Gelenek hiç bozulmamış tı Tarlabaşı’nda. Gelenek de değil, bir yaşam
kültürü. Yaşamı, varlığını inatla sürdürme, direnme kültürü. Yıllar
öncesinde de semte kendine özgü rengini kazımıştı evden eve asılan
rengarenk çamaşırlar. Şimdi de öyle..binalar ne denli karartılsa da,
yıkılsa da, kırık dökük, kapkaranlık, simsiyah bir yokoluşun içine atılsa
da yüreklerdeki rengarenklilik inatla kendini gösteriyor.
Bunu biraz da hatta büyük oranda Tarlabaşı’nın kozmopolit, çok kültürlü
mozaiğinde aramak gerekir. Çok farklı etnik ya da ulusal kökenden insan
yaşar Tarlabaşı’nda. Türk, Kürt, Çingene, Afrika zencisi Tarlabaşı ortak
paydasında buluşurlar. Farklı kültürler bir potada erir ve kendi çok
renkliliğini yaratır. Bu nedenle sokaklar boyu gördüğümüz o rengarenk
çamaşırlar aslında Tarlabaşı’nın gerçek kimlik kartıdır. Yıkıma, yokoluşa
sürüklense de bu kimlik kartını hiç yitirmez. Son yıllarda bu kültür yok
edlmeye, onca insan bir gecede buhar olurcasına yerlerinden yurtlarından
sürülmeye başlayınca da artık Tarlabaşı’nın yeni sakinleri arasına;
hurdacılar, yersiz yurtsuz kalmış sokak insanları, tinerci çocuklar
katılmaya başlar. Bundandır her adım başı hemen her binada gördüğümüz
yanık izleri. Bu evlerden çoğunda soğuk kış günlerinde sokaklardan başka
yatacak yeri olmayan çocuklar barınır..tinerci çocuklar, dediğimiz
çocuklar. Ve bir an için ısınabilmek için ya tinere sarılırlar ya da
ellerine geçirdikleri hurdaları yakarak ısınmaya çalışırlar. Çoğu bu
yangınlarda yaşamını da yitirir. Onların bir başına, soğuktan noktalanan
yaşamlarından geriye işte bu yanık izleri kalır.
Tarlabaşı yıllar önce ilk kurulduğu dönemlerde de aslında bir mülteci
barınma yeridir. Ondandır her türlü dilden, ırktan insanların biraradalığı. Şu an günümüzde de, Avrupa kapılarını zorlayan mülteciler
ne kadar suçluysa Tarlabaşı insanı da o kadar suçludur. Ege kıyılarına
vuran küçük çocuk cesetleri ne kadar suçluysa Tarlabaşı’nın ‘tinerci
çocuklar’ı da o kadar suçludur.
Tarlabaşı’nı adım adım yok etme planı sergilenirken, yalnızca binalar
çürümeye bırakılmakla, yalnızca orada oturan insanların dışlanmasıyla,
ötesi suçlanmalarıyla yetinilmedi. Birer birer her türlü kamu hizmeti de
elini ayağını çekti bölgeden. Bir tür İstanbul’un göbeğinde mahrumiyet
bölgesi, sürgün yeri yaratıldı. Ama tıpkı Balıkçı’nın ‘Mavi Sürgün’ü
gibi. Her şeye karşın orada yaşayan insanların yüreklerindeki,
yaşamlarındaki maviyi ortadan kaldıramadılar. Bundandır biraz da, yıkılan
binaların balkonlarından yayılan rengarenk iplere dizili rengarenk
çamaşırlar.
Yavaş yavaş kamu hizmetleri elini eteğini çekti dedim. Sağlığından
eğitimine..tüm hizmetler durduruldu. Ora insanı kendi kaderine terk
edildi. Oranın çocukları sokağa özellikle itildi. İnsanlar kendilerine
özgü, iş alanları yaratmaya zorlandı. Polis bölgeyi tümden boşalttı.
‘Polisin bile giremediği bölge’ bilinci yaratıldı. Ve en sonunda çöpler
de toplanmaz oldu.
Herhangi bir semtte, kentte görsek ortalığı ayağa kaldıracağımız çöp
dağları Tarlabaşı’nın silüeti oldu. Bizle gazetelerde, televizyonlarda
çarşaf çarşaf ‘çöp evler’ görüntülerine daldığımız günlerde,
Tarlabaşı’nda bir ‘çöp kent’ yaratıldı.
Ama hep direndi Tarlabaşı insanı. Yıkılan, çürüyen binalarının bir
katında da olsa yaşama savaşı veriyorsa, balkonuna çiçeklerini dizdi.
Döküntü bir binada da yaşıyor olsa, balkonuna güneş şemsiyesini dikti,
güneşe karşı çay keyfini de sürdü, demlenmesini de bildi. Bunu yaparken
yoldan selam vererek geçenlere, kendi sardığı tütünlere sepetlerle
sarkıtarak ikram etmesini de bırakmadı.
Son dönemlerinde tinerci çocukların, hurdacıların yanı sıra sokak
kedilerinde de bir artma görüldü. Bu bir yanıyla toplanmayan çöplerin
kedilere bir ‘cazibe merkezi’ oluşturmasının yanı sıra, Tarlabaşı
halkının belki yaşamlarını kendilerine benzetmelerinden olacak, onlara
sahip çıkmasıyla da yakından ilgili. Nerede bir kedi görseniz, önünde ya
da yakınında özellikle özenle konmuş bir yiyecek, mama tabağı muhakkak
görürsünüz.
Şimdilerde, özellikle de Gezi’den bu yana sol hatta genelde tüm muhalefet
sokağı yeniden keşfetti. Kuşkusuz olumlu bir durum, artık halk
edilgenlikten silkinip, sorunlarını birinci elden duyurmaya başladı.
Sokak direnişleri yükselen değer oldu.
Tarlabaşı ise bu duruma zaten çok çok önceden geçmişti. Hatta sokağa
inmeye zorunlu bırakıldı. Sokağa çıktı ve bir daha da evine dönmedi.
Tarlabaşı halkının yaşamı sokak direnişleriyle, savaşlarıyla geçti
yıllardır. Sokağa alışkındır, iyi tanır. Hatta belki birçok kişi bilmez,
bu durum çok daha öncelerden fark edilmişti de..Nasıl mı? Cumhuriyetin
ilk yıllarında, bayramlardaki fener alaylarında, Tarlabaşı sokakları ana
yürüyüş güzergahıydı. Daha da ötesi, İstanbul’da ilk 1 Mayıs
kutlamalarının başladığı dönemlerde yine yürüyüşün en görkemli bölümü
Tarlabaşı’nda olurdu.. Tarlabaşı sokak eylemlerinin her zaman
odağındaydı.
Alışkındır Tarlabaşı insanı sokağa. Tarlabaşı kültürü sokakta verilen
yaşam mücadelesinin adıdır. Tarlabaşı bir sokak yaşamının adıdır. Sokak
direnişine zorunludur.