Kadın uzun uzak yollardan gelmiş olan adama ‘acıkmışsındır yemek yiyelim
mi?’ dedi. O da ‘olur’ dedi. Ekmek arası bir şeyler alıp parka girdiler.
Parkta, çocuklar, kediler, köpekler güneş ışığı altında sevinçli bir
parıltı içindeydi. Adam köpeğe ekmek attı, her seferinde ekmeği hemen
yutup gelen köpeğe tekrar ekmek attı. Kadın kediye et attı, ayaklarının
dibine oturmuştu ve ara sıra köpek yaklaştığında tıslıyordu ama fazla
yaklaşınca soluğu ağacın tepesinde alıyordu kedi.
Yandaki anne, baba, yürüyen bebekten oluşan ailenin annesi deli gibi
korkuyordu köpekten. Bebek köpeğin peşinden koşuyordu hiç durmadan. Baba
bir yandan karısına “korkma hayatım” derken, bir yandan da bebeği gittiği
yerden kucaklayıp kucaklayıp getiriyordu. Herkes gülüyordu, her şeye.
Adam kadını eski mahallesine ve okuluna götürmek istedi. Emek Mahallesine
gittiler. ‘Yirmi yıldır ilk defa geliyorum’ dedi, uzun süredir görmediği
Dut Ağacı’nı görmeyi istiyordu. Hiç mi hiç umudu yoktu hâlâ orada ayakta
olduğundan. Gerçi okulunun da yerli yerinde olmayabileceğini içten içe
düşünüyordu ama Dut Ağacı’ndan hiç umudu yoktu.
‘Dut Ağacı duruyor mudur?’ dedi.
Arabayla okulun bahçesine girdiler, adam bir sevinç çığlığı attı. ‘İşte
Dut Ağacı …’ Arabayı park edip indi, gözlerinde sevinç ışıltısıyla ağaca
sarıldı. Bir süre öyle kaldı. Kadın çevreye baktı, yarıyıl tatili
olduğundan kimse yoktu.
Ona bakıp mutlu oldu, hatta tanıştırmasını bekledi: Selma, Dut Ağacı ,
Dut Ağacı , Selma. Tanıştırsaydı, gülen gözlerini budaklarında gezdirip
dallarına doğru başını kaldırarak selamlayacaktı. Sonra arabayı orda
bırakıp, eskiden oturdukları bodrum katını görmeye gittiler.
Yere gömülü evin camları görünüyordu ayaklarının dibinde. Hâlâ oturanlar
vardı orda. Seslendi: ‘Merhaba’ dedi, ben geldim demek istiyordu. Tekrar
tekrar merhaba dedi, ama oradan çıkan olmadı. Giriş katın penceresinde
genç bir adam göründü ‘buyurun’ dedi gülerek. Adam aşağıya doğru eğilmiş
bodrum katın camını tıklatıyordu habire. Sesi duyunca şaşırdı, istemeye
istemeye başını yukarı kaldırdı, genç adamı gördü. Gülümsüyordu genç
adam. Adam şaşkın ve hüzünle sevincin karıştığı gözlerle camdaki genç
adama baktı , ‘merhaba’ dedi. Bu sefer daha yavaş ve değişik bir sesle.
‘Biz yirmi yıl önce bu bodrum katında oturuyorduk da’ dedi. ‘Yine burada
oturanlar var galiba seslendim ama çıkan olmadı.’ ‘Evet’ dedi adam ‘var’
‘Peki mülk sahipleri vardı onlar hala burada mı? Polat amcalar.’ ‘Evet’
dedi adam gülerek ‘en üst katta oturuyorlar, hâlâ buradalar.’ ‘Buyurun
gelin bir çay için lütfen’ dedi genç adam ama adam girmek istemedi
rahatsız etmeyelim, diye. Arka bahçeden bir köpek çıktı o sırada;
memeleri sallanıyordu ‘yavruları vardır bunun’ dedi adam. İzbe arka
bahçeye doğru gittiler, köşeyi dönünce adamın yüzündeki sevinç ifadesi
dondu, ‘ben de çocukken burada köpek besliyordum’ dedi. Kadın gidip
baktı, küçük köpek yavruları dolaşıyordu bahçenin köşesine atılmış ağaç
dallarının altında. Adam sessizce baktı onlara ama ağladı ağlayacaktı.
Ağlamadı.
Çıktılar bahçeden, ağaçlıklı yol boyunca adam kaldırımlara, apartmanlara,
apartman numaralarına, isimlere baktı. Bambaşka bir dünyadan bakıyormuş
gibiydi. ‘Benimle geldiğin için sağ ol’ dedi kadına, güldü minnetle.
Sonra tekrar okula döndüler. Okulun yan girişini işaret etti ‘şu
merdivenleri görüyor musun?’ dedi ‘Orada koro şarkı söylüyordu, biz de
bahçenin dışında demirlerin orada onları dinliyor, bir şey lazım olunca
da bakkaldan alıp geliyorduk koşarak.’ ‘Ne korosu?’ dedi kadın, ‘Okul
korosu mu?’ ‘Hayır’ dedi adam. Gözlerinde canlanan o günleri kadının
göremediğine şaştı adeta. ‘Devrimci grupların korosu. Bu merdivenlere
dizilirlerdi özel kıyafetleriyle, konser verirlerdi burada.’ dedi.
Mutluluktan sarhoş gibiydi. Bir tane ağaç, o da Dut Ağacı, kalmış olan ve
artık otopark olarak kullanılan, beton okul bahçesine sanki cennet
bahçesi gibi bakıyordu.
Kadın mutlulukla gülümsedi ona.
Birbirlerini çok iyi tanıyorlarmış gibiydiler.