Yol uzayacak gibiydi. Yolun kendisi uzamaz. Yolu alan varışı geciktirir
olsa olsa. Yavaşlar, duraksar, oyalanır, geriye bakar, geride kalandan
medet umar kimileyin. Yolun suçu yok, yolda olan da suçlanabilir mi,
değişir.
Vakitlice çıkmalı, diye düşünmüştüm. Öyle ya, sıcağa kaldın mı çekilmez
olur yol da yolculuk da. Gün doğmadan uyanmalı ve yola düşmeli. Annemin
demesiyle, gece yatmayı sabah kalkmayı bilmeyenlerden oluşumu hesap
edememiştim her zamanki gibi. Kalk, kalk öğle oldu! Çarçabuk hazırlanma,
aceleye getirilmiş bir çıkış, acelenin evde unutturdukları. İpinden
koparılmış tazılar gibi şehri terk ediş. Trafik kilitlenmeye yüz
tutmuşken il sınırını geçiş. Sonra, yolun tenhasında geceyi de içine
alacak uzun mu uzun bir gidiş.
Gidesim yoktu aslında. Çok önceden planlanmış bu yolculuğun başlangıç
zamanı yaklaştıkça isteksizlik büyümüştü içimde. Götürülecekleri
hazırlayışı ertelememden belliydi canım yol çekmiyor, evden çıkmaksızın
geçen günlerin serilişini bırakıp gidesim gelmiyordu. Vakit geldi,
enikonu zorladım kendimi ve işte yoldayım. Şehri çıkar çıkmaz
isteksizliği yenip, arkama yaslanarak müziğe ses verdim. Alabildiğine
uzanana bozkırları geçeceğim önce, ardından biraz yeşillenecek geçtiğim
yollar. Kalabalıktan uzak, tenha ve çayı bozulmamış uğraklar bakınacağım
birkaç saatte bir. Neşeli şarkılar dinleyeceğim eşlik etmeksizin ve
yanıma almayı unuttuğum eşyaların listesini uzatacağım zihnimde. Ardımda
bıraktığım büyüklü küçüklü kentleri mekân tutmuş öyküler kuracağım, uyku
bastıracak derken, kenara çekip gözlerimi kapatırken atları düşüneceğim.
Böyle böyle azaltacağım yolu.
Atları…
Azar azar ölüyor istek. Pis çağ, ondan. İnsandan vazgeçiliyor ilkin.
Kendine uzanacak bir vazgeçiş yolu yürüyorsun günbegün. Haber tiksintisi
ile başlıyor, sosyal medya denilen şey büyütüyor iğrenmeyi, sokak insan
demek, her yabancı tehlike. En savunmasızlara yükleniyor kötülük.
İzlemesi sana işkence. Kimseye inanasın gelmiyor. Arapçadan geçme siyaset
sözcüğü, seyisat’tan geliyor. Aynı mekânda uyuyamaz atlar, haz etmezler
dar alanları paylaşmaktan. Ondandır her birini ayrı bölmeye koyarlar
haralarda. At gibisin kardeşim! Seyisinin kokuşmuşluğu her yerinde.
Atları Salmışlar…
Sivrihisar’ın sivri olan ucu görünüyor uzaktan. Arka koltukta taşıma
kutusunda hapis kedi cılız bir itiraz nidası veriyor. Yatıştırıcı
olduğunu umduğum bir sesle avutmaya çalışıyorum kediyi, taşıma kutusunun
imgesi sesimde yalan bir tınıya dönüşüyor. Kendi yalanını yakalamışların
utanmaz olmayı öğrenmeleri işten değildir, utanmıyorum. Şoförler
Odası’nın bir tesisi olacak şuralarda bir yerlerde, çayı iyiydi.
Kaçırmamak için dikkat kesiliyorum. Azı gitti çoğu kaldı yolun. Yol
yürümek öğretir, diyen biri vardı sanki. Omuz silkiyorum, kimdi
hatırlayamayınca. Yürüyen mi kaldı? Allah vere de adamlar çayı bozmamış
olalar’dan başka bir şey düşünecek halde değilim. Hal mi kaldı? Kedi
sesleniyor, sesine sesleniyorum, ne varsa sesimde topu yalan dolan.
Çay kötü. Kaynamış, kaynamış kendi olmaktan çıkmış. Maskeleri çene
altında insanlar safları sıklaştırıyorlar. Kaptığım gibi sepeti kaçar
adım yoluma düşüyorum.
Atları…
Ne vakit birileri anlamsızlıktan dem vursa, hâkim olamıyorum kendime,
hermeneutik sözcüğünü binlerce kez yineliyorum zihnimde. Sevgili Hermes,
az öte git. Kültüre dayalı (kadınları, çocukları hayvanları); tarihe
dayalı (diri yakılanları, bombaları, ölmeye yatırılanları); deneyime
dayalı (yalancıları, korkakları, kibirden önünü göremeyenleri) hermeneutik bir bataklığa gömme alışkanlığındandır anlamın metan
zehirlenmesi. Eğer çarpıcı bir dizeye denk gelirsek biraz daha derin bir
düzeyde anlayışa ihtiyacımız olur. Dizeleri yorumlarken bir bütün olarak
şiir anlayışımız değişmeye ve bundan dolayı kavrayışımız derinleşmeye
başlayabilir. Bu duruma “hermeneutik döngü” adı verilir. Rica ederim.
Atları salmışlar…
Herkes Afyon’da mola verir. Yolun yarısı. Teğet geçelim, dedim kediye.
Gün çekilirken denize gireriz. Gözümde büyüyor yol. Yolun kendisi uzamaz.
Yolu alan varışı geciktirir olsa olsa. Yavaşlar, duraksar, oyalanır,
geriye bakar, geride kalandan medet umar kimileyin.
Geride gözüm yok oysa.
Atları salmışlar, çölü büyütmüşler. Hermeneutik bir tiksinti bırakmışlar.
Geride kalan ben, varan ben’e lüzumsuz bir göz kırpış oldum olası. Neyse
ki atları…