ANI

Tahir Şilkan  





 

ORMAN YANGINI


Ahı gitmiş vahı kalmıştı... Acınacak durumdaydı; köyün orta yerinde ölü gibi yatıyordu. İlk gördüğümde çok şaşırmış, muhtara sormuştum, "bu ne diye?"..
"Cezalı, yediemin olarak bana teslim" demişti.

Sonra ders bitimlerinde, köyün o taraflarına yaptığım her gezintide karşılaştım onunla. Çocuklar üstüne çıkıyor, iniyor, çevresinde saklambaç oynuyordu.

*

Köyün birkaç kilometre yukarısındaki tepeler çam ormanlarıyla kaplıydı. Köy eskiden, ormanların tam kıyısındaymış. Ancak, keçilere yedirilen genç fidanlar, tarla açılması, kışlık odun ve satmak için yapılan kaçak kesimlerden dolayı köyün civarında orman kalmamıştı.

Muhtarın, "...cezalı, yediemin olarak bana teslim" dediği şey de, kaçak sırasında yakalanmış bir kamyondu. Yasa uyarınca, kaçak sırasında yakalanan tomruklar, orman depolarına nakledilmiş ama tomrukların yüklendiği kamyon köyde kalmış, çürümeye terk edilmişti.

*

Ülkenin en geniş orman varlığının eteklerinde bir köydü. Orman müdürlüğünün araçları, özellikle yaz aylarında, köyün yanından geçip yukarılara ormana gidip gelirlerdi. İşletme şefi olan mühendisle, köy muhtarlığında misafir edildiği bir gün tanıştırılmıştım. Zekice espriler yapan, ama itiraf etmeliyim ki, hiç beklemediğim biçimde köylülerin zekice esprileriyle yanıtlanan yirmi beş yaşlarındaki mühendisi daha sonra, orman yangını sırasında görecektim.

Köyün geçim kaynakları arasında hayvancılık dışında, patates üretilmesi de vardı. Toprağın altındaki patateslerin, patateslere zarar vermeden çıkarılışını seyretmenin mutluluk verici bir şey olduğunu söylemek isterim. Köylüler dere kenarındaki, küçük tarlalarında yetiştirdikleri patateslerin bir kısmını tüketiyor, geri kalanını da satıyorlardı. Satılan patatesin miktarını da gözünüzde büyütmeyin; üç dört ailenin sattığı patates, bir kamyonu bile doldurmuyordu.

*

Tüm ülkede sıkıyönetim var, o yıllarda... Sıkıyönetim zamanında temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması dışında, lüzumu halinde, yalnız kamu araçları değil, özel şirket ve kişilere ait araçlar da kamu hizmetleri için kullanılabiliyordu. Özel kişilere ait araçların kullanılabileceği "lüzumlu hallerden" biri, orman yangınıydı.

*

Henüz kış değil ama havaların alabildiğine soğuk olduğu bir gün. Dersler bitmiş, köy içinde dolaşıyorum. Dördüncü sınıftan Hasan, "öğretmenim orman yangını çıktı" deyince, muhtarın evine doğru yürümüştüm. Muhtarın evine doğru yürürken, orman yolunun kenarındaki İsmail'in evinin kapısına yanaşmış kamyonu görüyorum.

Muhtar da yangından haberdar olmuş, köyün imamına camiden anons yaptırarak, mükellefiyetlerini duyurmasını istemişti. İmam camiye doğru giderken, ne yapılması gerektiğini sordum. Muhtar gayet sakin bir şekilde; köyde, beş, altı kişi dışında genç olmadığını, mükellefiyeti olanlar gelince yangın bölgesine gidileceğini söyledi. Ancak, yangın bölgesine gidecek aracımız yoktu.

Muhtarla birlikte patates yüklemek için köye gelen kamyonun yanındayız. Kamyoncu otuz beş, kırk yaşlarında, saçlarına tek tük kırlar düşmüş, orta boylu, yüzünden yorgunluğu belli biri. Kamyoncuya orman yangınını söndürmek için köylüleri yangın bölgesine götürmesi gerektiğini söylüyorum... Kamyoncu bir an önce karanlığa kalmadan patatesleri yükleyip yola çıkmanın derdinde, isteğimize karşı çıkıyor, "Hocam beni bağışlayın, yükümü alıp gideyim" diyor. Kendisine sıkıyönetim kanunu uyarınca bizi yangın bölgesine götürmek zorunda olduğunu söylüyor, bunu yapmaması halinde muhtarla birlikte tutanak tutacağımızı ve kendisini şikayet edeceğimizi söylüyorum. Korkuyor sözlerimden, çaresiz boyun eğiyor...

Genci yaşlısı otuz kadar köylüyle birlikte kamyona biniyoruz. Sürücünün yanında Muhtarla ben oturuyorum. Köylüler ellerinde kazma küreklerle, henüz on on beş çuval patates yüklenmiş kamyona biniyorlar. Hava kararmak üzere, kamyonumuz orman yolunda ilerliyor. Bol virajlı, dar bir yol. Yokuş yukarı beş altı kilometre gidiyoruz. Yokuş yukarı olduğu için kamyonun gidebileceği yere, yangın bölgesine en yakın yere kadar bizi götürmesi için diretiyoruz. Kamyoncu, daralan, virajlı yoldan yokuş yukarı gitmekten rahatsız. Artık devam etmeyip bizim geri kalan yolu yaya gitmemizi istiyor. Gerçekten de yol artık kamyonun gitmesini güçleştirmiş durumda...Kamyondan inip, kamyoncuyu köye gönderiyor, yürümeye başlıyoruz.

*

Yarım saat kadar yürüyerek yangın bölgesine ulaşıyoruz. Yaprakları yeşil bir dal parçasıyla yangını söndürmek için yanan çalılara vurmaya başlıyorum. Örtü yangını dedi köylüler, yerdeki çalılar, kuruyup yere düşmüş dallar, otlar yanıyor. Öğrencilerimden iki kardeşin babası Hüseyin abiye gözüm takılınca duruyorum. Hüseyin abi sakin sakin elindeki kazmayla yangının dışında yerleri kazıyor. "Hocam! kendinizi öyle çok yorarsınız, çok da faydası olmaz, oralar yanar, böyle yangınlarda, yangının yayılmaması için uğraşmak daha doğrudur..." diyor. Artık hava kararmış durumda...Yangın bölgesinde iki saatten fazla kalıyorum. O kadar çok dallarla yanan çalılara vurmaya çalışmıştım ki...Bizim yangın bölgesine ulaşmamızdan yarım saat sonra Orman Müdürlüğü ekipleri de yangını söndürmek için gelmişti. Hep birlikte yangının kontrol altına alınması başarılınca, Muhtar Hakkı Dayı ve beni mühendisin aracıyla köye bıraktıklarında yorgunluktan adım atacak halim kalmamıştı. O yangında yeni aldığım ayakkabının tekini de kaybetmiş, tüm aramama karşın bulamamıştım. Kaldığım odaya tek ayakkabı dönmüştüm. İki yıl sonra öğretmenlikten istifa ederek köyden ayrıldığımda yediemin olarak muhtara teslim edilen kamyonda çocuklar oynamaya devam ediyordu. Kamyon biraz daha eskimiş, rengi solmuş, kırılmayan yeri kalmamıştı ama yine de çocukların oynaması için fazlasıyla önemli bir oyuncaktı... Sonraki yıllarda kamyon şoförüne haksızlık yapıp yapmadığımı çok düşündüm. Belki, kamyoncu patatesleri yükleyip yola çıkmakta gecikmişti ama köylülerin yangın bölgesine daha az yorularak ve hızlıca gitmesini sağlamış olduğum için kendimi affetmiştim.
 


 



 43 

 

dizin    üst    geri    ileri