FELSEFİ DENEME

Josef H. Kılçıksız  







Spinoza’nın tanrısıyla söyleşi


Buradaki karalamaları iç monologlar olarak okuyun. Burada hesaba çekilen bir tanrı ya da tanrılar yoktur. İnsan modern zamanların panteonunda yargılanan ve seyredilen kafkaesk bir varlıktır aslında. Yargıçlarını tanımadığı mahkemede bir hademedir. Yaşamak oburu, aç gözlü ve iflah olmaz bir çilekeş olmak yüzünden suçsuz yere yargılanıp cezalandırmayı kabul eden bir amor fati varlığıdır.

Habercilerin, ulakların kaybolduğu uçsuz bucaksız dünya bozkırında, yanılsama imparatorluğunun ayak izlerini sürerken kral değil de kralın ulağı olmayı seçen bir varlıktır insan. İşte bunun içindir ki dünya üzerinde ulaklardan başka kimse yoktur. Mutsuz varlığına seve seve bir son verecektir insan, ama krala ettiği sadakat yemini yüzünden buna cesaret edemez.

Bu deneme işte insan denen varlığın bu konumuna bir karşı çıkıştır.

“- Dünyaya çıkıp hayatın tadını çıkarmanı istiyorum. Şarkı söylemeni, eğlenmeni ve senin için yaptığım her şeyin tadını çıkarmanı istiyorum.

Kendine inşa ettiğin karanlık, soğuk tapınaklara girip benim evim demeyi bırak artık. Evin dağlarda, ormanlarda, nehirlerde, göllerde, sahillerde,toprağa düşen zerdalilerde, pencere kenarında yazmasının ucunu ısırarak tam bir adanmışlıkla seni bekleyen yârde. Üstüne kumruların tünediği incir ağacında, şişe dibi kadarkalın gözlüklü yaşlıların erik kurusu ellerinde. Ben de orada yaşıyorum ve orada sana olan sevgimi ifade ediyorum.

Sefil hayatın için beni suçlamayı bırak. Dünya,yaşadığın mekân kadar vardır ancak. Görebildiğin, koklayabildiğin, dokunabildiğin her şeyin içinde barındığı mekân kadar.

Sana günahkâr olduğunu, cinselliğinin kötü olduğunu söylemedim. Cinsellik sana verdiğim, sevgini, coşkunu, neşeni ve kalbinin adanmışlığını ifade edebileceğin bir hediyedir.”

“- Cinsellik bilinçsiz hayat ile çirkin gerçekliğin yükünü azaltan bir zevk aracıdır, bir uyuşturucu maddedir o halde, öyle mi?”

“- Hayır, cinsellik kendini ırkının hazlarına bıraktığın bir eylem değildir. Soyun devamı için sana verilmiş bir hediye hiç değildir. Yeryüzünü, gezegene duyarsız, öldüren, kıran, yağmalayan ve yıkan insan kalabalığıyla doldurmak için üstüne armağan veren ahmak bir tanrı değilim.

Biyolojik yapın, içgüdünün sahte ve hayvanca kendiliğindenliğine özlemle yoğrulmuştur.

‘Sırf alışkanlıklarım yüzünden hala hayvanca olan hayatımın aldatıcılığı ötesinde uyanış nasıl olur’, diye kafa yormalısın.

Yaşadığın gezegenin, milyonlarca yıldır lav, kül ve gaz püskürten bir cehennem ejderhası olduğunu görmüyor musun? Seni şiir, uyandırır ancak, bağışlama ve aşk uyandırır.”

“- Yani şiir ve aşk dine mi dönüktür?”

“- Dine demeyeceğim ama duaya, kovulduğun cennetin kapılarını aralamaya, ütopyaya doğru kararlı bir yürüyüştür muhakkak. Aşkın ince ıslığı, düşman bir evrenin kargaşalığı içinde masumiyete bir çağrıdır aslında.

Mesela bir “sona ermeyiş” hikayesi yazabilirsin. Dua edercesine yazmalısın. Bir çocuğun tanrısına yakarılarınca, masumca sevmelisin. Çünkü duanın gerçek dili, aynı zamanda tapınma ve yeğin bir bildiridir. Bana gerçek anlamda ibadet işte böyle bir şeydir.

Benimle ilgisi olmayan ve kutsal olarak adlandırılan kitapları okumayı bırakmalısın. Eğer beni, bir gündoğumunda, bir manzarada, alacalı bir kelebeğin kanatlarında, sevgilinin bakışında, dostlarının vefasında,babasının ellerini tutan bir kız çocuğunun huzurunda, büyük yangınların korkusuyla büyük yağmurların dostluğuna sığınan kalplerde okuyamıyorsan, hiçbir kitapta okuyamaz, hiçbir kitapta zaten bulamazsın!

Sözümün soy varlığa, gerçeğe katılmaktan ve insanlar topluluğuna gönderilen bir bildiri olmaktan başka bir anlamı ve işlevi yoktur.

Benim kelamımın görevi, hayatın alışılagelmiş çerçevesini çatlatıp bu çatlakların arasından, daha üstün bir gerçekliğin varlığını, çağrısını ve umudunu göstermektir. Benim sözüm, gerçeğin aydınlığında gözlerinin kamaşmasıdır. İrkilen yüzdeki ışıktır gerçek olan, başka hiçbir şey değil. Benim kelamım gerçeğin etrafında dönen pervane gibidir: ama kendini yakmamağa kararlı bir pervanedir bu. Kelamımın kutsal yetenekleri, savrulduğun karanlık boşlukta, önceden bilinmeyen, ışık huzmelerinin kuvvetle tutunabileceği bir yer bulmaktan ibarettir, yüzünü ışıtan haledir kelimelerim.

Gerçek mutluluğu, bütün insanları, gerçeğin, katıksızın, ütopyanın alanına sokmak için ayaklandırabilirsem, duyabileceğim ancak.

Bana, ''işimi nasıl yapacağımı söyler misin?" diye sormayı kesmelisin. Benden bu kadar.Korkmayı kesmelisin. Seni yargılamıyorum, eleştirmiyorum, sinirlenmiyorum, rahatsız etmiyorum da. Ben saf sevgiyim. Saf sevgi yargılayıp cezalandırmaz.

Af dilemeyi bırakmalısın.Affedilecek bir şey yok. Seni tutkularla, sınırlarla, zevklerle, arzularla, duygularla, ihtiyaçlarla, çelişki ve tutarsızlıklarla ve özgür iradeyle doldurup yaratan benim.İçine attığım bir şeye cevap verdiğin için seni nasıl suçlayabilirim?

Seni yaratan bensem, olduğun gibi olduğun için, seni nasıl cezalandırabilirim? Eksikliklerle, kifayetsizlikle, acz ve cüz ile donattığı tüm çocuklarını davranışlarının sonucundan sorumlu tutarak sonsuza kadar yakacak bir yer yaratmış biri yetkin bir tanrı olabilir mi?Bir tanrının, yarım yamalak eserinden yaratısını mesul tutması, sorumluluktan kaçan, savsak (procrastin) birinin işidir. Somutlaşmış bir iyilik böyle davranır mı?”

“- İnsan, bir “coitus interruptus” yaratısıdır belki de. Coitus interruptus pişmanlıktır üstelik. Pişmanlıkla yapılmış bir çocuk babası tarafından sevilmez. İnsan, derininde trajik bir yaratıdır bu yüzden.

Tanrıtanımazlık, bir nedamet varlığı olduğunu ve senin onu yarım yamalak yarattığını fark eden insanın sana karşı çıkışıdır sanırım.Yabancılaşma ve anlamsızlık dünyasının gereçleriyle fakat başka kanunlara uyarak kurulmuş bir dünyanın yabancılaşmasına bir başkaldırıdır.

Sen aslında hayatın ortaya çıkardığı soruya bir cevap mısın?”

“–Bilmem, ama yaptığın kötülüklerin en ağır yaptırımı şu olacak. Eziyet ettiklerinin hayaletleri gecelerine girmek için sabırsız kımıltılarla bekleyecekler karanlığın çökmesini. Hep çekilmiş kalın perdeler olacak pencerelerinde. Aşk denen büyülü duyguyu, güveni ve vermenin mutluluğunu tatmayacaksın ömrünce. Hep yalnızlık ve hep sonsuz bekleyişler olacak hayatında.

“- Çok ağır ve orantısız bir ceza değil mi bu?”

“- Hayır, ilahi adalet dediğiniz şeyin beşerî sürümüdür bu. Evini küçük, sade, sıcak, düzenli ve temiz tut. Başkasının evini kirletme. Ev dediğim şey, koruduğunu, çevresinin sıcaklığı ile saran, ona barınak olan yuvadır.

İnsanlara saygı duy ve onlara empati yap. Kendin için istemediğin şeyi başkasına yapma. Tek isteğim hayatına gösterdiğin özeni diğerlerinin hayatına da göstermendir. Bu hayatı bir doğum günü hediyesi olarak kabul et. Doğum gününde babasından aldığı hediyeyle gönenip, diğerinin hediyesini kıran çocuklardan olma.

İçine yerleştirdiğim iyi cevherinin etkisiyle ileri atılan bir trapezci gibi kendini mükemmelleştirmek için çabalamalısın. ‘Ben hep aç durmak zorundayım, başka türlüsü gelmez elimden’, demelisin. Çıkış, aslında çıkış yolu olmayışı duygusu ile bulunan bir şeydir, unutma.

Bir evin kaydettiği sesleri dinle. Sabahın tazelenen ışığında çocuk sesleri ile dolu avluyu, ağır ağır kendine kapanan bir kapının gıcırtısını, ardından düşlere açılan binlerce kapıyı, gidişleri ve gelişleri birleştiren zamanın büyülü şarkısını dinle.

Şarkının hizmetinde olan her şey, bütün güçlülük, bütün hayat olanağı sende mevcuttur. Sen yalnız şarkıda varsın. O şarkıyı söylemeyi sürdür.”

“- İnsan doğumu itibariyle, bir sürgündür. Onun gerçek varlığı, bütün başarısızlıklara, bütün dışa itilimlere rağmen mutlak’a doğru gerilimini sürdürdüğü yenilmez hareketle başlar. Yaşanılan dünyadan iç dünyaya, iç dünyadan kurduğu mitler dünyasına geçiş, ruhların vücut değiştirme serüvenlerine benzer. Doğum karşısında tereddüttür bu. Onun hayatı, doğum karşısında bir tereddüttür. Doğru mu anlamışım?”

“- Kısmen. Senin burada bulunuşunun nedeni, başka insanlarla karşılaşmalar için bir köstebek ilkesiyle bıkıp usanmadan yeraltı galerileri kazmaktır. Dönüşümün başlaması için gerekli olan asgari kritik kitle sayısına ulaşmak için bunu yapmalısın. Çığı tetiklemek için gerekli buluşmalardan söz ediyorum, sadece sayısal biraradalıktan değil.Anımsa, bu hayat, bu toprakların üzerinde yürüyenlerin hepsinin, ufacık maymundan tut da koca Achille’e kadar hepsinin tabanlarını kaşındıran uzun soluklu bir yoldur.

Köstebek demişken, sakın bir köstebeğin bunaltısına kapılma! ‘Dünyayı terk edip, yuvama iniyorum.’ dememelisin.”

“- Yeraltındaki yuvasının dış dünyayla temas noktası olan tünelin ağzından durmadan tedirginlik duyan ve tehlike anında sığınacağı son yeri teşkil eden labirentin orta odasının hiç mi hiç zarar görmeyeceğine inanan köstebeğin yanılsaması mı? Bu teyakkuzla ne kadar mutlu olunabilir ki?”

“- Sadece iç çatışmalarını yatıştırabilirsen daha da mutlu olabilirsin.

Anımsa, devrim bir ihtimaldi ve çok güzeldi! Devrimin özlemini dile getiren mit’in gücü buradadır işte.

Bu hayat ne bir sınav, ne bir aşama, ne bir provokasyon, ne bir son ne de cennete bir ilk adımdır. Bu hayat burada ve şimdi, tek gerçek bu ve aslında ihtiyacın olan her şey.

Seni kesinlikle özgür bıraktım. Hayatında cenneti ya da cehennemi yaratmakta özgürsün. Ne ödül, ne ceza, ne günah, kimse bunlar için kalem, kayıt tutmuyor. Bunun için görevlendirdiğim bir melekler ordusu yok.”

“-Bu hayattan sonra bir şey var mı?”

“- Bu hayattan sonra bir şey olup olmadığını söyleyemem, ama sana bir ipucu verebilirim. Yokmuş gibi yaşa! Sanki tek şansın buymuş gibi, bu dünya ve şimdiymiş gibi. Zevk almak, sevmek ve anlamlı bir varoluş için tek kullanımlık şansın buymuş gibi. Kesin olan tek şey burada olduğun, yaşadığın ve dünyanın harikalarla dolu olduğu.

Bu hayatın sonrasında hiçbir şey yoksa, sana verdiğim fırsatın tadını çıkarmış olacaksın. Varsa da emin ol ki doğru mu yanlış mı diye sormayacağım. Sadece beğenip beğenmediğini ve eğlenip eğlenmediğini soracağım. En çok neyi sevdiğini ve ne öğrendiğini soracağım sana.

Bana inanmayı bırak.Bana değil, kendine inanmanı istiyorum. Sevdiğini öptüğünde, küçük kızını kucakladığında,köpeğiniokşadığında, denizde yüzdüğünde beni içinde hissetmeni istiyorum.

Beni övmeyi bırak.Yoksa övgüyü seven, iflah olmaz bir narsist, bir egomanyak olduğumu mu sanıyorsun?Övülmekten sıkıldım. Teşekkür edilmekten yoruldum. Bana olan sonsuz güvenin eziyor beni. Sönmeyen bir yanardağ değilim ben.”

“- Sırf var olmak yüzünden minnettar hissediyorum. Yoksa bu yüzden sana küfretmeli miyim?”

“- Sövebilirsin bana. Umurumda değil. Ancak minnettar hissediyorsan, kendine, sağlığına, ilişkilerine, sevdiklerine ve dünyaya dikkat ederek bunu kanıtla. Kadir kıymet bildiğini göstererek kanıtlamalısın bu minnettarlığını. Seni içine savurduğum dünyayı belki zor, ama kendi küçük dünyanı, kendin ve sevdiklerin için bir cennete dönüştürebilirsin. Bunun için gerekli olan tözü içine koydum. Beni övüp yüceltmenin tek yolu budur.”

“-Benim için siz, söz gelimi, atesiniz, sıcaklıksınız, ışıksınız.”

“- Hayır hiçbiri değilim. Benim saçmalık dolu karalamalarım, öpülüp başa konulan deri ciltli mukaddes kitaplar olmayı hak etmiyor. Onlar benim kendi korkunç karabasanlarım sadece.”

“- Birinin kimseye yardımı dokunmuyorsa, o kişi susmalı bence. Kimse, kendi umutsuzluğu yüzünden, hastanın durumunu daha da kötüleştirmemelidir. Siz yaratımınız ve yapıtınızla barışık değilsiniz, hatta bu yüzden umutsuz ve mutsuzsunuz.”

“- Bu konuda sana hak veriyorum. Işık filan yok bende. Kendi dikenleri arasında yolunu kaybetmiş biriyim ben. Sana yardımım dokunmadığı için de ezelden beridir susuyorum. İşte bu yüzden karaladığım şeylerin değişmez yasalar olarak kabul edilmesinden rahatsızım. Bana sorarsan hepsi yok edilmeli, insanlık ailesi yeni bir sözleşme etrafında daha yetkin bir kitap yazabilir. Bu çıkmaz sokağı insanlara gösteren, daha yüksek bir gerçeğin emrinde bir Mesih yok mu gerçekten?

“- O halde yapıntıyı yalanla bir mi tutmalıyız? Gerçek varlığı, karalamalarınızın kişisi haline getirirken, onun, bu biçimde kullanılmaya karşı koyabileceğini hiç mi düşünmediniz?”

“- İşleri karmaşıklaştırmayı bırak. Senin derdin ne? Ne için daha fazla mucizeye ihtiyacın var?‘Ben neyim? Hayatın son gayesi nedir ve ona bu anlamı kim veriyor?’soruları seni uyanışa götürecek. Uyanış her zaman bir şeyleri kımıldatır.Hayatına anlam ve muhteva kazandırmanın tek yolu bu.

Bu sorular üstelik, mülkiyet dünyasında çatlaklar açar. Bu yüzdendir ki felsefe kapitalistlerin hoşuna gitmez. Gregor Samsa’yı hatırla, mülkiyet dünyasının bir hayvanı olduğunun farkına vardığı an böcekleştiği andı. Varlığının temel yalanını fark ettiğinde mülkiyet ve tüketim dünyasından koptu. Bu yüzden başkalarının gözünde iğrenç bir böceğe dönüştü. Çünkü o artık bir başka dünyaya aitti. Birey, mülkiyet dünyasında artık bir görevi kalmadığı andan itibaren, sosyal bir hiç’tir, ölü bir hamam böceğidir.

Sen de böcekleşip, kuruyan kabuğundan yeniden doğabilirsin.

Uzakta, senin uzağında dünya tarihi, senin ruhunun dünyasal tarihi akıp gidiyor ve sen sadece seyrediyorsun. Yoksa sen de benim gibi iflah olmaz bir “röntgenci” misin?


içindekiler    üst    geri    ileri   





 14