ÖYKÜ

Melek Ekim Yıldız   







Kırpılmış


Bakabildiğince uzağa bakmak. Çözüm buydu. Hatırlamaya ve unutmaya. Gözünü dik, düşün, anımsa, karar ver ve gülümse. Dikkatle bak, düşünme, unut, rahatla ve gülümse. Basit değil mi? “Hayat çok acımasız” dediydi geçende konuştuğum biri. Kendine bir şey demediydim de düşünekaldıydım sanki. Hayat mı? Hayat’la kasıt ne? Doğanın düzeni mi, yoksa hayat denilen şeyin içinde yer alan akıllı varlıklar mı, yoksa bunların toplamı mı? Doğanın acımasızlığı ne olabilir? Hem doğa bilir mi, acıma ne, acımasızlık ne? Soruları birbiri ardına sıralarken karşımdaki konuşuyor, anlatmayı sürdürüyordu. Ne anlatıyordu diye soran olsa, bilmem dinlemedim ki. Bazıları konuşur, bana benzeyenler o konuşmanın bir yerinden yakaladığı sorunun doğurduğu soruların peşine düşer. Soru peşindeyim, deme bana bir şey.

Acımasız olanın hayat olduğunu hiç sanmıyordum. Yine bir sanıydı benim ki. Yanılıyor olmam mümkün. İçimden kuvvetle bir ses, acımasız olanın sorular olduğunu söylüyordu. Sorabilme lüksünün ironik acısı. Belki de burada hakkını vermeliyim. Hayat büyük bir soru işaretiyse, acılığı oradandır. Başka ne olacaktı? Başka ne olabilirdi? Devasa bir cevap olsa iyi olurdu ya da belki olmazdı. Belki, asıl acımasızlık, acımasızlık sözcüğünü bulmakla kalmayıp ona anlamını atfeden zihinlere sahip olmaktır. Yargı cümlesi gibi görünen soru cümleleri kurduğumu biliyorum. Başka türlü yapamam, başka türlü olamam. Başka türlüsünü hiç yapmadım, başka türlü hiç olmadım. Bakabildiğimce baktım, sorabildiğimce sordum. İnatçı bir keçiye benzediğimi söyleyen birini sevmiştim. Teşhisten haz etmediğimi söyleyecek kadar sevgimin azalmasını beklemem gerektiğini düşünmüştüm o vakit, o kadar sevmediğimde artık söyleme istediğimin kalmadığını görüp bakabildiğimce uzağa bakmıştım. Dikkatle bak, düşünme, unut, rahatla ve gülümse. Basitti. Bir keçi olsaydınız, “inat” ne demek bilmeyeceğiniz gibi umurunuzda da olmayacaktı. Bir umurunuz olmayacağını da eklemeye kalksam başka eklemeler peşinden gelecek ve hiç haz etmediğim teşhisin kollarında debelenmek kaderini sakince kabullenmem gerekecek. Bunu yapamam. Bu teşhis bataklığını, hayvan olmadığını kendine kanıtlamaktan bitap düşmüş insan cıvıklığı yarattı. Bazen tutunup, kendini çıkaracağın bir dal yoktur etrafta. Adımlarını dikkatli at.

Seni içine almayan bir şeye ait olamazsın. Etrafında dolanma. Gözünü dik, düşün, anımsa, karar ver ve gülümse. Hayatın fark edilebilir acımasızlığı, acımasızlıksa eğer, dolaylarında gezinmeni görüp kılını kıpırdatmamasıdır. Dertlerine dertlenen insanlar görürsün. Dert ne? Sonra gülümseyenleri kaydeder zihnin. Neye gülüyor bu insanlar? Bir şarkının melodisinin ıslıkla çalınışı gibi geçici, küçük, nikbin bir esintinin mutluluk verdiğini sezersin diğerlerine. Neye dönüyor insanlar yüzlerini böyle? Acıkmışlığına denk gelirsin koca koca açılmış gözlerin. Açlık nerededir? Elle tutulur öfkenin kararttığı yüzlere bakarsın. Öfkenin o dipsiz kaynağı nerede? Korkunun titrettiği elleri uzanıp tutasın gelir kiminde. Korkudan insan yapan ne? Diz çökmüşlüğün, boyun eğmişliğin, yitirmişliğin ardına gizlendiği kibri seçer gözlerin. Bu ne kibir kardeşim? Aklın alacak gibi olur bunları, aklın almayacak aslında onları, onu çer çöple doldurdun. Yer yok. Gereksiz kalabalığından kurtul.

Bakabildiğince yakına bakmak. Yakında kendin var. Çözüm belki budur. Sen makası yaratırsın, Tanrı seni. Sen makasla ne yapacağını bilirsin, Tanrı seninle ne yapacağını asla bilmedi. En yakında ‘kendin’. Oraya bak. Makasla oynayan çocuk Tanrı’yı göreceksin. En nihayetinde kırpılmışsın. Çözüm belki budur. Kendine başka bir Tanrı bul ve dikkat et elinde makası olmasın.


dizin    üst    geri    ileri  



  8  

 SÜJE  /  Melek Ekim Yıldız  /  otuz temmuz iki bin on sekiz  / 29