Buradaki karalamaları iç monologlar olarak okuyun. Burada hesaba çekilen
bir tanrı ya da tanrılar yoktur. İnsan modern zamanların panteonunda
yargılanan ve seyredilen kafkaesk bir varlıktır aslında. Yargıçlarını
tanımadığı mahkemede bir hademedir. Yaşamak oburu, aç gözlü ve iflah
olmaz bir çilekeş olmak yüzünden suçsuz yere yargılanıp cezalandırmayı
kabul eden bir amor fati varlığıdır.
Habercilerin, ulakların kaybolduğu uçsuz bucaksız dünya bozkırında,
yanılsama imparatorluğunun ayak izlerini sürerken kral değil de kralın
ulağı olmayı seçen bir varlıktır insan. İşte bunun içindir ki dünya
üzerinde ulaklardan başka kimse yoktur. Mutsuz varlığına seve seve bir
son verecektir insan, ama krala ettiği sadakat yemini yüzünden buna
cesaret edemez.
Bu deneme işte insan denen varlığın bu konumuna bir karşı çıkıştır.
“- Dünyaya çıkıp hayatın tadını çıkarmanı istiyorum. Şarkı söylemeni,
eğlenmeni ve senin için yaptığım her şeyin tadını çıkarmanı istiyorum.
Kendine inşa ettiğin karanlık, soğuk tapınaklara girip benim evim demeyi
bırak artık. Evin dağlarda, ormanlarda, nehirlerde, göllerde,
sahillerde,toprağa düşen zerdalilerde, pencere kenarında yazmasının ucunu
ısırarak tam bir adanmışlıkla seni bekleyen yârde. Üstüne kumruların
tünediği incir ağacında, şişe dibi kadarkalın gözlüklü yaşlıların erik
kurusu ellerinde. Ben de orada yaşıyorum ve orada sana olan sevgimi ifade
ediyorum.
Sefil hayatın için beni suçlamayı bırak. Dünya,yaşadığın mekân kadar
vardır ancak. Görebildiğin, koklayabildiğin, dokunabildiğin her şeyin
içinde barındığı mekân kadar.
Sana günahkâr olduğunu, cinselliğinin kötü olduğunu söylemedim. Cinsellik
sana verdiğim, sevgini, coşkunu, neşeni ve kalbinin adanmışlığını ifade
edebileceğin bir hediyedir.”
“- Cinsellik bilinçsiz hayat ile çirkin gerçekliğin yükünü azaltan bir
zevk aracıdır, bir uyuşturucu maddedir o halde, öyle mi?”
“- Hayır, cinsellik kendini ırkının hazlarına bıraktığın bir eylem
değildir. Soyun devamı için sana verilmiş bir hediye hiç değildir.
Yeryüzünü, gezegene duyarsız, öldüren, kıran, yağmalayan ve yıkan insan
kalabalığıyla doldurmak için üstüne armağan veren ahmak bir tanrı
değilim.
Biyolojik yapın, içgüdünün sahte ve hayvanca kendiliğindenliğine özlemle
yoğrulmuştur.
‘Sırf alışkanlıklarım yüzünden hala hayvanca olan hayatımın aldatıcılığı
ötesinde uyanış nasıl olur’, diye kafa yormalısın.
Yaşadığın gezegenin, milyonlarca yıldır lav, kül ve gaz püskürten bir
cehennem ejderhası olduğunu görmüyor musun? Seni şiir, uyandırır ancak,
bağışlama ve aşk uyandırır.”
“- Yani şiir ve aşk dine mi dönüktür?”
“- Dine demeyeceğim ama duaya, kovulduğun cennetin kapılarını aralamaya,
ütopyaya doğru kararlı bir yürüyüştür muhakkak. Aşkın ince ıslığı, düşman
bir evrenin kargaşalığı içinde masumiyete bir çağrıdır aslında.
Mesela bir “sona ermeyiş” hikayesi yazabilirsin. Dua edercesine
yazmalısın. Bir çocuğun tanrısına yakarılarınca, masumca sevmelisin.
Çünkü duanın gerçek dili, aynı zamanda tapınma ve yeğin bir bildiridir.
Bana gerçek anlamda ibadet işte böyle bir şeydir.
Benimle ilgisi olmayan ve kutsal olarak adlandırılan kitapları okumayı
bırakmalısın. Eğer beni, bir gündoğumunda, bir manzarada, alacalı bir
kelebeğin kanatlarında, sevgilinin bakışında, dostlarının
vefasında,babasının ellerini tutan bir kız çocuğunun huzurunda, büyük
yangınların korkusuyla büyük yağmurların dostluğuna sığınan kalplerde
okuyamıyorsan, hiçbir kitapta okuyamaz, hiçbir kitapta zaten bulamazsın!
Sözümün soy varlığa, gerçeğe katılmaktan ve insanlar topluluğuna
gönderilen bir bildiri olmaktan başka bir anlamı ve işlevi yoktur.
Benim kelamımın görevi, hayatın alışılagelmiş çerçevesini çatlatıp bu
çatlakların arasından, daha üstün bir gerçekliğin varlığını, çağrısını ve
umudunu göstermektir. Benim sözüm, gerçeğin aydınlığında gözlerinin
kamaşmasıdır. İrkilen yüzdeki ışıktır gerçek olan, başka hiçbir şey
değil. Benim kelamım gerçeğin etrafında dönen pervane gibidir: ama
kendini yakmamağa kararlı bir pervanedir bu. Kelamımın kutsal
yetenekleri, savrulduğun karanlık boşlukta, önceden bilinmeyen, ışık
huzmelerinin kuvvetle tutunabileceği bir yer bulmaktan ibarettir, yüzünü
ışıtan haledir kelimelerim.
Gerçek mutluluğu, bütün insanları, gerçeğin, katıksızın, ütopyanın
alanına sokmak için ayaklandırabilirsem, duyabileceğim ancak.
Bana, ''işimi nasıl yapacağımı söyler misin?" diye sormayı kesmelisin.
Benden bu kadar.Korkmayı kesmelisin. Seni yargılamıyorum, eleştirmiyorum,
sinirlenmiyorum, rahatsız etmiyorum da. Ben saf sevgiyim. Saf sevgi
yargılayıp cezalandırmaz.
Af dilemeyi bırakmalısın.Affedilecek bir şey yok. Seni tutkularla,
sınırlarla, zevklerle, arzularla, duygularla, ihtiyaçlarla, çelişki ve
tutarsızlıklarla ve özgür iradeyle doldurup yaratan benim.İçine attığım
bir şeye cevap verdiğin için seni nasıl suçlayabilirim?
Seni yaratan bensem, olduğun gibi olduğun için, seni nasıl
cezalandırabilirim? Eksikliklerle, kifayetsizlikle, acz ve cüz ile
donattığı tüm çocuklarını davranışlarının sonucundan sorumlu tutarak
sonsuza kadar yakacak bir yer yaratmış biri yetkin bir tanrı olabilir
mi?Bir tanrının, yarım yamalak eserinden yaratısını mesul tutması,
sorumluluktan kaçan, savsak (procrastin) birinin işidir. Somutlaşmış bir
iyilik böyle davranır mı?”
“- İnsan, bir “coitus interruptus” yaratısıdır belki de. Coitus
interruptus pişmanlıktır üstelik. Pişmanlıkla yapılmış bir çocuk babası
tarafından sevilmez. İnsan, derininde trajik bir yaratıdır bu yüzden.
Tanrıtanımazlık, bir nedamet varlığı olduğunu ve senin onu yarım yamalak
yarattığını fark eden insanın sana karşı çıkışıdır sanırım.Yabancılaşma
ve anlamsızlık dünyasının gereçleriyle fakat başka kanunlara uyarak
kurulmuş bir dünyanın yabancılaşmasına bir başkaldırıdır.
Sen aslında hayatın ortaya çıkardığı soruya bir cevap mısın?”
“–Bilmem, ama yaptığın kötülüklerin en ağır yaptırımı şu olacak. Eziyet
ettiklerinin hayaletleri gecelerine girmek için sabırsız kımıltılarla
bekleyecekler karanlığın çökmesini. Hep çekilmiş kalın perdeler olacak
pencerelerinde. Aşk denen büyülü duyguyu, güveni ve vermenin mutluluğunu
tatmayacaksın ömrünce. Hep yalnızlık ve hep sonsuz bekleyişler olacak
hayatında.
“- Çok ağır ve orantısız bir ceza değil mi bu?”
“- Hayır, ilahi adalet dediğiniz şeyin beşerî sürümüdür bu. Evini küçük,
sade, sıcak, düzenli ve temiz tut. Başkasının evini kirletme. Ev dediğim
şey, koruduğunu, çevresinin sıcaklığı ile saran, ona barınak olan
yuvadır.
İnsanlara saygı duy ve onlara empati yap. Kendin için istemediğin şeyi
başkasına yapma. Tek isteğim hayatına gösterdiğin özeni diğerlerinin
hayatına da göstermendir. Bu hayatı bir doğum günü hediyesi olarak kabul
et. Doğum gününde babasından aldığı hediyeyle gönenip, diğerinin
hediyesini kıran çocuklardan olma.
İçine yerleştirdiğim iyi cevherinin etkisiyle ileri atılan bir trapezci
gibi kendini mükemmelleştirmek için çabalamalısın. ‘Ben hep aç durmak
zorundayım, başka türlüsü gelmez elimden’, demelisin. Çıkış, aslında
çıkış yolu olmayışı duygusu ile bulunan bir şeydir, unutma.
Bir evin kaydettiği sesleri dinle. Sabahın tazelenen ışığında çocuk
sesleri ile dolu avluyu, ağır ağır kendine kapanan bir kapının
gıcırtısını, ardından düşlere açılan binlerce kapıyı, gidişleri ve
gelişleri birleştiren zamanın büyülü şarkısını dinle.
Şarkının hizmetinde olan her şey, bütün güçlülük, bütün hayat olanağı
sende mevcuttur. Sen yalnız şarkıda varsın. O şarkıyı söylemeyi sürdür.”
“- İnsan doğumu itibariyle, bir sürgündür. Onun gerçek varlığı, bütün
başarısızlıklara, bütün dışa itilimlere rağmen mutlak’a doğru gerilimini
sürdürdüğü yenilmez hareketle başlar. Yaşanılan dünyadan iç dünyaya, iç
dünyadan kurduğu mitler dünyasına geçiş, ruhların vücut değiştirme
serüvenlerine benzer. Doğum karşısında tereddüttür bu. Onun hayatı, doğum
karşısında bir tereddüttür. Doğru mu anlamışım?”
“- Kısmen. Senin burada bulunuşunun nedeni, başka insanlarla
karşılaşmalar için bir köstebek ilkesiyle bıkıp usanmadan yeraltı
galerileri kazmaktır. Dönüşümün başlaması için gerekli olan asgari kritik
kitle sayısına ulaşmak için bunu yapmalısın. Çığı tetiklemek için gerekli
buluşmalardan söz ediyorum, sadece sayısal biraradalıktan değil.Anımsa,
bu hayat, bu toprakların üzerinde yürüyenlerin hepsinin, ufacık maymundan
tut da koca Achille’e kadar hepsinin tabanlarını kaşındıran uzun soluklu
bir yoldur.
Köstebek demişken, sakın bir köstebeğin bunaltısına kapılma! ‘Dünyayı
terk edip, yuvama iniyorum.’ dememelisin.”
“- Yeraltındaki yuvasının dış dünyayla temas noktası olan tünelin
ağzından durmadan tedirginlik duyan ve tehlike anında sığınacağı son yeri
teşkil eden labirentin orta odasının hiç mi hiç zarar görmeyeceğine
inanan köstebeğin yanılsaması mı? Bu teyakkuzla ne kadar mutlu olunabilir
ki?”
“- Sadece iç çatışmalarını yatıştırabilirsen daha da mutlu olabilirsin.
Anımsa, devrim bir ihtimaldi ve çok güzeldi! Devrimin özlemini dile
getiren mit’in gücü buradadır işte.
Bu hayat ne bir sınav, ne bir aşama, ne bir provokasyon, ne bir son ne de
cennete bir ilk adımdır. Bu hayat burada ve şimdi, tek gerçek bu ve
aslında ihtiyacın olan her şey.
Seni kesinlikle özgür bıraktım. Hayatında cenneti ya da cehennemi
yaratmakta özgürsün. Ne ödül, ne ceza, ne günah, kimse bunlar için kalem,
kayıt tutmuyor. Bunun için görevlendirdiğim bir melekler ordusu yok.”
“-Bu hayattan sonra bir şey var mı?”
“- Bu hayattan sonra bir şey olup olmadığını söyleyemem, ama sana bir
ipucu verebilirim. Yokmuş gibi yaşa! Sanki tek şansın buymuş gibi, bu
dünya ve şimdiymiş gibi. Zevk almak, sevmek ve anlamlı bir varoluş için
tek kullanımlık şansın buymuş gibi. Kesin olan tek şey burada olduğun,
yaşadığın ve dünyanın harikalarla dolu olduğu.
Bu hayatın sonrasında hiçbir şey yoksa, sana verdiğim fırsatın tadını
çıkarmış olacaksın. Varsa da emin ol ki doğru mu yanlış mı diye
sormayacağım. Sadece beğenip beğenmediğini ve eğlenip eğlenmediğini
soracağım. En çok neyi sevdiğini ve ne öğrendiğini soracağım sana.
Bana inanmayı bırak.Bana değil, kendine inanmanı istiyorum. Sevdiğini
öptüğünde, küçük kızını kucakladığında,köpeğiniokşadığında, denizde
yüzdüğünde beni içinde hissetmeni istiyorum.
Beni övmeyi bırak.Yoksa övgüyü seven, iflah olmaz bir narsist, bir
egomanyak olduğumu mu sanıyorsun?Övülmekten sıkıldım. Teşekkür edilmekten
yoruldum. Bana olan sonsuz güvenin eziyor beni. Sönmeyen bir yanardağ
değilim ben.”
“- Sırf var olmak yüzünden minnettar hissediyorum. Yoksa bu yüzden sana
küfretmeli miyim?”
“- Sövebilirsin bana. Umurumda değil. Ancak minnettar hissediyorsan,
kendine, sağlığına, ilişkilerine, sevdiklerine ve dünyaya dikkat ederek
bunu kanıtla. Kadir kıymet bildiğini göstererek kanıtlamalısın bu
minnettarlığını. Seni içine savurduğum dünyayı belki zor, ama kendi küçük
dünyanı, kendin ve sevdiklerin için bir cennete dönüştürebilirsin. Bunun
için gerekli olan tözü içine koydum. Beni övüp yüceltmenin tek yolu
budur.”
“-Benim için siz, söz gelimi, atesiniz, sıcaklıksınız, ışıksınız.”
“- Hayır hiçbiri değilim. Benim saçmalık dolu karalamalarım, öpülüp başa
konulan deri ciltli mukaddes kitaplar olmayı hak etmiyor. Onlar benim
kendi korkunç karabasanlarım sadece.”
“- Birinin kimseye yardımı dokunmuyorsa, o kişi susmalı bence. Kimse,
kendi umutsuzluğu yüzünden, hastanın durumunu daha da
kötüleştirmemelidir. Siz yaratımınız ve yapıtınızla barışık değilsiniz,
hatta bu yüzden umutsuz ve mutsuzsunuz.”
“- Bu konuda sana hak veriyorum. Işık filan yok bende. Kendi dikenleri
arasında yolunu kaybetmiş biriyim ben. Sana yardımım dokunmadığı için de
ezelden beridir susuyorum. İşte bu yüzden karaladığım şeylerin değişmez
yasalar olarak kabul edilmesinden rahatsızım. Bana sorarsan hepsi yok
edilmeli, insanlık ailesi yeni bir sözleşme etrafında daha yetkin bir
kitap yazabilir. Bu çıkmaz sokağı insanlara gösteren, daha yüksek bir
gerçeğin emrinde bir Mesih yok mu gerçekten?
“- O halde yapıntıyı yalanla bir mi tutmalıyız? Gerçek varlığı,
karalamalarınızın kişisi haline getirirken, onun, bu biçimde kullanılmaya
karşı koyabileceğini hiç mi düşünmediniz?”
“- İşleri karmaşıklaştırmayı bırak. Senin derdin ne? Ne için daha fazla
mucizeye ihtiyacın var?‘Ben neyim? Hayatın son gayesi nedir ve ona bu
anlamı kim veriyor?’soruları seni uyanışa götürecek. Uyanış her zaman bir
şeyleri kımıldatır.Hayatına anlam ve muhteva kazandırmanın tek yolu bu.
Bu sorular üstelik, mülkiyet dünyasında çatlaklar açar. Bu yüzdendir ki
felsefe kapitalistlerin hoşuna gitmez. Gregor Samsa’yı hatırla, mülkiyet
dünyasının bir hayvanı olduğunun farkına vardığı an böcekleştiği andı.
Varlığının temel yalanını fark ettiğinde mülkiyet ve tüketim dünyasından
koptu. Bu yüzden başkalarının gözünde iğrenç bir böceğe dönüştü. Çünkü o
artık bir başka dünyaya aitti. Birey, mülkiyet dünyasında artık bir
görevi kalmadığı andan itibaren, sosyal bir hiç’tir, ölü bir hamam
böceğidir.
Sen de böcekleşip, kuruyan kabuğundan yeniden doğabilirsin.
Uzakta, senin uzağında dünya tarihi, senin ruhunun dünyasal tarihi akıp
gidiyor ve sen sadece seyrediyorsun. Yoksa sen de benim gibi iflah olmaz
bir “röntgenci” misin?