SUNU

Ahmet Oktay   







YAZAR ve SİYASA


"...Geçmişin ve tarihsel düzenin hayırlanması, mutlak ve tarihsel bir HİÇLİĞİ içermez. Tarih türlü kalıtlarıyla karşımızda durmaktadır. Buradaki hayırlama, toplumsal devrim kuramı yönünden, belli zamana kadarki düzenlerin, ortadan kaldırılması, aşılması gereken alçımsal (kategorik) düzenler olduğu gerçeğini ortaya koyar.

Ancak hayırlamanın devrim kuramı dışında kalan bir yanı var ki, doğrudan doğruya varlık-bilimi ile ilgilidir. Bu çok daha özel bir alandır ve konunun giriftleşmesine, yanlış anlaşılmasına yol açmaktadır. Bireyin kendi varlığını duyabilme uğruna giriştiği hayırlama, bir bireysel özgürlük arama çabasıdır. Tarihin akımı içinde gelişen düşüncenin, nesnelleşmesi olarak düşünülemez. Doğrudan doğruya bireyin özel bir DURUMU'dur. Çünkü bir yerde salt hayır demek, insanı özgür kılmaz. Yalnız buradaki özgürlük sözünü, toplumun özgürlüğüyle bağıntılı biçimde almak koşuluyla... Çünkü KİŞİSEL BAŞKALDIRIM'da da kendine özgü bir ÖZGÜRLEŞME vardır. Ancak, saltık varlığa bağlı böylesine bir özgürlüğün genellemeleri, kişinin hayırlamasının doğru ve haklı olduğunu göstermez. Kişinin öznel koşulları özgürlüğün görünüşleri olmayabilir.

Böylesine bir düşünce, kişiyi en aykırı uçlara götürebilir. (...) BİREYSEL BAŞKALDIRIM'la tarihsel özgürlüğü aynı tutmak, bizi nesnel ve toplumsal düzeni anlamamak gibi bir noktaya götürür. Benim başkaldırışım, yalnız BENİMDİR. Başkalarına doğru açılan bir içeriği yoktur. Böylesine bir özgürlük var olmakla beraber genelleştirilemez. Özel bir durumu genelleme, kişiyi zorlamaktır.

Hayırlamaya bağlı özgürlük düşüncesini, insan özgür doğmadığı gibi, özgürlüğü de zorunlu değildir biçiminde anlamak gerekiyor. İnsan sadece bir özgür olma imkânıdır. Bununsa geniş bir tarihsel içeriği vardır. Kierkegeard, "İnsan hıristiyan değildir, kendisi hıristiyan olmaktadır." diyor. Bizim anladığımız özgürlük de tam bu cümleyle söylenebilir. Bilgi kuramı yönünden, ancak doğanın zorunluluklarını anladığım ölçüde özgür olabilirim. Sır ve kutsal itaati, kavrama bağımsızlığı doğurur. Elektron düşünsel bir yapım değil, maddenin kendinde olan bir şeydir. Onun eylem zorunluluğunu kavradığım an, madde karşısında daha özgür olurum.

Burada şöyle bir soru önerebiliriz : asıl iş, insanın özgür olup olmadığında değil, nasıl özgür olacağında değil midir? Şüphesiz insan üstüne düşünülmeye başlandı mı "metafiziksiz" edilemez. Onun değerini bu yoldan koyabilir, savunabiliriz ancak. İnsanı nesnel koşulların yankısı olarak ele alırken bile. Çünkü o, aynı zamanda kendi kendisinin de yankısıdır. Nesnel koşullardan etkilenir. Fakat tarihi değiştirirken, tarihe kendini de katar.

(...)

Çağımız, açıkça özgürlük savaşının yapıldığı çağdır. Hem kişi özgürlüğünün, hem toplum özgürlüğünün yapıldığı bir çağ. Bu yüzden bir yazar (sanatçı) için hemen her olayın bir siyasi yanı vardır. Ve yazar (sanatçı) istese de istemese de siyasanın tam ortasında yaşamaktadır. Bir partiye kayıtlı olsa da, olmasa da bu böyledir.

Ama siyasal düşüncelerimizi açıklar, savunurken, bunu partinin direktifi ve stratejisi yönünden değil, doğrudan doğruya kendi yazarlık (sanatçılık) onurumuz ve ahlâkımızla yürütmek zorundayız. Bir yerde siyasanın stratejileri bizi korkutmamalıdır. Önemli olan bu değil, bağlandığımız siyasal düşüncenin tarihsel evrim çizgisi üzerindeki doğruluk derecesidir. Köklü bir dünya görüşüne dayanan siyasal inanç, parti taktikleri ne olursa olsun, öz tavrından hiçbir şey yitirmez. Bu kokuşmuş dünya içinde, bizi ve bütün insanlığı böylesine bir anlayış kurtaracaktır. Yoksa, siyasadan uzak kalmak, salt bir yazar (sanatçı) olarak, her gün karşımızda beliren tehlikelerin çözümlenmesini gerçekleştiremez.

Ahlâka bağlanan yazarın (sanatçının) siyasadan korkması, bir noktada, gerçeklerden ve savaşmaktan korkması anlamına gelmektedir. Bunun dışındaki her yargı, tarihin açıklığı ve gerçek yazarların (sanatçıların) tutumu karşısında, bir kendini aldatmadan başka türlü yorumlanamaz."


__________________

Kaynak : Değişim Dergisi - Sayı 8 / 1963


dizin    üst    geri    ileri  

 



  1  

 SÜJE  /  Sunu  /  yirmi yedi temmuz iki bin on yedi   / 23