POETİK YAZI

Sabahattin Umutlu  







yoldaşlık etiği olarak gezi ve uzak zamanlarda üşüyenlerin şiiri
                                                                                    - tamara bunke’ye. ulus baker’e -



"kanın ateşin ve seslerin böyle cömertçe kullanıldığı
böyle sorumsuzca kullanıldığı bir dönemde
herkesin şimdilik hakkı vardır hüzünlenmeye

yukarda dediğime bakma aslında
başarısız boktan bir kış geçirdik
kanımız bile doğru dürüst akmadı
bir sürü çocuğu öldürdüler"
                                                     turgut uyar

"şiir, ölüm ve yaşam dolayısıyla, şimdi ve daima açıktır."
                                                                                       ece ayhan

“eğer sonsuz hayat diye bir şey varsa o burada ve şimdi olmalıdır"
                                                                                              ludving witgenstein


bir yanık atlas : poetika


kıştır. giderken karlar üzerinde yokluğunu bıraktığı uzak zamanlarıdır şiirin.dar zamanlardan geçilir.dünyadır adı dar geçitleridir şiirin ve isyanın. bir yazı anlamanın erdemine değilse de bir mevsimle kendini kanatmanın. bıçağı derinlere sokarak kanırtmanın bir mevsimin delik deşik içinden geçmenin.geçtiğin yerlerle hem hal olmanın bir mevsimin bedeninde başka başka biçimlerde tüm mevsimleri gezdirerek yaşamanın yaşatmanın direnci eylemi şiir. üşüse de külleri yangın yeridir yaşamın. kendi yakan kendi yakılan kendi kendinin ateşi külü olmuş ömürler. isini isyanını ateşini kavını direncini külünü dilinin altında ve taammüden evren evren gezdiren şiirler.

“kışsa / zordur bir yazı anlamak / bir yazı anlamak/zordur ve anlamlıdır” demiş ya bir zamanlar ve tüm zamanlar turgut uyar. hakkımızdır. hatırlar ve hatırlatırız durmadan. haddimizdir bilmeyiz.el yordamıyla aşarız. bin bir türlü acemilikle o sonsuz şimdiye şimdideki sonsuza aşındırarak yolları sorarız soruları. soruyoruz. peki. yazsa ve aylardan temmuzsa...

sonu mudur bir kışın bir mevsimin bir yazın. başlangıcıdır belki de şimdiki zaman uğrağında bi yerde. göğünde göğsünde gezdirdiği ve artık eski bir deniz olan gökyüzü. bulutlar. güneş yıldızlar ve ay. o şöylelemesine bir gecenin o buğulu gerçeğin ve yangın yerine dönmüş ağır aksak bir akşamüstünün tanığı değilse başka ne ne olabilecek olan ay.

bin dokuz yüz doksan üç yazıdır. temmuzdur. islerin kurumların içinden bir koridor açılır dünyaya ve tüm zamanlara. çığlık çığlığa bir koridor. adı: sivas’tır. madımak’tır. hafızasını yitirmiş bir şehrin bir ülkenin değilse de yangın yeridir dünyanın.

"eğer bir yangın yeri olmuşsa hayat şiir de onun külleri" demiyor muydu bir yerlerde şair müzisyen leonard cohen. yangın yeriydi hayatın ve fakat yangının tam ortasından konuşuyordu şair metin altıok: "yaşamak bir görevdir bu yangın yerinde / yaşamak insan kalarak."

öyledir. öyledir de. insana. kendinden başkasına kendi düşüncesinden inancından başka düşüncelere kültürlere yaşam biçimlerine tahammülü olmayanların dünyada bir yere saplanıp kalmışların yaktığı ateştir. bir otelde, adı madımak olan bir otelde kırka yakın canı aramızdan aldığı tarihe isli bir kara leke olarak geçen o unutulmaz gün sivas bin dokuzyüz doksan üç. temmuz iki..

adı adresi bir insan yakmanın. bir ideal bir inanç uğruna akıllarında hayallerinde nasıl bir dünya nasıl bir gelecek tasarımı cennet cehennem varsa ve failleri kim olursa olsun bir insanı düşleri düşüncesi farklı diye ötekileştirerek hayatına kast etmenin adı. katliam.

hafızadır. yanıktır. ankara’dır. bin dokuz yüz doksan üç yılı temmuzunda ankara’da bir akşamüstü sivas ilinde düzenlenen pir sultan abdal şenliklerine katılmak üzere bir davet alır metin altıok. o zamanlar haftada bir yazmakta olduğu aydınlık gazetesinin “kara kutu" köşesi için yazısını yollar. akşam yola çıkmadan evde o güne dek hiç yapmadığı bir şey yapar ve bütün şiir kitaplarını tek tek imzalar eşi sevgili nebahat çetin ‘e. bir de kendi resmini çizdiği bir kağıt bırakır masasının üstüne. resmin altında şu ibare bulunmaktadır: yandığımın resmidir…

şairdir kahindir yalvaçtır bilicidir. ve sonrası o kanlı kara cuma. yangın yeridir her yer. madımak otelinin merdivenlerinde son kez çok sevdiği ve birlikte ankara’dan yola çıktıkları arkadaşları yoldaşlarından behçet aysan ve uğur kaynar ile görüntülenir metin altıok-ki yoldaşlık etiğidir ve birlikte yürümüşlerdir ölüme- elinde bir fırça sapı vardır ve belki de son silahıdır onun. ve de son sözleridir : şair böyle savaşır.

"insanın bol olduğu yerde akla kıtlık çekilmezmiş dediler inandım. akıl danem delindi" demişti bi yerlerde yoldaşı uğur kaynar.

ve diğer yoldaşı behçet aysan : beyaz bir gemidir ölüm/sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde ölmüş olurum.

dimdik ayakta alnı açık maskesiz karşılarlar ölümü. ya iktidarlar. ve iktidara her yerde her daim biat edenler. kendi yüzlerinden başka her türden maskeyle itaat edenler. itaatkar kullara kendi dışında bir yaşam sürdürenleri ötekileştiren ve yaşam hakkı tanımayanlara bir çift sözü vardır filozof spinoza’nın. “despotik devlet yönetiminin en büyük gizemi, tebaalarını kandırmak ve onları baskı altında tutan korkuyu dinin aldatıcı kisvesiyle maskelemektir, böylelikle tebaalar kendi güvenlikleri için olduğu kadar kölelikleri için de kahramanca dövüşebilir… ve bunu en yüksek şeref olarak addederler.”

ve işte despotik aklı iktidarın. ve bir insanı öldürdükçe şerefine şeref eklenen teba.. nasıl bir irade yoksunluğudur bu. ve nasıl bir tutsaklığı egonun. emirleri kim mi veriyor oralara hiç girmeyelim. ve fakat bildiğimiz bir şey var elbet bakunin diyor ki : ”her emir özgürlüğün suratında patlayan bir tokattır".

bir yanda öldürdükçe kendi şerefini koruduğunu sanan güruh bir yanda da sadece düşüncesi yaşam biçimi farklı olduğu için ölümden başka bir şans bırakılmayanlar.ve bir güruh tarafından tutuşturulmuş bir otelde ellerinde bir süpürge sapıyla savaşanlar. iki etik çarpışmasıdır bu aynı zamanda.ateşin ve suyun başını tutanlar ile yanık atlasında şiirin düşlerinden düşüncelerinden bedenlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar arasında. ve iktidarlar tarafından durmadan hafızası silinen bir ülke.

" heybesinde yılan işaretleri, baldıran zehiri
yüzüğünün içinde ve yanında kav taşıyan ben;
tekinsizim size göre ibret için yakılması gereken."


demişti metin altıok ve eklemişti :

“çözük saçlı ikindisinde yorgun bir günün gölgeler uzarken / ölüvereceğim eskiden" sivas katliamından sonra bir süre daha ölüme direnen altıok metin 9 temmuzda ayrılır aramızdan. eskiden bir ölümle. çok eski bir ölümle. eskiterek ölümü.

ve bir kez daha yakılmıştır “ilk atlası şiirin". ve her temmuzda tam yirmi bir yıldır içten içe yanmaktadır o atlas .külleri mi . o sonsuz şimdiye şimdideki sonsuza üşümesi hiç geçmeyen şiirler ve o yanık atlas poetika..

kardeşi meral altıok’a söyledikleridir: on taneden fazla kitap çıkarmayacağım. elli yaşından fazla yaşamayacağım ölümüm yatağımda sıradan bir ölüm olmayacak.

ki öyle de olmuştur. sözünü tutmuştur altıok metin. kahinliği yalvaçlığı bir kez daha kanıtlanmıştır. küçük tragedyalar’a tragedyasına da uygundur her şey. evinin dışında bir otelde yakılarak öldürülmüştür. ve bir şey daha ekler kardeşine söylediklerine. hesap işi şiirler kitabının onuncu ve sonuncu kitabı olduğunu da söyler.

toplam elli iki yıllık ömrüne on şiir kitabı sığdırabilmiştir altıok metin. dokuzu ölümünden önce üçü ölümünden sonra on iki şiir kitabı, iki tiyatro oyunu ve şiir üstüne poetik metinlerinden oluşan kitabı şiirin ilk atlas’ı. ve hep yakılan yakılan ilk atlası şiirin..

ve isli bir koridor açılır geçmişe. yerleşik yabancı’ dır o sürgündür dünyaya. ve evvela da gezgin’dir. gerçeğin öte yakası sürgünlüğün bittiği yer olarak görülebilir miydi. ve elbette hayır. sürgünün ilk kaynağına döndüğü yer desek daha doğru olur elbet. ve kalbin ortasında bulunan siyah nokta: süveyda. aynı zamanda tohumun içindeki itici güç. umutsuzluğun umudu belki. umutsuzluk yerini umuda bırakır bırakmasına da acı ve hüzün aynen devam.

ne zaman bir dosta gitsem evde yoklar diyen metin altıok bingöl’e sürgün gider öğretmen olarak. gittiğinde ise şiirindeki özneler de değişmeye başlar. artık sürgünler faili meçhuller kimliksiz ölülerdir şiirindeki özneler. herkes evindedir ve teklifsiz girilir evlere. şiirindeki ben ve öteki hem hal olurlar artık. öncesinde ve sonrasında bir yangının uzak zamanlarda üşümesinde harflerin.şiirlerin.artık kendine sürgün olan “ben" uzakta sürgün ötekilerle buluşmuştur bir acılı coğrafya ‘da bingöl’de. sürgünlerin sürgünlükte buluşmaları.

bingöl’de öldürülen bir kadın gerilla için yazdığı kimliksiz ölüler şiirinden:

"öyle ak öyle aktı ki teni  /  ipekten biçilmiş sanki.
duyulmamış bu yüzden / üstünü örtmek gereği,
çırılçıplak incecik  / sedyede bir kız cesedi.
bir kızım sağsa eğer / bir kızım morgta şimdi."


morgların arasından ve o isli koridordan bir kez daha geçilir o buğulu gerçeğe..”yerleşik yabancıydım her yere metin abi.sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaşabilmek için daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama" diyerek sözlerini toparlamaya başlamıştı zafer ekin karabay.

ki şubatta bir eskişehir’de soğuk mu soğuk bir odada saklambaç oynuyordu ölümle ve bir baktı ki kapı koluna asılı buldu kendini. karşıdan karşıya geçerken elleri bırakılan çocuklardandı o. ve hep takılı kaldı aklına nilgün marmara’dan kalan sözler :

şimdinin bedeni yok / yontuyor geçmiş bilgisiyle / gelecek belki olur diye taşı.

ve hep eksik kaldı yazı ve hep eksik kaldı sözler. bir yaz bir yasa dönüşüyordu bazen bir yasa bir yaza bir mevsim değiştirmece oyunuydu bu. belliydi kuralı ve fakat hiç aldırış etmezdik ona. yerini soğutan yanardı. yananların soğuyan yerlerini başkaları alırdı. oyun sürerdi. bizim yazımız da öyle bişey aslında yaz ile yas yas ile yaz arasında bir sonsuz üşüme. sonsuzu kendinden şimdide bir üşüme.ve uzak zamanlarda kalırdı bizim yerlerini aldıklarımız. uzak zamanlarda üşüyenlerin şiiri demiş biri buna sanki hiç üşümeyecekmiş gibi o yangından.

sanki hiç geçilmeyecekmiş gibi o isli koridorlardan.ve sanki yaşamamış gibi olmamış olunmamış bi boşluk. içinde. ve sanki hiç çıkmayacak boynumuzdan o isli sacayağı.dün bugün yarın hepsi de aynı sırada beklemiyorlarmış gibi o boşluk. o isli koridordan dünyaya açılan bi pencere bi gökyüzü bi bulut. soğumuş bi gezegen paramparça bir beden. imgesinden azade evren evren şiirler .”ölüm ve yaşam dolayısıyla, şimdi ve daima açıktır"  göçebedir ağaçları o parkın…

“ne varsa bunda böyle başkasız olmakta"

aurası yitik bir dünyanın hafızasız bir ülkenin bir şehri sivas’tan madımak’tan dünyaya iki koridor açılmıştır. iki isli koridor. biri dünyaya geleceğe sonsuza şimdiye aurası hiç bitmeyecek olana o bir ucu dionysos’a bir ucu uçsuz bucaksız evrene açılan o benzersiz isyana geziye. bir ucu da tarihi ve öznelerini büyük bir oyunun piyonları olarak algılayan ve varoluşun tüm değerlerini hiçe sayan edebiyatı şiiri sanatı kültür endüstrisinin seyirlik nesnesi olarak gören ve ucu steril hayatlara plazalara açılan iki koridor.

yaşam biçimlerine müdahale edilen ve tüm bedenleri iktidarın biyopolitik taktik ve stratejileriyle bir savaş alanı haline getirilmeye çalışılan öznelerin bir buğulu gerçeğin ışıltısında kendi bedenlerini bir direniş alanına dönüştürdükleri karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmaya dayalı pratiklerin bir çağrı etrafında değil de kendi özgül iradeleriyle ve el yordamıyla buluşmasının adı olan gezi. kimsenin kimseyi ötekileştirmediği tüm tekilliklerin bir çokluk içinde kendilerini dolaysız ve özgürce ifade edebildikleri komünalist bir ütopyanın yaşandığı yer gezi.. hafızası yitik bir ülkenin bir çok şehrinde yaşanan kalkışmanın erdemini nasıl görmezlikten gelebiliriz.nedir peki geriye kalan geziden. böyle bir sorunun yanıtı belki de uzun bir sessizlik de olabilir. belki de gelecekte bi bugüne asılı kalan bi gülümseme. iktidarın tüm acımasızlığına şiddetine karşı zekanın lirizmiyle karşılık veren esrik bedenlerin işi oluşu eylemi ve içinde hep yoldaşlık etiği barındıran haller durumlar.

şöyle bir bakalım o zaman geziye. gezinin simgelerine. kırmızılı kadınlar siyahlı kadınlar. eli sapanlı teyzeler ve ali ismailler. ethem sarısülükler. berkinler elvanlar.. abdullah cömertler. mehmet ayvalıtaşlar. ahmet atakanlar. medeni yıldırımlar. hasan ferit gedikler.uğur koçlar.. ve sürer… ve öyle de değildir sadece.


öyle de değil hikaye ve yoldaşlık etiği olarak battaniye

hatırladınız mı bir de kırmızı fularlı kız vardı. antalya ‘da gezinin ilk günlerinde tutuklanmıştı. kırmızı fular taktığı için yüzyıla yakın hapsi istenmişti. sonra tahliye edildi. ve tam unutulacakken birden ortaya çıktı. gazetelerde medya da konuşur konuşulur oldu. çünkü geziden dağa çıkmıştı o. bir söyleşisinden öğrendik ki cezaevinde tutuklu olduğu o soğuk kış günlerinden birinde aynı koğuştan bir arkadaşı yoldaşı kendine ait battaniyeyi ortadan böler ve kırmızı fularlı kıza verir. yoldaşlık etiğidir. karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmanın eseri olan aurası hiç yitmeyecek değerlerdir kış soğuk ve gece paylaşılır. ve direniş hafızası olan gezi ve battaniye ilişkisi. sürer. ki uzak zamanlarda üşüyenlerin şiiridir ol hikaye. öyle de değildir..

sürer sürmesine de öyle bitmez her hikaye. görmüşsünüzdür ya da hatırlarsınız elektrikli olanları da vardır battaniyelerin. bir ucu prize takılan ve kışın yataklarınızı ısıtan. işte öyle değil hikaye. ıslak ve rutubetli hücrelerde iletkenliği daha da artsın diye ıslatılan ve direnişçilerin bedenlerine sarılan ve bir ucu manyetoya bağlanarak elektrik verilen bir işkence aleti olarak battaniye.

bitmedi roboski’de devletin uçaklarıyla bombalanarak öldürülen çocukların yanık bedenlerinin sarıldığı battaniyeler. ve soma’daki görüntüler. madencilerin cansız bedenlerini canlı göstermek için yüzlerine bir de ağızlarına oksijen maskesi takarak sarıp sarmaladıkları battaniyeler.. battaniye hafızadır. hafızasız bir ülkenin sarılıp sarmalandığı…

“her insan uyumsuzluktur ölü olmadıkça"

öyle midir. makus talihidir türkiye ‘de edebiyatçının. ve fıtratlarında da vardır kiminin. plaka değiştirir gibi kıble değiştirirler. liyakatlarında vardır. iktidarla iktidarlarla yanaşık düzen yaşarlar. her çağrılan yere giderler. ve iktidardan gelen tüm davetlere de icabet ederler. hiç düşünmezler ki icazettendir icabetleri. hayatın anlamı mı. böyle sorularla işi olmaz onların. tek bildikleri ölümün arkasından konuşmaktır. toplanırlar konuşurlar ve huşu içinde sonsuz itaat ve sonsuz biat ederler.isli bir koridordan plazalaradır yolları. kıbleleri değişse de bazı şeyleri hiç değişmez.her daim jüri üyesidirler. bazen mevsimler değişir aylar yıllar takvimler ve fakat jüri üyelikleri her daim aynı kalır. dili edebiyatı hayatı şiiri kültür endüstrisinin bir seyirlik nesnesine şiiri yazanları ise kendi bitmez tükenmez egolarının kulvarlarında ortalama bir algıya hapsederler. isli koridordan geçerken isli merdivenlerinde şiirin yüzüne asılı duran o sonsuz o umutsuz umarsız bekleyişi nasıl da unuttururlar. unuturlar ve unuttururlar. belki de hiç olmamıştır hafızalarında o görüntüler. çoktan silinmiş bir keskopyalayapıştır imajlara dönüşmüştür. ve hiçbir zaman unutulmamalıdır ki şiirler şairler üzerine bahis oynamayacak kadar zekidir. öyledir de. uzak zamanlardır. ve üşüyenler vardır yanık atlasında şiirin.. yazdır. temmuzdur…

”bir gül zamanı böler karanlıkta"


dizin    üst    geri    ileri  

 



  2  

 SÜJE  /  Sabahattin Umutlu   /  yirmi iki temmuz iki bin on dört     5