklerden oluştuğu türkçeden başka bir dilin konuşulmadığı bir ermeni ailesinin tek çocuğu olarak 26 eylül 1869 'da kütahya'da dünyaya gelir gomidas. soğomon soğomonyan'dır asıl adı. daha sonraları din adamı kimliğinden dolayı eski bir papazın adını -gomidas-ve papaz anlamına gelen vartabed soyadını alır. gomidas vartabed olur. ki bazı kaynaklarda komitas vartabed olarak da geçer.
doğduğu yer olan kütahya 'da türklerle türkülerle bir arada yaşayan bir
çok ermeni ailesinden biridir gomidas'ın ailesi de. mütevazi bir yaşam
süren yoksul bir ailenin çocuğudur. ermeni ve hristiyan olmalarından
dolayı osmanlı'da yaşayan tüm azınlıklara ve ermenilere yapılan
uygulamalardan paylarını alırlar. tüm hayatları boyunca ödemek zorunda
oldukları özel vergiler mahkemelerde tanıklık yapmaları ve silah
bulundurmalarının yasak olması. dini törenler dışında kendi dillerini
konuşmalarına getirilen yasaklamaların yanısıra tüm azınlıklara uygulanan
ötekileştirme ve tecrit politikasının gereği özel ve kamusal alanda
getirilen kısıtlamalar sürer gider.
oysa biliyoruz ki osmanlı'da sanat dallarının başta müzik olmak üzere
tiyatro ve diğer "zanaat" diyebileceğimiz el becerisine ve emeğine
dayalı tüm meslekler azınlıklar tarafından sürdürülmekte o yıllarda. bir
çok "zanaat" başta mimarlık olmak üzere taşçılık,hattatlık, kuyumculuk,
bakır ve seramik işlemeciliği,aklınıza gelen bir çok meslek ermeniler ve
rumlar tarafından yapılmaktaydı.
hem sanatçı yönü ağır basan hem de "zanaatkar" bir ailenin çocuğuydu
gomidas. halı dokuyan şarkı söyleyip beste yapan şiir yazan yetenekli
genç bir kadın olan annesi takuhi henüz on altı yaşındayken doğurur onu.
babası ise çekirdekten yetişme bir kunduracı ve müziksever biri.
gomidas'ın kısa süren trajik aile yaşantısı hep müzikle içiçedir.
ezgilerin tınıların kulaklarından hiç eksilmediği böyle bir ortamda
başlar gomidas'ın müzisyenliği. ve kederli yolculuğu...bir ömür peşini
bırakmayacak o bitmez tükenmez kara kederin yanında bir de müziğe ve
şiire olan o derin tutkusu miras kalır ailesinden. kederin tınıya
dönüşmesi korur onu hayatın trajedisinden. az da olsa nefes alır
derlediği her türküde bestelediği yazdığı her şarkıda. iki nefes arası
yaşadığı kederden kedere bi ömür. müziğin tüm alanlarında kendini var
eden icra eden biri gomidas vartabed. besteci. şair. derlemeci. orkestra
şefi. bir keder tarihçisi ... peki keder midir hüzün mü yaşanan. keder
değil kara keder. hüzün değil hüzün değil kara hüzün.
sanatın edebiyatın şiirin müziğin kaynağında kederin kara kederin hüznün
kara hüznün acının trajedinin bir rolü var mıdır diye sorarlar bir çok
yerde. olmaz mı..hem de nasıl bir rolü vardır ki tüm iktidarlar kendi
meşruiyetleri için işlediği cinayetler ve yaptıkları katliamlarla daha
bir derinleştirirler sanatın kaynağındaki kederin hüznün acının
trajedinin rolünü. ömürleri devletlerle iktidarlarla çarpışmakla geçen
sanatçılar şairler edebiyatçılar müzisyenler vardır bir de. her
çarpışmalarında yaralanır sakatlanır hafızaları. ve işte o yaralı
sakatlanmış hafızalarında biriken kederde bulurlar tüm var oluşlarının
kaynağını. o kederle yazar çizer derler toplar besteler yaparlar ve kadim
dünyanın kadim eserlerini verirler böylece.
o "toplumun intihar ettirdiği" biri der antonin artaud van gogh'un
intiharı için. gomidas'ın iktidarlarca üzerinde biriken keder yükünü
taşıyamaz hale gelip delirmesi aynı durumdur yaklaşık olarak. toplumun
devletin delirttiği biridir o da.
bir şiirinde şöyle seslenir annesine. o erkenden uçup giden ve sadece
geriye hayalini bırakan simgesel anneye :
"okşarken taze çayırları ikinci yazımın güneşi batının sarı baharını
annemin içine çekmesi gibi
havalanıp sunağa gitti
göğün beyaz güvercini misali
ruhunu bir sığınak
beni yalnız ve garip bırakarak"
henüz çocuk yaşta bir kuş misali uçup giden annenin ardından tutulan bir
yas bir yüzleşme bir kederle başa çıkma yolculuğu serüveni olarak da
okunabilir bu şiir. o artık iki kere kimsesizdir. terk edilmişlik
duygularıyla dolu hem öksüz hem yetim bir çocuğun kederidir omuzlarında
düşlerinde biriken. görülmeyen hiç karşılaşılmayan ve fakat terk
edilmişliğin kimsesizliğin o onmaz kara kederin "nesnesi"yle yüzleşmek ve
yasını tutmak daha da zorlaşmakta kederden kedere yapılan imkansız bir
yolculuk haline gelmektedir. küllerin de donduğu o yerde kötürümdür
hafıza. iki kere kötürüm. ve artık "yasımı tutacaksın" diyerek bir yasta
da olsa kendimizi hatırlatıp az da olsa hafızalarda bir yer edinerek
sürdürebileceğimiz öznelerden de uzak kalmışızdır. nesnesinden uzak
kalınan nesnesi tarafından terk edilen ve öylece yüzüstü çırılçıplak
bırakılıp gidilen yasın öznesi iflah olmazdır artık. ne yaparsa yapsın
eksiktir varlık karşısında. kendi var oluşunu da bir ömür etkiler bu
eksiklik. bir türlü tamamlanamama tutunamama boşlukta öylece kalakalma
hali. nesnesini yitiren bir sürgünlükte uzayın boşluğunda asılı kalan
yersiz yurtsuz bedenler. varoluşlar. imkansızlık halleri öznenin...
yersizyurtsuzluğu uzun sürer bazı çocukların ....
yersizyurtsuzluk uzun sürer elbet. peki çocukken yersizyurtsuzlaşanların
çocukluk halleri de uzun sürer değil mi. gomidas ilkokulu bitirdikten
sonra babası tarafından bursa ilinde yaşayan anne annesi ve dedesinin
yanına gönderilir. ve fakat her şey üstüste gelir ve keder yine
kapısından baktırır. bursa 'ya gittikten dört beş ay sonra babasının ölüm
haberiyle sarsılır gomidas. amcası tarafından evlat edinilir. ve tekrar
kütahya'dadır artık.çocukluğunun geçtiği odaya gider ve daha önce
annesinin fotoğrafının asılı olduğu duvardaki çiviye uzun uzun bakar ve
kıçkıra hıçkıra ağlar. yersizyurtsuzlık halleri sürer heryerde. nerede
olsa bir evsiz gibi davranmayı sürdürür. sokaklarda uyuyup kalmakta eve
dönememektedir akşamları. çünkü o hiçbir yere ait hissedememektedir
kendini.
on iki yaşındadır gomidas. ve ani bir değişiklik başlamak üzeredir
hayatında . bursa ermeni başpiskoposu doğu ermenistan'daki eçmiyadzine
çağrılır. çağrılmadan önce ise ruhban okulunda yetiştirilmek üzere sesi
güçlü yetim bir erkek çocuk bulmaları istenir kendisinden. ve çocuklar
arasında çekilen bir kura sonucu imkansız kederi bir an olsun dağılır ve
şansı dönen gomidas'ın doğu ermenistan'a uzun süren yolculuğu başlar.
"bir soran olmuştur artık onu" ve fakat bir sorun vardır. ermenistan'a
giden gomidas türkçeden başka dil bilmemektedir. ermenice bilmediği için
dışlanır önce fakat onun olağanüstü müzik yeteneği her yerde fark edilir.
kısa sürede ermenice yi öğrenir. güçlü sesi ve yorumu sayesinde
kilisedeki ayinlerin vazgeçilmez şarkıcısı olur. ruhban okulundaki yoğun
çalışma programı müzikle ilgili aldığı dersler yaptığı araştırmalar
sayesinde kendine güveni artar. bir entelektüel bir sanatçı olacağına
inancı da artmaya başlar. o artık müziğin tüm biçimlerini sokakların ve
tarlaların müziklerini de keşfetmeye başlar. bu alanlarda yaptığı
derlemelerle ermeni müziğinin temellerini oluşturdu.
ancak bir sorun vardı. ve giderek de derinleşmekteydi. kilisenin ruhban
okulunun ayin müziklerini başarıyla icra ederken onun gönlü sokaklardan
ve tarlalardan yükselen halkın ezgilerindedir. derlediği ermeni köylü
şarkıları aşktan hayatın çıplak hallerinden dünyevi bir durumdan
bahsederken kilise müziği ise ruhani havasıyla daha dar bir alana
hapsolmuştur. iki müzik ortamı arasındaki sınırları yıkmaya başlar
gomidas. köylülerin şarkılarını türkülerini çok seslileştirerek daha
zengin bir formda ruhani mekanlar dahil her platformda yaygınlaşarak
kalıcılaşmalarını sağlar. ruhani müziği ise kiliseden çıkararak halk
ezgileriyle birlikte açık hava tiyatrolarında halkın olduğu yerlerde
korolar kurarak seslendirmeye başlar. onun yaptığı müziklerdeki
yorumlamalardaki ilahi ve kantik hava ağır ermeni müziğinin klasik
kalıplarının dışına çıkarak türk aşk şarkılarına daha çok benzemeye
başlar. bazı konserlerde ruhani müzikleri seslendirmesi kilise tarafından
yasaklanmaya çalışılsa da o yine doğru bildiği yolunda devam eder.
çünkü onun din adamlığı değil de müzisyen yanı her yerde ağır basar. ve
her yerde dünyevi bir entelektüel ve devrimci bir müzisyen gibi davranır.
bu durum kilise için bir disiplinsizlik olarak algılanır ve gomidas'ın
her yerde ötekileştirilerek dışlanmasına yol açar. bazı papaz
arkadaşlarıyla notaya aktarılmış ilk halk müziği derlemesini düğün ve aşk
şarkılarından ninni ve dans müziklerinden oluşan ağın ezgileri'ni
yayımlar. "aşk şarkıları söyleyen papaz" olarak bahsedilir kendisinden. bu
durum hakkındaki dedikoduları arttırır. ve hakkında uygunsuz cinsel
ilişkiyle suçlayıcı sözler de söylenir. ve sonunda ruhban okulundaki
müzik öğretmenliğine son verilir. ve artık dünyevi müziğin kapılarını
aralamak ve berlin'de müzikoloji okumayı çok ister. bir ermeni işdamının
sponsorluğuyla berlin' e gider. berlin de konservatuara kabul edilir.
aynı zamanda berlin kraliyet üniversitesinde felsefe okumaya da başlar.
berlin'de kaldığı üç yıl boyunca zor günler geçirir. okul taksitini
kirayı ve malzemeleri karşıladıktan sonra kendine çok az miktarda para
kalır. sağlığı giderek bozulmaya başlar. tek başına kaldığı evde
arkadaşları ne zaman ziyaret etseler onu piyano başında çalışırken
bulurlar. modern hayatla barışık değildir hiç bir zaman.evinde yatak
olmadığı yerde düz zeminde yatıp uyuduğu söylenir.
üniversite öğrenimini bitirerek tekrar ermenistan'a öğretmen olarak döner
ve eçmiyadzin'e ruhban okuluna borcunu ödemeye başlar. beş yıl süreyle
kalır ermenistan'da. ruhban okulundaki dersler ve dünyevi hayattan uzak
kalış onu yorgun ve bitkin düşürür. her şeyi denediği deneysel bir müzik
ortamından sıkıcı bir ortama döndüğünü hisseder. umutsuzluk ve keder had
safhadadır yine.
etnomüzikoloji alanındaki araştırmalarını yazıya döktüğü bir dönemdir bu
dönem. yaz aylarında ermeni köylerine gider köylülere işlerinde yardımcı
olur ve oradaki yaşantıyı gözlemleyerek o yörenin müziklerini derlerdi.
köylerde karşılaştığı şarkılardaki ezgiler onun kendi yaşamından da izler
taşımaktaydı çoğu zaman. şu şarkıdaki sözler nasıl da...
"anneciğim çaresiz çocuğun ne yapabilir anneciğim gel bana bak,neredesin? anneciğim anneciğim, ne yapacağımı bilmiyorum
beni yetim bıraktın beni yetim bıraktın ...
vay vuy, vay vuy, vay vuy ...."
kederlerin kardeşliği mi diyelim biz buna. bir kederden bir kedere ömrün
yolculuğu. ömürlerin kederlerin deneyimlerin geçişkenliği akışkanlığı.
ortak dili kederin. ortak dili imkansız dile gelişlerin.
gomidas köylerde yaptığı derleme ve kaydetme çalışmalarından sonra hazar
u mi khag ( binbir şarkı ) adlı halk şarkıları kitabını yayımladı.
yazın tatilde evlerine giden öğrencilerine binlerce küçük boş kağıt
parçaları verir duydukları şarkıları kaydetmelerini isterdi onlardan..
ve imkansız aşk ve margaret babayan :
doğu ermenistan'daki ruhban okulunun sıkıcı ortamından kaçıp kurtulmayı
başaran gomidas tekrar berlin e döner. hayranı olduğu ve onunla trajik
anlamda duygudaşlık kurduğu vagner'in şehrine. trajedilerindeki
duygudaşlık eşitler vagner ile gomidas'ı. vagner de altı aylıkken
babasını ve bir kaç yıl sonra da üvey babasını kaybeder.
oysa berlin'de onu çeken başka biri ve başka durumlar vardır. laik ve
dünyevi aşkı müzisyen margaret ve berlin 'in deneysel özgürlükçü müzik
ortamı. o artık dünyevi aşkın peşindedir. hov arek adlı şarkısı, dağ
esintilerini ruhundaki yangını söndürmeye ve yağmuru kötü kalplilerin
günlerini karartmaya çalışan bir aşığı canlandırmaktadır.
berlin'de kaldığı süreçte bir çok avrupa ülkesinde konserler verir
gomidas fransa isviçre italya. korolar oluşturur .konserler verir.
konferanslar düzenler.bu sürçete avrupa'ya yerleşme hayalleri kurar.
ve fakat tekrar ermenistan'a dönmek durumunda kalır. margaret 'e yazdığı
bir mektuptan:" ne zihnim ne beynim kaldı. huzursuzum ve ne yapacağımı
bilemiyorum. kara bulutlarla çevrili olduğumu düşün, ışık istiyorum.
parlak bir ışık. gökyüzüne yükselmek. yukarıılara çıkmak ve yakıcı
güneşle yaşamak istiyorum. fakat yolu bulamıyorum ve bu boğucu havada
nefes alamıyorum. "
ve aynı duruma başka sözler : "görmemek için gözlerimi kapatmak
istiyorum. akıntıya kapılmamak için bacaklarımı bağlamak istiyorum."
ve devlet nerede olursa olsun yapar devletliğini : modern devrimci
müzisyen gomidas'ın ruhban sınıfı içindeki karşıtları devletle işbirliği
içindedir. istanbul'da kurduğuve üç yüz kişiden oluşan gusan korosu ile
vereceği konser istanbul patrikhanesi tarafından yasaklanır. gerekçesi
şudur: kutsal kantiklerin "petit -champ" sahnesi gibi dini olmayan
alanlarda söylenmesi ermeni kilisesi kural ve yönetmeliklerine aykırıdır.
gomidas yasağı tanımaz. ve planladığı şekilde konseri sahneler..
o artık iktidarlar için tehlikeli biridir. müziğe getirdiği devrimci
formlar kilisenin meşruiyetini tartışılır hale getirmekte o kımıltısız
durağan yapısına gölge düşürmektedir çünkü. ermenistan'ın kutsal müziğini
hem korumak hem de modernleştirmek istiyordu gomidas. korosuna kadın
şarkıcılar alıyordu. bu da "geleneğe ve adaba " aykırı bulunuyordu.
gomidas'ın ilahi liturji'yi çok sesli hale getirme çabaları 'tanrı tek
olduğu için kilise korosu da tek sesli söylemelidir denilerek
engellenmeye çalışılıyordu.. bu asılsız iddiaların gomidas'ın 1915" kızıl
hasadında,, türkler tarafından tutuklanmasına neden olduğunu söyleyenler
de bulunmaktadır.
ve margaret 'e yazdığı bir şiirden :
"seni sevmek mi
-cehenneme atılıp
ruhun ateşte kavrulmasıdır.
fakat seni sevmek"
-ah cennete bir yolculuk
ve güller içinde uyumaktır."
hiç evlenmedi margaret ve doksan dört yaşında paris'te öldü. gomidas ile
ilişkisi derin ve karmaşık olduğu söylenegelir.
ve yine margaret 'e bir şiir :
"bu gece dans ettik beraber,
aşk perileri mumlar yaktı sunakta
kırmızı ve yeşil aşk gömlekleri yaptılar bize
altın ve gümüş buluttan narin duvağıyla."
"kızıl hasat" ve
küllerin donduğu o yer : "bırak ne olacaksa olsun"
1915 nisanında başlar "kızıl hasat" gecesi. iktidar ölüm istemektedir.
katliamlar ve cinayetler üzerinden kendi meşruiyetini sağlamak için tüm
azınlıklara savaş açılmıştır. ittihat ve terakki'nin mutlak iktidarı için
ayrık otları olan azınlıklar ermeniler temizlenecektir.
önce aydınlardan ermeni cemaatinin ileri gelenlerinden başlanır hasada.
listeler oluşturulur ve bir gece evlere operasyonlar yapılarak tek tek
tutuklanırlar. gomidas da içlerindedir. gomidas'ın ismi okunduğunda
"devrimci papaz anlamına" gelen komitacı rahip diye seslenirler. yanlışa
kızan gomidas mevcut kelimesini alaycı bir şekilde bozarak "mevduç" diye
yanıtlar.
olacakları ve her şeyi önceden sezinleyen gomidas tutuklandığı gece kötü
bir şey olacağını rüyasında görür. bir arkadaşı şehri terk etmesini
ister. gomidas cevap verir : "bırak ne olacaksa olsun."
iki yüz doksan bir aydın'ın önce sarayburnu'nadır istikametleri. yarım
saat yürüyecekleri söylenir. ve artık onlar tutsaktır savaş esiridirler.
niçin ve nereye götürüldükleri hakkında hiç bir açıklama yapılmaz
kendilerine. ki o sarayburnu'nda padişah' ın gözden düşmüş devlet
görevlilerinin ve sultanın hareminde istenmeyen kadınların taş dolu
çuvallara konularak denize atıldığı anlatılır.
sarayburnu'ndan gemiye bindirilip haydarpaşa garına götürülürler. ve
oradan da trenle ankara'ya. içlerinden bazıları ayaş'ta bir toplama
kampına götürülür .ayaş'a götürülenlerin politik muhalifler oldukları
söylenir. sanatçılar ve din adamları ise yola devam edeceklerdir. at
arabalarıyla çankırı'ya. üç gün süren bir yolculuktur.
olan olur. ne olacaksa orda olur. jandarmaların atlarını sulamak üzere
mola verdikleri yerde kimin atlarının önce sulanacağı tartışmasının
sürdüğü bir anda atların içtiği bir kovayı iki tutsak kaçırır ve
arkadaşlarına getirir. su içme sırası gomidas 'a gelir ve kovayı tam onun
dudaklarına uzattıkları sırada bir jandarma atıyla dörtnala oraya doğru
ilerler ve atından eğilerek kovayı gomidas'ın elinden çekip alır ve suyu
üzerine döker.
bu olay üzerine gomidas şaşkın bir bakışla gözlerini jandarmaya diker ve
öylece baka kalır. kilitlenir bakışları. herkese korku ve şüpheyle
bakmaya başlar gomidas. etrafta kimi ve neyi görse eğilerek selam vermeye
başlar. ağaçlara taşlara da. yolun kıyısında güçlükle ilerleyen hasta bir
eşek görürler. gomidas eşeği de selamlar eğilerek. giderek sağlığı
bozulur. ve kederli kara günler tekrar başlamıştır.
"kızıl hasat" süresince çankırı 'daki tutsaklardan iki yüz doksan bir
ermeni'den kırkı hayatta kalır sadece. bir mucize eseri gomidas da sağ
kalır. ancak hafızası geri dönmemek üzere bir kez daha sakatlanır.
telafisi yoktur artık zamanın.
yedi arkadaşıyla birlikte tahliye dilerek istanbul'a döner. artık hiç bir
şey eskisi gibi değildir. devletin delirttiği bir şair bir müzisyendir o.
çankırı sürgününden arta kalan şu cümlelerde saklıdır ne varsa :
"...yerinden yurdundan edilmiş binlerce çocuk kadın yaşlı genç ermeni'den
oluşan bir kafile gördüm. geceyi tepede hep birlikte kantik söyleyerek
geçirmişlerdi."
rüyası gerçek olmuştur gomidas'ın. ilerleyen günlerde tam yüzyıl önce bu günlerden bir buçuk milyon ermeni itihat
terakki güçleri tarafından yerinden yurdun edilmiş ve katledilmiştir.her
ne kadar iktidarlar ve resmi tarihlerince reddedilse de gayrı resmi
tarihte ve halkların hafızasında "tehcir" "soykırım" ve bir katliam olarak geçer.
istanbul'a dönen gomidas sağlığını yitirmiş haldedir ve hayali gizli
polislerden gizli ajanlardan kurtulmak için sık sık yan sokaklara sapar.
rahatsızlığı giderek artar ve artık konuşmayı ve eser vermeyi de
bırakmıştır. şu sözler bu durumunu açıklayıcı olabilir belki de :
"karnımda içimi tırmalayan bir kedi varmış gibi"
sonunda o gün gelir ve arkadaşları tarafından la paix hastanesine
kapatılır. evini boşaltırlar ve eşyalarının bir kısmını patrikhaneye
bırakırlar bir kısmını da hastane masraflarını çıkarmak için satarlar. o
artık evinden de yurdundan da sürgündür. etrafında güveneceği kimsesi
kalmamıştır. eski arkadaşı doktoru psikiyatrist torkomyan onun kafasında
kendisini aldatan arkadaşlarını mazhar osman ise kendisini öldürmeye
çalışan devleti temsil etmektedir.
iki buçuk yıl kaldığı lapaix hastanesinden paris'e gönderilir. tedavisi orada da sürer. fakat sonuç vermez. sağlığı geri gelmez. margaret ve arkadaşları ve bazı öğrencilerinden oluşan bir grup tarafından ölümüne kadar tüm masrafları karşılanarak bakımı üstlenilir. üç yıl kadar kaldığı hastanede 20 ekim 1935 tarihinde hayatını kaybeder. erivan'da adına bir park yapılmış ve orada kuru ağaç dalları üzerinde oturan bir heykeli bulunmaktadır. tüm yerinden yurdundan edilenler gibidir. bir parkta yemyeşil ağaçların arasında yerinden yurdundan gövdesinden köklerinden kopartılıp alınarak sürgün edilen kuru bir dalda cisimleşmiştir bedeni. yazdığı şiirler kurduğu korolar ve seslendirdiği şarkılar. derlediği türkçe kürtçe ermenice türküler halkların ortak hafızasında yaşamaktadır.
geriye kalan bir sorudur yine de. tarihte ve her yerde yersiz yurtsuz bir soru : soruyoruz öyleyse. gomidas’ın şarkısında “ dağlarının rüzgarına öleyim" dediği o yer şiirlerin şarkıların küllerinden doğduğu o yer şimdi neresidir…
geriye kalan bu kadar mı peki...
ve artık yas tutamamak da kalmıştır geriye. devletlerin çizdiği sınırlar
ve o sınırları aşındıran şarkıların ezgilerin yanında hafızanın külleri
de kalmıştır geriye. küllerin de donduğu o yer. şimdi bize ne söyler...