hafızanın kanatlarında bir kara melek
ya da
arshil gorky ile keder…
temmuzda… ağustos böceklerine…
‘yaralarım benden önce de vardı ,ben onları bedenimde taşımak için
doğmuşum’ joe bousquet
‘sürükleniyoruz: meduse’un salına benzer bir salın etrafına bombalar
yağıyor, sal ise donmuş yeraltı ırmaklarına ya da kızgın amazon
nehirlerine doğru sürükleniyor. birbirlerini sevmek zorunda olmayan
insanlar birlikte kürek çekiyor, kavga ediyor, birbirlerini yiyor.
birlikte kürek çekmek paylaşmaktır, tüm yasaların, sözleşmelerin ve
kurumların ötesinde bir şeyleri paylaşmaktır.’ gılles deleuze
‘ hayat içimizden akar, onda nasıl yüzeceğimize biz karar veririz ‘ abdül gaffar el hayati
o yara derin yara :
kimi zaman bir derin kesikten başlar tarih. yaşanmaya yazılmaya, yok
sayılmaya. kimileri için kimi zaman…bir yaranın yazılmamış, yazılamamış,
es geçilmiş, ertelenmiş, kanırtılmış, dağlanmış, dağlanarak yok sayılmış
yerlerinden…
ellerinden, yüzlerinden, mil çekilmiş gözlerinden; ortasından bir
hayatın, eşiğinden bir rüyanın birden kabusa dönüşmesinden…fısıltısından
bir rüzgarın ve birden fırtınaya dönüşmesinden, köklerinden sökülmesinden
ağaçların, sesini soluğunu yitirmesinden…hayalinden, kederinden,
neşesinden, yerinden yurdundan edilmesinden…
son kez göz göze gelemeden bir bahçeyle…vedasını, yarasını içinde
biriktiren bir ağacın…düşmek yollara geceden ve belki de bin yıl sürecek
bir geceden. düşürülmek..
hatırlanır, hatırlanırsa hayali ağaçların ve artık çığlığa dönüşmesinden
sesin, seslerin ve bir çığlığın duyulamayacak yerlerinden…
yanık yanık küllerinden hafızanın bir otopsiyle açılır, bakılır… görülür
görünmesine de göz göz olmuş o yaranın gözüne göz gerektir bakışına
bakış…
‘dünyadaki bir şey bizi düşünmeye zorlar. bu şey tanımanın nesnesi
değildir, fakat asli bir karşılaşmadır’ diyor, bir yerlerde kaçış
çizgilerinin ‘ göçebe bilimi ‘nin, yersizyurtsuzlaşmanın filozofu deleuze.
..
tarihin düz akışından, iktidarlarca yalan, yanlış, gri, sarı yazılışından
değil, özne ile nesne diyalektiğinin ters yüz edilmesinden de değil,
sadece karşılaşmadan …bir yerlerde ve öylece karşılaşmalardan
…karşılaşmanın kendisinden ..o andan. o anki o oluştan…
kimliklerimizden, aidiyetlerimizden, sınırlardan, sınırlamalardan,
sınırlayıcı simgelerden değil. çırılçıplak hallerimizden… neysek o
oluştan… oluşlarımızdan… ve oluş içindeki hallerimizden, bir bakışın bir
bakışla yüzleşmesinden, hakikatin aynasından süzülerek geçmelerinden…
peki, neydi bizi düşünmeye zorlayan…dünyadaki varlığımız, dünyaya
fırlatılmışlığımız, oluşumuz; bedenlerimiz, arzularımız üzerindeki kodlar
mı.. tanımak, nasıl bir eylem… nesnesinden uzak düşmüş bir eylemin
karşılaşması, yüzleşmesi olur mu? doğduğumuzda nelerle karşılaşıp
karşılaşmayacağımızın belirsizliği ve tüm bu karşılaşmaların bir ağır yük
olarak geleceğimiz üzerindeki belirleyiciliği…belirsizliğin
belirleyiciliğiyle karşılaşmanın, karşılaşılıp yüzleşilmesi…
‘bütün kuşlardan dökülmüş tüylerin ülkesine benzeyen
kötü bir zamanı vardı kökünden düşmesini isteyen
her şey uykusuz dönüş gibi dökülen o ayaz yazıda kaldı …’
…
‘hangi taşın ısırığı, hangi gecenin kedi pençesi mayamızdaki keder ?
her şey meleğin ince bileklerine benziyor ve kirpik seslerine
korunaksız acı ,çukurlarımızı ışığıyla dolduran elleri böyle apaçık
gözlerimizdeki uçurumları çözen ve ağlamanın tuzlu simyasını
karanlık düşüyle çırılçıplak koşuyor güneşin uyanık tepelerinde
ve uzakta açan yelkenliler gibi yeşil ovada yüzüyor çiçekler. '
……
'her şey ırmağı ve kuşu unutan mavi ölümlü gecede kaldı …’
……
'beyaz atında ressamın ,kırmızı flütünü öpüyor tanrıça
zamansızlık taşında oturuyor tutkunun ve yırttığı güney ışıklarının
orada, safir rüzgarda salınıyor oklarla asılmış gecenin tablosu
ve cam, barut ve patlayıcı hammaddeleri körlüğün
heybe uçlarından dökülüyor çölün içimize ‘ [ azad ziya eren
]
bakılıp geçilmesi, görmezlikten gelinmesi, iki bakış arasında bir es
verilmesi ve o tanımın, tanımlamanın ötesindeki karşılaşma anları…
vostanik ile manug’un, manug ile adoyan’ın, arshil ile gorky’ nin
karşılaşması…cangılında bir yaranın, bir şiirin, bir resmin eskizi…
eskizleri…
kimilerinin göl diye bildikleri o deniz ..ufkunda kaybolunan. ufkunda
ufkolunan… şehr-i van…
kıyısı köşesi ucu bucağı hep bir virgülde saklı. rakamlardan azade bir
tarihi de olmaz mı olunmaz mı başka bir yolu yordamı olmamanın… rüyasında
resim yapan bir çocuk ve sadece ellerinin hareketi görülebilen bir
çocuk…resmin kendisi olmuş figürler içinde bir figür… resimler içinde
resmolunan...
resimlerin rengarenk dünyasında var olmak varken, ideolojilerin
tekleştirici, farklılıkları ortadan kaldıran, ufkumuzu daraltarak tek bir
renge hapseden dünyası ile karşılaşmak…karşılaşmaya
zorlanmak..karşılaştırılmak… ki tüm ideolojiler hayatı dünyayı
hayatlarımızı bir simetri içinde tek bir renge hapsetmeye çalışarak var
olurlar. ve oradan alırlar meşruiyetlerini. oysa, tekil düşünce
özgürleşmeyi içeriyor ufkunda. tüm farklılıklarına rağmen tekilliğiyle
bir arada olabilmeyi, yaşayabilmeyi arzulamak da var. arzumuzdur…
deluze’ ye göre ideologların teorisyenlerin biçimlendirmeye çalıştığı
hayatın katılığından, donukluğundan, tekdüzeliğinden, renksizliğinden
uzaklaşmayı, kaçıp kurtulmayı içeren her türden kaçış çizgisi ve her
türden yersizyurtsuzlaşma hali bir özgürleşme eylemi olarak da
okunabilir. okunuyor da …
ve fakat bir de köklerinden koparılarak, hafızası yok sayılarak yerinden
yurdundan edilmek var. köklerini, dallarını ve nice değerlerini inkara
zorlanmak. hafızanın yok edilmesi, silinmeye çalışılması, silinirken
yaralanması…yaralı bir hafıza ile yaşamak zorunda bırakılmak...geçip
gitmek eskizinden ol yaranın…geçip de gidememek…öylece kalakalmak…
yaralı bir hafızayla her sınırdan sürgün…her yerin yersizi olmak…anlamını
yitirmesi coğrafyanın…doğmuş olmanın yeri mi… haritada bir çizik.. keder
ile heder arasında acının, ıstırabın, sürgünlüğün çölünde bir ayak izi,
savrulan kum tanesi olmak …
ıstıraba dönüşen hayatlar…yanılgısı her türden yersiz yurtsuzluğun bir
özgürlük imkanına dönüşmesi... kederi yersizyurtsuzlaşmanın…varoluşun
yaralarına değil de içine doğmak bir yaranın ve bir ömür içinde bulmak
kendini…hazin bilgisi var oluşun. tinsel acılarla sınırsızlaşması
bedenlerin ve bir sınıra hapsolmanın kederi. adını sanını, kimliğini
gizleyerek başka bir kimlikte var olmak…var olmaya zorlanmak… bir yaranın
ontolojisi… yara bilincinin de ötesinde ontolojik yaralara dönüşenler…
köklerinden koparılmanın ve köknarların arasında bir hangarda asılı
bulunmanın ontolojisi…
ve artık geç olması bir şeylerin…bir şeylere geç kalmanın bilgisiyle
yaşamak ve o bilgiye mahkum olmak…o bilginin ülkesine, sınırlarına o
ülkenin…buhranına, kasvetine, gösterişine…hayal kırıklığına değil de bir
hayalin ortasında kalakalmışlığına öylece
bırakılmışlığına.…hafızasızlığına, kötürümlüğüne dillerinin…kendi üstüne
kapanan karşılaşmaların….
uçsuz bucaksız maviliklerinde okyanusun sürüklenmek aynı salda…kızgın
amazon nehirlerine doğru sürüklenirken, aynı salda olanlarla el
birliğiyle ve dayanışmayla üzerimizdeki tüm kodları ve tüm
önyargılarımızı terk ederek kürek çekebilmek akıntıya karşı, birlikte var
olabilme arzusu ve imkanıyla…yokluğun imkansızlığında bir varlığa
dönüşebilmenin imkanıyla…yokluğunda var olunanın kederi ve neşesiyle…
peki, sonsuza giden bir salda önceden yaşananları, olumlu olumsuz
deneyimleri, savaşları unutmak mümkün mü…unutmak bir imkan mı sağlar
bize. bir hafıza oluşturmak için hatırlamak ve hatırladıklarımızla
yüzleşerek var olmakta mı çıkış…‘hayat içimizden akar, onda nasıl
yüzeceğimize biz karar veririz’ diyor, abdül gaffar el hayati. öyle
midir… ve her zaman öyle midir.. .
aynı ressamın elinden çıkma iki ayrı tablonun ilkinde somut kederli
figürler toplamına rastlamak, karşılaşmak ve yüzleşerek oradan bir hafıza
oluşturmak mı.. ontolojik bir hesaplaşma mı… yoksa geçmişe ait tüm
figürlerin yok olarak yüzleşmeye değil de inkara, soyut bir cangıla,
cangılda bir manzumeye dönüşmesine bakıp bakıp oradan bir unutuşa yol
açıp nefes alabilmek mi...ontolojik kaçışa mı…kaçışlara mı… yerinden
yurdundan edilmenin, yersiz yurtsuzluğun sınırlara terk edilmenin,
bırakılmanın bitmez tükenmez kederine, trajedisine mi…burada yine azad
ziya eren'den iki dize :
arhshil gorky, arshil gorky olmadan önce çocukluğunun geçtiği yerde bir
ressamın hayaliyle bir kara melek ile karşılaşmak :
'beş yaşındaydım. konuşmaya o yıl başlamıştım. annemle kiliseye
gidiyoruz. oradayız. bir resmin karşısında durmuşum. cehennemden
sahnelerin resmedildiği bir tablo. resimde melekler vardı. beyaz melekler
ve siyah melekler. bütün siyah melekler hades'e gitmekteydi. kendime
baktım. ben de siyahtım. demek ki cennete gidemeyecektim. bir çocuğun
yüreği böyle şeyleri kaldıramaz. işte o anda dünyaya siyah bir meleğin de
iyi olabileceğini, iyi olması gerektiğini ve ruhundaki iyiliği dünyaya,
hem beyaz hem de siyah dünyaya sunması gerektiğini ispatlamaya karar
verdim.' [ nourıtza matossıan ]
bir zamanlar iki yüz elli bin ermeninin yaşadığı ve arshil gorky’ nin
çocukluğunun geçtiği van şehri, nam-diğer şehr-i van. iki bin on iki yılı
ekim ayında yedi onda ikilik bir depremle can kayıplarının da olduğu
büyük bir yıkım yaşamıştı van. gönüllü olarak iki kez van’a gitmiş ve
rehabilitasyon çalışmalarına katılmıştım. van ‘da bulunduğum günlerde
arshil gorky’ den haberdar olmakla birlikte çocukluğunun van’da geçtiğini
bilmiyordum. bir akşamüstü telefonum çaldı, dostum uygar asan (yayıncı
yönetmen).. arshil gorky ‘den bahsettik, çocukluğunun geçtiği
yerlerden…ertesi gün geldi uygar. iki bin on iki ocak ayı … her yer karla
kaplı... arshil gorky’nin doğduğu ve on üç yaşına kadar çocukluğunun
geçtiği van denizi kıyısında, edremit ilçesine bağlı küçük bir köy olan
horkom’a ( yeni adıyla dilkaya) ) gittik. arshil gorky ‘den izler….her
yer kar altında ...
horkom…muhtarın evindeyiz, çaylarımızı yudumluyoruz…ve sebebi
ziyaretimiz…van denizi kıyısındaki köylerin kültürel tarihiyle ilgili
belgesel yapmak …muhtar oğluna sesleniyor : - hele içerden şu büyük kitabı getir! kitabın kapağında arshil gorky art
albüm yazısı. arshil gorky ‘nin ölüm yıldönümünde her 22 temmuzda
amerika’dan horkom’a gelen arkadaşları hediye etmiş muhtara…
tam yüz yıl sonra, doğduğu, çocukluğunun geçtiği yerde karşılaşmıştık
arshil gorky ile… horkom’da dünyaya gelmişti arshil gorky ve ona büyük
babasının adını vermişlerdi. manug adoyan…adoyan ermenice ‘de çocuk. bir
de vostanig ‘i eklemişler, annesi şuşan’ın memleketi olan van’ ın ilçesi
vostanig (yeni adıyla gevaş).
bin dokuz yüz iki yılında dünyaya geldiğini ve on üç yaşına kadar
çocukluğunun van’da geçtiğini öğreniyoruz kaynaklardan. yoksul bir
ailenin çocuğu olduğunu, annesinin ona ’karam‘ diye seslendiğini, küçük
yaşta eline geçen malzemelerden resimler ve heykeller yaptığını... bir de
konuşmaya geç başladığını ... konuşmaya başlamadan resim yapmaya
başladığını…annesinin onu konuşturabilmek için şok taktiklerine
başvurduğunu ...nasıl mı…kendini uçurumdan atacağını söyler annesi ve
hızla kayalığın kenarına yaklaşır, bunu gören manug birden dile gelir :
mayrig (anne) !...
işte gorky’nin uçurumlarla baş edebilmesinin bilgisi ve deneyimi… henüz
dört beş yaşlarındadır…van denizinde kıyıya vuran balıkların resmini
yapar. kardeşi satenig‘e: armut ağacımızın da resmini yapabilirim’ diye
seslenir ve balık resminin altına armut ağacını da çizer...
ve bin dokuz yüz on beş, bir yaz günü.. arshil gorky, annesi, kardeşi ve
yerinden yurdundan edilmiş ermeniler… 'tehcirgerektirir
... ‘soykırım’… dağlardan, tepelerden
aç susuz erivan’a geçmeyi başaranlar…başaramayanlar… erivan’da görülen
salgın hastalık ve kıtlık … şuşan’ın ölümü, arshil gorky ve kız
kardeşinin yetimliği…
bin dokuz yüz on beş‘ te diyarbakır’ da yaşanan trajediyi (sur içinin
yüzyıllık yalnızlığı) ‘çift kafanın kitabı’ adlı romanında ele alan ahmet
çakmak’ tan bir cümle ‘gidememek, ölümün kucağına düşmekti. geriye
düşenleri bir daha gören olmuyordu’
benim adım arshil gorky :
‘yaratımı imkansızlıklar arasında bir patika açmak olarak görmek
durumundayız. boğazını bir takım imkansızlıkların sıkmadığı yaratıcı,
yaratıcı değildir. yaratıcı kendi imkansızlıklarını yaratan ve böylelikle
aynı zamanda imkanı da yaratan kişidir. birtakım imkansızlıklar olmadan
bir kaçış çizgisine, bir çıkış sağlayan yaratıma, bir hakikat teşkil eden
yanlışlığın gücüne erişemezsiniz.’
[gılles deleuze]
annelerinin ölümünden sonra, arshil gorky ile kız kardeşi 1920 yılında
istanbul üzerinden amerika'ya giderler. arshil gorky amerika’ da ermeni
kimliğini gizlemek zorunda kalır. karşılaşacağı baskıları da hesaba
katarak manug adoyan olan adını arshile gorky olarak değiştirir.
arshile'i yunan mitologisinden alır, akhilleus'tan (yiğit ve
yakışıklılığı ile bilinen yarı tanrı ), gorky soyadını ise yazar maksim
gorki' den. 'gorky' sözcüğü , rusça’da 'acı' anlamında…
amerika’ya giden arshil gorky, daha önce göç etmiş olan babasıyla
karşılaşır ve aynı iş yerinde çalışmaya başlar. sanat alanında eğitim
alır.
1922 yılında new school of design and ıllustration’a girer.1924 yılında
aynı okulda asistan olarak çalışmaya başlar. 1924 yılının sonlarına doğru
new york’a taşınan gorky, burada new school of design’a girer.
ressam mark rothko da arshil gorky‘ nin öğrencisidir. 1941 yılında agnes
magruder ile tanışır ve evlenirler. karısına ermenice’de ‘özlü söz’
anlamına gelen ‘mougouch’ lakabıyla seslenmektedir. 1944 kışında andré
breton ile tanışırlar. sürrealizmin önde gelen isimlerinden breton,
gorky’nin yakın arkadaşı ve destekleyicisidir.
ilk çalışmalarında cézanne, picasso ve miro'dan etkilendiği ileri sürülen
arshil gorky, 1940'ların ortalarında new york' ta ortaya çıkan soyut
dışavurumculuk akımının önemli isimlerinden biri olarak kabul edilir.
andre breton'un fikirlerinden etkilendiği, breton’a göre 1940' ların
başından itibaren 'soçi'deki bahçe' (garden in sochi) resmi ile kendi
kişisel tarzını oluşturduğu ifade edilir.
gorky, resimlerinde kullandığı farklı tekniklerden dolayı çağdaşları
arasında ayrı bir yerde anılmakta, eserlerinde şiirsel bir hava ve lirik
soyutlamalar öne çıkmaktadır.
1946 yılında atölyesinde çıkan yangında yirmiden fazla yağlıboya resmi,
birçok çizimi ve kütüphanesi yanar. aynı yıl kansere yakalandığını
öğrenir. moma’daki ‘fourteen americans’ isimli sergide başyapıtı olan
‘sanatçı ve annesi’ sergilenir. ki ‘sanatçı ve annesi’ tablosu gorky’nin
tüm eserleri arasında bir hafıza ve yüzleşme çalışması olarak ayrı bir
yerde durmaktadır.
resmin hikayesi, amerika’ ya çalışmaya giden babası setrag’ a yollanmak
üzere annesi şuşan ile birlikte çekilen bir fotoğrafa dayanır. ‘sanatçı
ve annesi’ gorky’nin 1926 yılından beri yapmaya çalıştığı sanat
eleştirmenleri tarafından hala tartışmalı bir resim olarak görülür.
resimde annesinin ellerini bir türlü çizemez arshil gorky. 1926 yılında
başladığı resmi 1946 yılında tamamlayabilmiştir. her defasında siler
annesinin ellerini, çünkü annesinin elleri çocukluğundan kalan hatıradır,
hafızadır. bir trajedinin yüzü olarak da görülebilir eller. yüzleşmeyi
gerektirir. elleri hakikatin... hakikatin elleri...
bin dokuz yüz on beş’ te annesi ve kız kardeşiyle yaşadıkları uzun
sürgünlükte annesi bulabildiği şeyleri çocuklarına yedirir, kendi
elleriyle besler, yaşatır çocuklarını. ancak kendisi açlıktan ve salgın
hastalıktan ölür. belki de annesinin elleri ile bakar çocukluğuna arshil
gorky, bakmayı dener ya da, yüzleşmek istediği halde yüzleşemez. manug
adoyan olarak başladığı hayatı sahte bir kimlikle sürdürmek zorunda kalır
ve arshil gorky olarak tamamlar. belki bu durum bile geçmişiyle yüzleşmek
istememesinin nedenidir. hafızanın kanatları arasında salınıp durur
arshil gorky ve o günden beridir bir kara melek dolaşır aramızda
...hafıza ile unutuş arasında bir görünüp bir kaybolur…
bir meleğin asla üstesinden gelemeyeceği sarpa saran durumlar :
‘hayalin ne şekilde olacağına kim karışabilirdi ki? sonuçta insanoğlu
hayali kadar yer kaplamıyor muydu dünyada?
insanların hayvanların hatta her nesnenin kendince hayalleri olamaz
mıydı?
kimse kimsenin rüyasını göremeyeceğine göre, orada neler olup bittiğini
de anlayamazdı. yaşadıkları, şahit oldukları şehrin bir kabusu olmasındı?
kendisinden çok sonra yaşayan bir ademin düşü müydü bu, yoksa kendi
rüyasını mı yaşıyordu?’ [ ahmet çakmak ]
yaşadıkları sorunları nedeniyle eşi evi terk eder. eşinin bu süreçte
arshil gorky ’nin yakın arkadaşı roberto matta ile ilişkisi olur. 26
haziran 1948 tarihinde bir trafik kazası geçirir arshile gorky.
sırtındaki ve omzundaki kemikler kırılır. resim yapamaz hale gelir.
temmuz ayında - eşiyle yaşadığı sorunlar nedeniyle- depresyonu da artar.
16 temmuz’ da karısı mougouch çocuklarını da alarak evi tekrar terk eder.
ve tarih 22 temmuz 1948’i gösterir. yaşadıkları evin bahçesindeki köknar
ağaçlarının arasında bir hangarda asılı bulunur arshile gorky …beyaz
tebeşirle yazılı bir not kalır geriye ‘elveda sevdiklerim’ ….
gösterişsiz bir mezar taşının üstünde ’arshile gorky adoyan’ yazılıdır.
gorky‘ nin ölümünü duyan breton, birlikte çekilmiş fotoğraflarına
bakarak;‘arshil gorky’e veda‘ adlı şu dizeleri yazar:
‘kollarını açınca ne büyüksün
sesinde kartallar yuva yapar
eski rus şarkılarını söylerken kendi kendine
payına senden başka kimselerin adımlamadığı yollar düşerdi
masallardan çıkma değneğin ile görüyorum seni
yıldızların ve çiçek açmış ağaçların içinde
kendi yazgınla baş başa bırakıyorum seni
nasıl da tutunurlardı sana sevgili arshile
ah severdin evini yakan ateşi de.’
bir başka dostu ise şu sözleri sarf eder: ‘o resimler bizi gerçekliğin
ötesine, bir zamanlar, büyük asırların dans ettiği, doğa üstü bir aleme
götürüyor ‘
sorular … bazı sorular :
tüm sanat edebiyat tarihinde resmin, şiirin, sanatın, edebiyatın aklın
yörüngesinden çıktığı yer; figürden- imgeden ‘gerçek’ ten kurtularak,
gerçeküstüne soyuta yöneldiği yer, hafızanın etkisinden de kurtulduğu
özgürleştiği yer midir…
hafızanın havalandırıldığı, unutuşa değil de uçuşa geçtiği yerde mi
başlar özgürlük… malevich’in black square (siyah kare), marcel duchamp’ın
pisuar’ında hafıza nerede gizlenmiştir…
malevich’ in yaptığı, tüm hafızayı bir siyah kareye hapsetmek, sınırlamak
mıdır...yoksa aklın bilincin, yörüngesinden çıkardığı, özgürleştirdiği
bir yer mi orası…
aklın yörüngesinden çıkarak, hafızanın kanatları arasında yol alması,
resmin, şiirin özgürleşmesi mi…
hafızada açılan yaralar ve kendisi bir yaraya dönüşen hafızanın tamamen
silindiği bir yer var mıdır...
hakikat resmolunamaz çünkü
hapsolunamaz... hakikat ile hakikat olunabilir sadece... hakikat ile
hakikat...
arshile gorky : kara melek kitabından notlar :
'gorky' nin intiharının yarattığı sarsıntı savaş sonrası sanat dünyası
üzerinde derin bir gölge bıraktı. yankıları hem özel hem kamusal alanda
devam etti. yakın arkadaşları, gorky'nin saygınlığını korumak için onurlu
bir yol seçtiğine inandılar. insani dayanma gücünün ötesinde sıkıntılar
yaşayan duyarlı ve cesur bir adam olarak takdir edilen gorky' ye 'karşı
işlenen günahlar kendi günahlarını aşmıştır.' bazıları onun kırılgan
gerçeküstücülerin kayıtsızlığına kurban gittiğini düşünüyordu. baştan
çıkarılan, seferber edilen, sonra da yem edilen bir adam. bazıları ise,
ermenistan'ın kapalı, bütünleşmiş toplumundan sonra new york sanat
dünyasının parçalanmış, yapısız toplumuyla uyuşamadığına ve bu dünyanın
günah keçisi olduğuna inanıyordu. materyalist yenidünya, ona önce
yeteneklerini geliştirebileceği güvence ve özgürlüğü sunmuş, ancak sonra
onun keskin duyarlılığını öğüterek yok etmiştir.
sanatı gibi intiharı da bir dönemin bitişi ve yeni bir dönemin başlangıcı
olmuştur. kübizm defterini kapatarak soyut dışavurumculukla birlikte
gerçeküstücülük sayfasını açmıştır.
gorky iki dünya savaşı, büyük felaket ve büyük bunalım yıllarının ruhsal
çalkantılarına uğramıştı'
‘sanatı, nihayet uluslararası boyutlarıyla görülmeye, olması gerektiği
gibi araştırılmaya ve gün ışığına çıkarılmaya başlamıştır. breton onun
'esas sırra tamamiyle vâkıf ilk ressam' olduğuna inanıyordu. yeteneğinin
çok yönlü doğası ve kişisel mücadelesi başka sanatçılara esin kaynağı
oldu. yakın arkadaşı de kooning ondan 'büyük üsluba' hâkim, saf ve
tutkulu, büyük bir sanatçı diye övgüyle söz ediyordu. sanatında ya da
yaşamında asla ödün vermeyen gorky, çalışmaları aracılığıyla büyük bir
neşe ve derin bir trajediyi miras bıraktı. gorky'nin, bir dostunun
resimleri için söylediği sözler kendisini de en iyi şekilde
tanımlamaktadır: 'o resimler bizi gerçekliğin ötesine, bir zamanlar büyük
asırların dans ettiği doğaüstü bir âleme götürüyor.'' …
_______
- kaynak : arshile gorky kara melek,
nouritza matossian, aras yayınları, 2011