Kırmızı ışıkta sendikanın başkanıyla karşıdan karşıya geçmek için
beklerken, arkasından yaklaşmış ve bir kelebek gibi dokunarak, “Oy
kıyamam sen ne güzelsin, nasılsın” diyordu. Önce duymamıştı, konuştuğu
adamlar onun omzunun üstünden arkasına şaşkın şaşkın baktıklarından,
döndü o da baktı. Onunla karşılaştı, onun yüzüyle; sanki dili damağı
kurumuş,gözlerinde sabahın alaca karanlığındaki siyah üzüm salkımının
derinliği vardı. Ciddi bir ifadeyle bir şeyler söylüyordu devamlı; “Sen
meleksin melek, kıyamam sana.” Tam o anda sendika başkanı ciddi bir
konudan söz ettiğinden, ağzı açık kalarak öylece baktı. Kadın onu görünce
sevindi, selam verdi ama hemen başkana döndü tekrar sözünü bitirsin diye.
O da fazla uzatmadı. Hem kırmızı ışıkta bekliyorlardı hem de Zülfikar Bey
kadının sağ omzundan bakmaya devam ediyordu. “Bugünlerde biraz daha
iyiyim.” dedi Zülfikar bey gülerek; Gözleri açılmıştı, ilk defa onu böyle
görüyordu. Her zaman sol gözü yarı yarıya kapalı, alnı kırışık, avurtları
içe geçmiş olurdu ve kambur dururdu. Ama ilk defa ona şöyle bir baktı;
baya yakışıklı bir adam olmuştu, öyle görünüyordu.
Bütün Kızılay’ı dolaşmışlardı, saat 10.30 da iş bırakarak, SGK önünde
toplanacak olan kitleye ulaşmak için. Daha erken olmasına rağmen, kitle
SGK'nın önünden ayrılmıştı, YKM’nin önüne doğru yürüyüşe geçmişlerdi.
Başkan bile o anda ettiği telefonlarla bilgi alıyordu. Zülfikar Bey,
Sendika Başkanı ve kadın beraberce hızlı hızlı yürürken, kimseleri
göremediler sokaklarda. Polis de yoktu. Eskiden olsa polisin varlığı,
arabasının egzozuyla bile terör estirirdi. Önce 28 Şubat’ta Kesk’e bağlı
Büro Emekçileri Sendikası iş bırakma kararı aldı, sonradan bir de Türk
Kamu Sen çıktı ortaya. Türk Kamu Sen’e bağlı Türk Büro Sen’le iş bıraktı
BES .
Onları bulduklarında ikinci toplanma alanı olan YKM’nin önüne varmışlardı
bile. Türk Büro Sen’liler “Yaşasın onurlu mücadelemiz” yazan önlükler
giymişlerdi. Kitle oldukça iyiydi, yani beklenilene göre. Bin kişi kadar
vardı, belki çoğu Türk Kamu Sen’liydi. 'İyi ki de beraber yapıldı' diye
düşündü kadın,'yoksa çok cılız bir eylem olurdu' Ama hemen ardından 'ne
sönük, sessiz ve coşkusuz bir kalabalık, kimse slogan atmıyor' diye
düşündü. Çevreden ilginç diyaloglar geliyordu kulağına “Ulan sonunda
anarşist olduk.” Kafa tokuşturanlara bakıp ‘ya biz nerdeyiz, kimlerle
beraberiz, milliyetçi dinci adamlarla beraberiz’ diye geçirdi içinden.
Ama sınıfsal baktığında ‘zaten böyle olmalı tabanda birleşmeli’ diye de
düşündü, kafası karışmıştı. Çoğu kişi katılmamıştı, sağcı sendikalarla
beraber eylem yapılmaz diyerek. Kürtler katılmamıştı mesela haklı olarak.
Başbakanlığın ve Adalet Bakanlığının olduğu tarafa polis barikat
kurmuştu. Yürüdüler, sağdan Kumrular Sokak'tan devam ettiler; Saraçoğlu,
Türk Standartları Enstitüsü, TODAİ, DSİ, Karayolları Genel Müdürlüğü,
Askeri Lojmanlar ve Kışlaları geçip Sahil Güvenlik Komutanlığının
yanından Maliye Bakanlığına vardılar. Yol boyunca ortalıkta polis yoktu,
ellerini kollarını sallaya sallaya yürüdüler ama çok fazla slogan
atmadılar. Kitleyle birlikte hareket eden sendika Minibüsünde çalan
müziğe tempo tuttular, düdük çaldılar. Maliye Bakanlığının bahçesine
girdiler. . Ellerindeki flamalar hafif rüzgarda dalgalanıyordu. “Bayram
yeri gibi”, “Bayraklar da demek böylesi haksızlıklara yapılan itirazla
ortaya çıkıyor, onun için bayrak oluyor. “ dedi kadın Zülfikar Beye
bakarak. Zülfikar Bey anlamadı: “Ama kurban bayramı öyle değil ki; Hz.
İbrahim kendi çocuğunu kurban etmek istiyor, Tanrı da ona bir kurbanlık
hayvan gönderiyor, oğlunun yerine onu kurban etmesi için. Öyle çıkıyor
ortaya…” dedi. Kısa bir konuşmadan sonra kadın vazgeçti anlatmaya
çalışmaktan. Zülfikar Bey Aleviydi ve Sünni inancının haksızlıklara
başkaldırıyla bağdaşır bir yanı olmadığını düşünüyordu..
Maliye Bakanlığının içinde gruplar halinde polisler vardı ama abartılı
bir durum yoktu. Kadın geçmişi hatırladı; duruşları, saldırgan bakışları,
huysuz atlar gibi tepinişleri ve tacizkâr bakışlarını hatırladı. Bu
polisler cüssesiz ve insan gibi bakan genç adamlardı, korkutucu
değillerdi. Araçlar da girdi bahçeye ve miting alanı haline geldi Maliye
Bakanlığının bahçesi. Maliye Bakanı ortalarda yoktu, ne bir hoş geldiniz,
ne de nedir derdiniz diyen olmadı.
Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Her şey o kadar ilginçti ki; Maliye
Bakanlığının bahçesin’de Türk Büro Sen başkanı konuşma yaptı, dedi ki:
“Türk memuru korkmaz, haksızlıklara teslim olmaz, Türk memuru yılmaz.”
İyi ki Kürtler yok diye düşündü kadın utanarak. “Maliye Bakanını
Türkiye’nin Maliye Bakanı olmaya davet ediyorum, her ne kadar
İngiltere’de yetişmiş olsa da.” dedi, ateşli bir konuşma yaptı. Büro
Emekçileri sendikası başkanı ise, “İş güvencesinin tartışılmaya
başlandığı, esnek çalışma, performans değerlendirme ve angarya çalışma
uygulamalarının dayatıldığı, rotasyon ya da sürgün tehditleriyle karşı
karşıya olduğumuz bir süreçte grevimizi gerçekleştiriyoruz” diye konuştu.
Zülfikar Bey sanki oraya geliş nedeni kadınmış gibi bir halde sürekli
kadına bir şeyler söylüyor, iltifatlar ediyor, çevresinde adeta pervane
oluyordu. Hatta bir ara “buradan çıkınca beraber yemek yiyelim mi?” dedi.
Kadın da “olur” dedi. Gülüyordu onun bu hallerine, hoşuna gidiyordu ama
ileri gidecek diye ödü kopuyordu. Sonra zaten ileri de gitti. “Erkek
arkadaşın vardı hani, onunla hala görüşüyor musunuz?” dedi. Kadın “evet”
dedi. Sinirlenmişti, kestirip attı. "Sana ne" demek geldi içinden.
Görüşmüyordu da, ama maazallah bir dese belanın püsküllüsünü alacaktı
başına. Zülfikar Bey kadını bunalttı. Devamlı onunla ilgileniyordu: “Çay
içer misin?” “Hayır” Gidip çay getiriyordu sanki evet demiş gibi.
Coşkusuzdu insanlar, ötekiler coşkuyu bilmiyordu, berikiler şaşkın ve
dağınıktı. O arada eski yöneticilerden, kadının değer verdiği bir adam
kadını çağırdı: “Bir röportaj yapacaklar, bana eşlik eder misin?” dedi.
Kadın “olur” dedi. Muhabir ve kameramanla tanıştılar. Zülfikar Bey
“heyecanlanıp utanmasam ben de bir şeyler söylemek isterdim.” dedi. Kadın
“yanımızda dur sen de” dedi. Muhabirin adı İdil'di. İdil onlara mizanseni
anlattı; onlar aracın üstünden genel başkanların yaptığı konuşmaları
dinliyormuş gibi yapacaklardı, sırtları dönük. İdil arkalarından yaklaşıp
giriş konuşmasını yapıp, merhaba diyecekti, onlar da dönüp merhaba
diyeceklerdi. Sonra da İdil’in soracağı sorulara cevap vereceklerdi.
Senaryo gereği İdil arkalarında konuşmasını yaptı ve onlara hitaben
“neden buradasınız?” dedi. Kadın biraz heyecanlanmış ve yapaylaşmış bir
halde: “Mesailerimiz kesildi, biletlerimiz kesildi bunlar için
buradayız.” dedi. Ve devam etti: “ 657’de değişiklik yapılmak isteniyor,
iş güvencemiz kaldırılmak isteniyor, benim çocuğum 4/C’li, onlar için
buradayız, çocuklarımızın güvencesiz çalışmaması için buradayız.” dedi.
‘Ek ödemelerin emekliliğe yansıtılmasını istiyoruz, emekli olunca
maaşlarımız yarı yarıya düşüyor’ diyecekti ama unuttu. Zaten bu çekimi
beğenmedi muhabir ve kameraman, tekrar tekrar çekim yaptılar: Kadın ve
sendikacı arkadaşı konuşuyormuş gibi yaptılar, İdil de mikrofonu
uzatıyormuş gibi yaptı. Kadın güldü kendi kendine ama yine de yaptı
denilenleri. Zülfikar Bey El Cezireden olduklarını öğrenince: “
Amerika’nın kurdurduğu bir TV Kanalı, Suriye’de muhalifleri destekliyor,
yalan haber yapıyor.” dedi. Kadın “Soralım bakalım ne
söyleyecekler.”dedi. “El Cezire, Suriye’de Amerikan yanlısı bir bakış
açısıyla yalan haberler yapıyor diyor arkadaşım.” dedi İdil’e ve
kameraman arkadaşına. Zülfikar Bey de girdi söze, kadına söylediklerini
yineledi. İdil “Maalesef öyle” dedi dudağını bükerek, “Muhalifleri
destekleyen yayınlar yapıyor.” Kadın ne diyeceğini şaşırdı, neden
sormuştu ki, al işte kabul etti, şimdi ne olacaktı. Hem dudağını da
bükmüştü, maalesef de demişti. Sonra Zülfikar Bey bizimle ilgili haberin
ne zaman nerde yayınlanacağını sordu. Muhabir yayınlanmayacağını söyledi.
Kadın şaşırdı. İdil “El Cezire Türk kuruluyor, yayınına başlayınca belki…
“ dedi. Kadın birdenbire anladı yaptığı şeyi, ‘Aman tanrım, defalarca
çekim yaptılar, sadece dudaklarımızı oynattık, dünyaya servis edilecek
görüntüler belki de, istedikleri şeyleri de söyletecekler’ diye düşündü.
‘Aman uzak duralım bunlardan, haber verilmiyor üretiliyor, dünya
kamuoyunu böyle yönlendiriyorlar demek.’ dedi Zülfikar Bey’e. Şımarık
muhabir kızla kurt kameraman teşekkür edip gittiler, Zülfikar Bey’le
kadın birbirlerine baktılar. Konuşmalar, şarkılar, türküler, marşlardan
sonra eylem bitti. Kimse işyerine dönmesin denildi. Kadın yorgundu, çoğu
kişi Dışkapı’dan ya da daha uzak yerlerden gelmişlerdi, saatlerdir
yürüyorlardı, saatlerdir ayaktaydılar, ama yorgunluk emaresi yoktu pek
kimsede. Kadını Zülfikar Bey yormuştu. Devamlı ona dokunmaya çalışıyordu,
her fırsatta. Kadın kaçıyor, o dibine sokuluyordu. Bunun farkında bile
değildi. Kadın ağlamak istedi, kendini çaresiz hissetti. Yere oturdu, o
da dibine oturdu, dizini dizine değdirmeye çalışıyordu. Kadın biraz
kaydı, sırtını ona döndü biraz anlasın diye ama o: “Sen sıkıldın,
yoruldun burada, oy kıyamam sana.” diyordu. Sonra konuştu durdu kadının
hiç ilgisini çekmeyen konularda. Eylem bitince yemeği birlikte yeme
sözünden vazgeçti kadın, bir an önce ondan uzaklaşmak istiyordu. Söyledi
bunu ona, o büyük bir hayal kırıklığıyla baktı: “Hani kabul etmiştin…”
Israrla yineledi “ne olur, ne olur beraber yemek yiyelim.” Kadın
gülümseyerek, “yok, yoruldum, gitmek istiyorum.”dedi. İkisinin hali de
komikti. Yorulmuştu, Zülfikar Beyle savaşmaktan, ondan bucak bucak
kaçmaktan, yorulmuştu. Geri dönüş yolunda yine “sen sıkıldın” deyince,
kadın patladı “Evet” dedi, “sizin aşırı ilginizden sıkıldım.” Onun yüzüne
kara bulutlar çöktü, omuzları çöktü: “Doğru doğru özür dilerim, özür
dilerim, bir daha olmaz.” dedi yürüdü sessizce. Bir şeyler daha söylemek
istedi, korktu, aşırı olur diye söyleyemedi. Kadın biraz olsun
rahatlamıştı ve hiç üzgün değildi içinden geçenleri ona söylediği için.
Beraberce yürüdüler dağılan kalabalıkla, bir polis telsizinden “Yavaş
yavaş, sessizce aşağıya doğru yürüyorlar amirim.” sesi duyuldu.