Uyku, hiç açılmamış bir kapıdır. Sahibi kimse, kim aralayıp kim
bahşederse hiç girilmemiş odaların kapıları aralanır ve o odadan hiçbir
cüsseye ait olmayan bir ses çağırır, kimsenin duyamadığı bir tınıdan:
_ Kutsal… En evrensel kelime… En evrensel kelimenin öznelliğine bölünmüş
halleri. Neşeyi ve yaşamayı unutmuş korku halleri. Ke(a)derin en doğurgan
renksiz rüyaları. Oysaki renksizlik kimi zaman sadece fotoğraflarda
güzeldir. Renksizlik de sever başka dünyaları. Onun barınağı ki
uykulardır, kapadığın gözlerin sakın ola ki açma! Hazır kutsallık
demişken kutsal cümlelerle başlamalı, sana kutsal cümlelerle gelmeliyim.
Benim seni tanıdığım kadar sen de beni, seni çağıran sesimle tanımalısın
ve bahsetmemelisin kimseye uykuna davetsiz gelen dervişlerden. O
devrişlerin ki etekleri henüz kirlenmedi. O dervişlerin ki kaşıkları
alabildiğine lokmalarla dolmadı. O dervişler ki henüz yeni zamanları terk
etmedi. Onlar ki yalnızları uykudan uykuya, başka diyardan diyara
gezdirir de bir tek kendi gibi olan meczuplara yüz gösterirler.
Yeryüzünün bütün kutsal cümleleri “De ki ona” diye başlar. Şimdi sen de
de ki ona gövden arzın gövdesinden ayrılırken yanına bir tek kelime
alsın. Bilmeli ki aslında kendini alırken yanına çok şey taşır. En çok da
insanlarını. Şimdi seslendiğim vücut sor bakalım ruhuna “ Derin uykularda
olmuş, olacak insanlarla hiç görmediği yerlere gitmeye ne kadar hazır
benimle.
Küçüldü, küçüldü bir nokta kadar. Elinin kaldırmak, kulaklarını tıkamak
istedi, en çok. Duyduğu sesler kendisini bu dünyadan alıp götüren
seslerdi. Kime anlatıp kime doğrulatacaktı ki bu sesleri. Duydu mu
duymadı? Hatırladığı tek şey uykuda olduğuydu hem de uyanmak istemediği
bir uykuda. Bu sefer tanıdık bir ses:
_ Sanırım…
Cümlesini tamamlamaya gerek kalmadan sesi tanıdı. Kendi sesiydi. Yarım
bırakılmış cümleyi tamamlamamak için sımsıkı yumdu, dudaklarını. Her şey
kontrolünün dışındaydı. Engel olamadı, konuşmaya devam etti, ses:
_ Sanırım hazırım.
_ Hazır olanda sanırımlık olmaz. Kesinlik olur, şimdi bir daha yanıt
olmalısın, sualime.
_ Hazırım.
_ Söyle bakalım neyi tercih edersin? Mabetleri mi, merdivenleri mi yoksa
kaleleri mi?
_ Mabetler korkutur beni, kaleler her daim savaşa çağırır ki gücüm yok.
Olacaksa merdivenler olmalı. Merdivenlerde insanoğlu ya iner ya çıkar.
Çıkıyorsa keşfeder, iniyorsa keşfedeceği başka bir dünyaya iniyordur.
Keşiflerde merak vardır. Merak insanı küçük ölümden _uykudan_ korur. Ben
ki uyanmak ve hep uyanık kalmak istiyorum, bundandır, olacaksa merdiven
olsun.
_ Sen ki merdiven demeseydin yine merdiven olacaktı, rüyalarında.
Merdivendir, korkularının mabetine götüren; merdivendir, kalelerde savaşa
çağıran. Mademki korkuyor ve gücün yok korkuna cesaret, güçsüzlüğüne
kuvvet bulmalı merdiven ve ikisinin de kapısına varmalı soluk soluğa
tükettiğin kendinle. Unutma ki tercihler her zaman tercihleri barındırır,
içinde. Seçenekleri yoktur, seçtiğin her yol seni tercihlerin bütününe
götürür. Aslında bir dediğin şey üçüdür. Mabetler, kaleler ve merdivenler.
Peki önce hangisi?
_ Dervişlik, bilgelik değil; kurnazlıktır. Bir yol gösterdin, seçtiğin
bir şey seçeceklerinin tümüdür, dedin. Ben ki uykulu tahtıma ne çıkarsa
hatırlamaya ve anlatmaya razıyım yolumun götürdüğü yere kadar. Yeter ki
sus, sus artık ki duyayım, anlatayım. Beni götüren merdivenler olsun,
korkularım mabetlerim, sığınaklarım kalelerim.
_ Sus dediğin senin içindeki sesindir. Ne zaman ki anlatacaksın ben o
zaman ki susacağım. Sesimi ancak ve ancak sesliliğinle bölebilirsin. Ama
sakın unutma ki yine sana sonunda unutulmuş bir zaman kalacak.
Etrafındaki kalabalıkların ne zamanki sana uykudaki hallerini anlatacak o
an hiçleşeceksin. Yalnızlığından daha ağır, daha acı olacak; çünkü bilir
misin sen “HİÇ” yalnızlığın demlenmiş halidir ve vakti geçtiğinde hep acı
tüketilir.
Güldü, dudak kenarındaki donuk kalan bir gülümseme gibi değil, yüreğinin
içinde serpilip büyüyen kocaman gürültülü bir kahkaha gibiydi.
_ Eğer ki sonunda sarhoşluk varsa içtiğim yalnızlığım olsun ses_(im).
Anlatacaklarım benim değilse olmasın kimsenin. Suya atılıp bozulan bir
büyünün masalı olsun ve akıp gitsin, uzaklaşsın yüzünü iyiliğe gömmüş
musibetler… Sadece uykuya dair sözler sarf edeyim. Farz et ki bir uykunun
içinde aynı anda çok şehirlere gittim, bana benzeyen, benzemeyen çok
insanlar tanıdım. Hep aradım, kendimi arar gibi de kaybettiklerimi bir
türlü bulamadım. En sonunda kendimden çok benden kopmuşların, benden ayrı
olanların kelimelerine vardım. Ah kelimeler çocuğum, sancım!!! Ne idim
bilemedim. Kadınsam doğurdum, erkeksem dölledim. Siz bilin ya da bilmeyin
pek mühim değil her çocuk meşhur ölmez, tanınmaz. Adları ezberinde
tutulmayan çocuklar gibi usul usul öldüler bir köşede, en ıstıraplı kalem
sahibinin benliğinde kelimeler. Ve şimdi hiçbir şeye mana yüklemeden
mabetleri de, merdivenleri de, kaleleri de yıkıyorum birer birer.
Yalnızlığıma koşmadım, yalnızlığıma çağırdılar. Meğer herkes kendi
ülkesini kurarmış, uyandırmayın artık beni, kendi dünyamda kalayım.