RÖPORTAJ

Semih Özcan   





 

NİHAT ALANUR :

SANSÜRÜN EN BÜYÜK DARBE VURDUĞU ALAN KİMLİK SORUNU. TÜRK SİNEMASI KİMLİKSİZ.


Ben ve benden önceki kuşak, az da olsa sinema ve tiyatroya ilgi duyuyorsa hele bir de Ankara’da yaşıyorsa, Çağdaş Sahne’yi bilmemeleri olanaksız.

Çağdaş Sahne, 70’li yılların ortalarında sinema ve tiyatro oyuncusu ve senarist Erdoğan Akduman ve bir grup arkadaşı tarafından kurulmuş; gerek tiyatro olarak gerekse salonunda Türk Sineması’nın yüzakı, sinematek ayarında filmleri göstermesiyle tanınmış, müzik alanında da Ruhi Su, Timur Selçuk gibi seçkin adların sahne aldığı, Ankara’nın hatta Türkiye’nin kültür sanat yaşamına damgasını vurmuş, bu alanda ‘marka olmuş’ bir kurum.

80’lere dek Çağdaş Sahne, Ankara’lı sanatseverlere, seçkin bir sanat ortamı sunar. Ancak 12 Eylül tüm ‘görkemiyle’ sanat dünyasının üzerine çullanmıştır. Bir yandan sinema, tiyatro alanında yoğun baskı ve tutuklamalar, bir yandan tiyatro ve sinema salonlarının birer birer ortadan kalkıp yerine otopark, alışveriş merkezleri yapılmaya başlanması sanat ortamını durma noktasına getirmiştir. Bu arada 12 Eylül’le birlikte ‘kamu yararına olmayan’ derneklerin kapatılması zincirine Sinematek de katılmış, onun da kapısına zincir vurulmuştur. İşte bu noktada Erdoğan Akduman’ın karşısına Fransa’da gördüğü oyunculuk ve sinema eğitiminin ardından Türkiye’ye dönen genç bir tiyatro ve sinema sanatçısı çıkar. Bu kişi Nihat Alanur’dur. Akduman’la Alanur’un yollarının kesişmesiyle Çağdaş Sahne, 12 Eylül ortamında varlığına son vermez, yoluna ‘devam’ eder.

Nihat Alanur, Paris’te, Sorbonne’da eğitim görmüş, Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Ankara Halk Tiyatrosu’nda Erkan Yücel’le birlikte çalışmış, bu süre içinde ‘Bir Filiz Vardı, Müfettişler Müfettişi, Banker Tanker, Plastik Hayatlar, Bürokratlar gibi oyunlarda yer almıştır.



[ Semih Özcan ]  Çağdaş Sahne ilk ne zaman kuruldu? Şu anki durumu ne? Bu arada 2004 yılında ilginç bir hırsızlık olayı da yaşadınız. Traji-komik bir hırsızlık diyeceğim geliyor. ‘Çiftlikteki Hırsız’ adlı çocuk oyununu sergiliyorsunuz. Ve bir gece tiyatroya hırsızgiriyor. Varınızı yoğunuzu, tüm ekipmanlarınızı çalıyor. Bu olay nasıl oldu, anlatır mısın? Böylesine büyük bir ekonomik yıkımın altından nasıl kalktınız?

[ Nihat Alanur ]   Erdoğan Akduman ve arkadaşları tarafından 1974 yılında Tunus caddesinde faaliyet gösteren ve Türk Tiyatro ‘sunun önemli bir köşetaşı olan “ Çağdaş Sahne” yi yıllar sonra yurtdışından geldiğimde yine yeniden aynı misyonla Erdoğan Akduman’dan izinle hayata geçirdim. Uzun süre turne tiyatrosu yaptık, çeşitli salonlar kiraladık . 2001 yılında Bestekar sokakta kendimize ait bir salon yaptık. Sadece bin bir emek ve bankalardan aldığımız kredilerle yarattığımız salonumuzu kaybettik. Hırsızlık olayının aynı gün TV’lerin ana haber bültenlerinde yer almasını ertesi gününde yaşadığımız şeyler, hayatımın en büyük şokuydu. Kapitalizmin bu kadar çabuk hareket edebileceği hiç aklıma dahi gelmemişti. Onca emek bir anda talana dönüştü hem de kamu ve özel bankaların avukatları gözümüzün önünde masa ve sandalyeleri kapışarak biz haczettik bu bize ait diye kavga ediyorlardı ve biz ne olduğunu anlayamadan kamyonlara yüklenmişti hırsızların çaldıklarından geriye kalan mallar.

Sergi alanı kafe kısmı ve basın odası bulunan salonumuz bildiğiniz ( hırsızlık ve sonrası haciz ) nedenlerden dolayı kapanmak zorunda kaldı. Ancak yılmadım ve bir kaç ay içinde Atatürk Bulvarında daha geniş bir alanda daha büyük dans salonu , prova odaları, dinlenme odaları, kostüm atölyesi , dekor atölyesi ve diğer sosyal alanları bulunan be yine birikimler krediler alarak bir kültür merkezi açtım. Ta ki yerimiz PTT Genel Müdürlüğüne satılana kadar . Sonrasında İstanbul’da çeşitli salonlarda gösterilerimize devam ettik. Tiyatro kapanmadı ancak artık bir salonumuz yok. Yılda bir özel oyun hazırlayıp elden geldiği kadar gösterim yapmaya çalışıyoruz.


 [ Semih Özcan ]  Sinema eğitimini Paris’te, Université Paris 1 Panthéon-Sorbonne ’ da Sanat Akedemisi’nde gördün. Eğitimin ne üzerineydi? Oyunculuk mu, yönetmenlik mi, çekimle ilgili teknik konular mı, genel mi?

[ Nihat Alanur ]    Öncelikle oyunculuk üzerine eğitim aldım tabii.. Daha sonra tamamlayıcı olması dileğim okul yönetimi tarafından da kabul görünce küçük bir genel sınav sonrası sinema bölümünde okumaya hak kazandım. Hayatımın en güzel anları ve anıları burada oluştu. Sonraki sanat hayatımın temel taşları burada konuldu teker teker ve kıymetlice.

[ Semih Özcan ]   Bu eğitimi Paris’te yapmanın nedeni neydi? Daha doğrusu Avrupa’da sinema eğitimi farklı mı? Bizde olmayıp da onlarda olan avantajları neler? Örneğin, oradaki eğitimin sana kazandırdığı artılar neler oldu?

[ Nihat Alanur ]    Belli bir nedeni yoktu o dönemler bir furya idi yurt dışında okumak hatta gizli bir etiket de kazandırıyordu size çevrenizde. Bir tesadüf eseri o zamanlar Paris Kültür Ateşemizin şahsi gayretleri sonucu hayatım ve sanata bakışımın olgunlaşması başlamıştı. Kendisine nefes aldığım sürece minnettarım.

Tabii ki farklı. Genel hatlar yani tüm teknikler aynı. Amerika’nın yeniden keşfedilmesine gerek yok tabii, ancak kendinizi ifade edebilmek ve sahada sürekli deneme yapmak hatta kendinize özgü bir dünya yaratmada o kadar özgürsünüz ki, halen dostlarım bana film ön çalışmalarımda senaryoyu yorumlarken n’olur fazla uçma diye küçük uyarılarda bulunurlar. Dinlemem tabii (makul olanlar hariç).

Bundan daha iyi bir kazanım olur mu?.. ‘’ ÖZGÜRLÜK’’..


***

Ankara Halk Tiyatrosu’nun ardından Çağdaş Sahne’yle tiyatro yaşamını sürdüren Nihat Alanur, sinemayla da ilişkisini koparmaz. Ferhunde Hanımlar, Bizim evin Halleri, Kantodan Tangoya, Sonbahar Kadınları gibi dizilerde ve O Gece, Başka Bir Gün, Araf, Çakma Hayat filmlerinde de yer alır. Bu süreçte sinemada yalnızca oyuncu değil, yönetmen olarak da vardır.

Gerek tiyatro gerekse sinema alanındaki çalışmaları karşılığında; *1996’da- Unıcef Onur Ödülü ( Plaket-Teşekkür Belgesi)( Çocuk Hakları Oyunu İle) *1996’da-Cumhurbaşkanlığı Onur Ödülü ( Plastik Hayatlar Oyunu İle) *1997’de- Meb Altın Atatürk Ödülü (Barış Kardeş Çocuk Oyun İle) *1999’da- Lions 118-T Yönetim Çevresi En İyi Oyuncu Ödülü ( Plastik Hayatlar Oyunu İle) *2009’da- Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali Özel Ödül(Türk Tiyatrosuna Katkı Nedeni İle) *2010’da- Anadolu İşadamları Derneği Onur Ödülü ( Mevlana Oyunu İle) *2010’da-Uluslararası Ankara Tıyatro Festivali- En İyi Oyun Ödülü ( Başak Adlı Oyun İle) kazanır.



[ Semih Özcan ]  ‘Oyunculuk’ bizde tiyatro kapsamı içinde değerlendirilir. Örneğin ‘dramaturg’ bölümleri tiyatro üzerine eğitim veren kurumlarda var. Sinemanın kendine özgü oyunculuk anlayışı gerekmiyor mu? Bizde tiyatro kökenli birçok isim gerek sinema filmlerinde gerekse dizilerde oynayabiliyor, bu belki de bir avantaj. Ancak, sinema alanında yıldızlaşmış birçok isim, tiyatro kökenli değilse, sahnede oynayabilir mi? Aynı başarıyı yakalayabilir mi? Örneğin; Türkan Şoray, Ediz Hun hatta Yılmaz Güney..sinemadaki başarılarını tiyatroya da yansıtabilirler miydi?

[ Nihat Alanur ]    Tabii ki eğitim Tiyatro sanat’ı için önemli ancak konservatif eğitim almayan ya da alamayan yetenekler var çevremizde. Oyunculuk dediğimiz şey genel ve basit bir anlatımla tam anlamıyla olmasa (süslü sözlere gerek duymadan söyleyeyim) bile yansıtmaktan ibarettir.

İsmini andığınız sinema oyuncuları Türk sinemasının temel taşlarını oluşturmuşlardır. Ancak Tiyatro biraz daha özveri ister canlı ve anlık tepkiler aldığınız eğitim sonucu içselleşmiştir. Çalışma sonucunda olmaması için bir neden de yoktur tabii ki yetenek de önemli.

[ Semih Özcan ]  Avrupa’da hatta genelde Dünya sinemasında bu durum nasıl? Kısaca; sinemanın ayrı bir oyunculuk dili var mı yok mu? Sana bir sohbetimizde söylemiştim; Sırrı Süreyya Önder bir konuşmamızda ‘bizi en çok tiyatrocular yoruyor. Onlara ne kadar anlatırsak anlatalım, kendi kafalarına göre tiyatrocu kimlikleriyle oynuyorlar. Oysa sinemada aslolan kameradır ve oyunculuğu farklıdır’ demişti. Bir yönetmen olarak sen de bunu bir sorun olarak görüyor musun?

[ Nihat Alanur ]    Hayır sinemanın ayrı bir Oyunculuk dili yok bence. Ancak sinemanın kendine özgü anlatım dili var tabii. Zaten biz yönetmenler bu dil ile kendimizi ifade ediyoruz. Sevgili Süreyya küçük bir sorundan bahsediyor sanırım. Tiyatro oyuncuları durum itibarı ile canlı performans nedeni ile aynı anda en ön sıradaki ile en arkadaki sırada oturan izleyicilerin kendilerini anlayabilmesi ve fark edebilmesi için biraz daha büyük hareketlerle ve ses tonuyla oynarlar ve bu da son derece doğaldır. Bu bir iki plan çekimlerinde çözülebilecek sorun olmayan bir sorundur. Hatta değildir bile. Birkaç tekrar yapılır eh biraz da yorulmak gerekir. İşin doğasında tümüyle insan ve emek var tabii..

[ Semih Özcan ]   İngiltere’de adım başı tiyatro olduğu söylenir. Özellikle Londra’da dört binin üzerinde tiyatronun varlığından söz edilir, gerçi çoğu bulvar tiyatrosu, vodvil düzeyindedir ama yine de vardır. Hatta örneğin bir araba tamirhanesi bile tiyatroya çevrilmiş, oyun oynanıyor der oradaki ortamı bilenler. Fransa’da durum nasıl? Bir de tiyatrolara devlet yardımını konuşmuştuk anımsarsan yıllar önceki röportajımızda. Ve eksikliklerini, yanlışlıklarını anlatmıştın ayrıntısıyla. Fransa’da ise bırak tiyatrolara, tiyatro oyunu yazan yazarlara da devlet yardımı yapıldığını öğrendim. Fransa’da hatta özellikle sinema alanında Avrupa’yı dolaşan, bu konuda Avrupa Fonu’yla da yakın ilişkide olan bir kişi olduğun için Avrupa’da, devletin ve kamu örgütlerinin tiyatroya ve sinemaya destekleri ne düzeyde? Bizde ve onlardaki kriterler neler?

[ Nihat Alanur ]    Ülkemizde tek kaynak Kültür ve Turizm Bakanlığınca sağlanıyor. "Türk Sineması ve Tiyatrosu için başka hiçbir kaynak yok. Bir de yerel yönetimler var tabii kendi bütçelerinde var olmasına karşılık değerlendirme yapmayan ve yapılmayan ödenekler var. Avrupa’da, Fransa ve Almanya'da özellikle Avrupa Birliği fonlarının aktarımı konusunda tiyatro ve sinema sanatına büyük katkıları var. Hatta senaristler ve oyun yazarlarına varıncaya kadar. İş insanlarının ve özel sektörün de destek vermesi için özendirici bir takım teşvikleri var. Bu da tamamen devlet politikasıyla doğru orantılı bir durum.

Tek kriter sanat yapmak. İçerik ve şahıslar (oyuncu/yönetici kim, sorun bile değil).


[ Semih Özcan ]   Gelelim dizilere..Türkiye’de dizilerin durumu malum. Yoğun bir ‘dizileşme’ aldı başını gidiyor. Bence tiyatro ve sinemanın şu anki içinde bulunduğu durumun en temel nedenlerinden biri de bu diziler. Çünkü hem izleyiciyi sadece televizyonlara bağlamakla da kalmıyor, sinemayı örneğin yeni kuşaklar neredeyse dizi film olarak tanıyacak ölçüde izleyici profilini de etkiliyor. Ancak ilginçtir; diziler özellikle tiyatroyu etkiledi diyorum ama, tutan dizilere baktığımızda ağırlıklı olarak tiyatrodan oyunculara yaslandığını görüyoruz. Hatta sana da söylemiştim, hani tiyatrocular bir karar alıp da dizilerde oynamasalar neredeyse dizi film sektörü çökecek. Sormak istediğim şu; tümüyle ticari kaygılarla çekilen dizi filmlerin zaman içinde ayrı bir sanat dalına dönüşme olasılığı olabilir mi? Yani sinema kendini toparlayıp da dizileri de sanat kaygısı taşıyan yapımlara dönüştürebilir mi?

[ Nihat Alanur ]    Bunun için o kadar çok çözüm var ki.. Sorunlar çok fazla her biri için birkaç saat konuşabiliriz. Ancak en büyük sorun ‘’SANSÜR’. Pek çok insanın emeği geçen ve büyük yatırım gerektiren sinema konusunda, bu endüstrinin tümüyle dışındaki kişilerin sansür kararları ile film yaratıcıları sansür engelini aşamayan nitelikli filmlerin halka ulaşması önlenmekte ve sinema sanatı ile onun beğenisini geliştirmek bir türlü mümkün olmamaktadır. Beraberinde otokontrol ve yaratıcılığı engellemekle kalmıyor Türk sinemasında bir kimlik oluşmasına /oluşturulmasına izin vermiyor. Sansür’ün en büyük darbe vurduğu alan kimlik sorunu. Türk sineması kimliksiz.

(‘’Yücel Çakmaklı’nın ta 1963’te belirttiği gibi kültürel olarak kozmopolit bir yapıda gelişmiş, Amerikan filmlerinin taklidi olarak filmler ortaya koymuş ve Tanzimat’tan bu yana yaşamakta olduğumuz kültür kırılmasının görsel bir tezahürü ve yansıması olmuştur. Batı’ya dönük yüzümüzün baktığı yön olan Amerikan sineması ve Doğulu yanımız itibariyle de Mısır ve Hint sinemalarının tesiriyle bu üçlü sacayak üzerinde yükselmiştir. Tam anlamıyla kendimiz olamadığımız, Cumhuriyet’le beraber bir kırılma yaşadığımız, kimlik sorunları taşıdığımız bir sinema anlayışı beyazperdeye yansımıştır.’’)

Ve bu da genç yönetmenleri kolaycılığa kaçırıyor. Bunun yanında tekelleşmiş hatta kartelleşmeye doğru yönelen film yapım ve dağıtım tekeli de bu sanat dalının önünde en büyük engel olarak durmaktadır. haksız bir rekabet var ortada. Dağıtım hakları tekelleşmiş. Yüzde 70'i aynı şirketin elinde ve bunların stüdyoları, dağıtım ağları var. Bunlar en az 300 kopya ile 1 milyon seyirciden daha fazlasına ulaşabiliyor

Geçtiğimiz aylarda çok büyük emeklerle hazırlanan (içeriğini beğenip beğenmemek izleyicilere aittir) sevgili İsmail Güneş’in filmi ‘’
KERVAN 1915’’ bu tekelin çarklarında eriyip gitti.

Sadece sabah saat on seansında gösterime girmek durumunda bırakıldı ve yapımcı–yönetmen arkadaşımız filmini (emeğini ve düşlerini) geri çekerek protesto etti. Kim duydu veya ne yapıldı?!

Dizileri bunlardan soyutlamak olası değil tabii..

TV kuruluşunun sahibinin/reklam verenin/ Yönetmenin hayata bakışı/siyasi tavrı nasılsa çevresinde de bu bakışı onaylayan veya aynı olan bir toplum yaratma çabası içinde film/dizi yapıyor/yapılıyor. Seyircinin/TV izleyicilerinin zayıf noktalarından, toplumsal ve kişisel hassasiyetlerinden faydalanarak gişe/reyting kaygısı güden manipülatif eserler üretmek daha kolaycı oluyor.



[ Semih Özcan ]   Gerçi son yıllarda çok büyük gerileme içinde ama yine de sorayım. Türk sinemasının dünya sineması içindeki yeri ne? Kendini toparlayabilir mi? Hatta sürekli sorulan klasik soruyu yineleyeyim. Türk Sinemasının dünyaya ya da Avrupa’ya açılabilme şansı var mı? Yalnız burada özellikle altını çizeyim. Tümüyle Avrupa ortamında ve oranın olanaklarıyla ve oranın ‘vatandaşlığıyla bir yere varan Fatih Akın, Ferzan Özpetek gibi ‘Türk asıllı adlar’ değil kastettiğim, doğrudan Türk Sineması’ndan söz ediyorum.


[ Nihat Alanur ]   Tek cevap maalesef HAYIR…. HAYIR….. HAYIR…..

Tek dedim üç oldu cevap ama acı gerçek bu….

Eski Türk sineması, Yeşilçam’ın eli yüzü düzgün halk sineması örnekleriyle, Toplumsal Gerçekçilik ve Ulusal Sinema akımlarının yine bu coğrafyanın değerleriyle ters düşmeyen çalışmalarıyla ürünler verebilmiştir. Ancak ana gövdeye bakıldığında ne yazık ki bu tür çalışmalar oldukça azınlıkta kalmıştır, basit mizahi veya korku unsurları, kaba argo ve küfürlere varan düşük yaklaşımlar, hem sinema sanatını hem de seyircinin kalitesini zedeliyor. Ayrıca yönetmenlik popüler olmanın yolu oldu. Bu topraklardan aldığı değerleri beyazperdeye yansıtabilen filmler küçük bir yüzdede kalıyor.

Bir de eserin yaratıcısının yani yönetmenin teknik ve anlatım biçimleri var ki evlere şenlik. Kurgu mantığı denilen dili tam algılayamayıp genel mantık çerçevesinde bire bir anlatımlarla seyircileri germek/sıkmak bir hayli fazla…

Amerikan sinemasının en büyük özelliği ne anlatmak üzerine kurulan anlatım mantığı ki bunu görsel efektlerle de bir şölene dönüştürerek akılda kalıcı sonuçlar elde ediyorken biz hala gerçek hayattaki genel mantık çerçevesinden çıkamayarak kendi kısır döngümüzü kendimiz yaratıyor anlatmak istediklerimizi hareket ve sonuç ilişkisi dışında ararken uzun ve anlamsız plan ve arkaya perfore edilmiş müzik destekleriyle tabanlayarak yani kulağımızı kafamızın arkasından göstererek zaman, emek ve irtifaa kaybetmeye devam ediyoruz.



[ Semih Özcan ]   Ve son olarak; sinema ve tiyatro alanında önümüzdeki dönemde projelerin, çalışmaların olacak mı? Ağırlığı yine sinema alanına mı vereceksin? Şu an yaptığın bir çalışma var mı?

[ Nihat Alanur ]    Sanat benim içim bir yaşam biçimi 1974 yılında çıktığım bu yolculuğa devam ediyorum ve nefesim yettiğince de devam edeceğim.
Tiyatro ve/veya Sinema vazgeçilmezlerim. Sahnede veya sette yaşamımın sonlanması en büyük arzumdur.

Önümüzde ki aylarda aydınlığa kavuşmasını umduğum birkaç ülkenin ortak yapımı olacak bir projenin senin de bildiğin gibi görüşmeleri sürüyor, umarım en kısa zamanda olumlu olarak sonuçlanır.

Ayrıca 12 Eylül’de yaşanmış bir kadın hikayemiz var. Kahramanımız halen yaşamakta. Bu hikayenin beyazperdeye aktarılması çabalarım var, yatırımcı desteği bulduğumuz anda onu da gerçekleştirmek istiyorum.


dizin    üst    geri    ileri  




 12 

 SÜJE  /  Nihat Alanur - Semih Özcan  /  otuz temmuz iki bin on sekiz  / 29