ÖYKÜ

Şeyda Gökoğlu  







DUVARI DÜŞÜNMEK


“Dedikodu sıkça kötülenen ama aslında kalabalık gruplar halinde işbirliği yapabilmenin de temelini oluşturan bir beceridir.”  Y. N. Harari


Yeni gelen müdür, orta yaşlarda kısa boylu sayılabilecek uzunlukta, gülmeye ve konuşmaya her an hazır bir ağız profili ve onu tamamlayan meraklı ve samimiyetsiz gözlerliyle varoluşunun nedenlerini açıklarcasına taşıdığı bedeniyle tüm çalışanları tek tek dolaşıyordu. Dinleme ve gözlemlerime dayanarak bu özelliklerinin yanı sıra geçen hafta en çok satanlar listesinde olan kitaplar, güncel olaylar ve kendisi dışında bir çok kişi hakkında konuşabilecek bir birikimi olduğunu hissettim. Benim olduğum odaya yaptığı ziyaret, önemli bir görüşmesi olduğunu hatırlamasıyla çok uzun sürmedi. Belki on dakikalık bir ziyaret sırasında kendisiyle ilgili bilinenlerin dışında bir şeyden bahsetmediğini ama bizler hakkında bir sürü soru sorduğunu hatırlıyorum. Bildiğim bir şey vardı ki; kendisinden bahsetmeyen ama kendisi dışında bir çok kişiden veya bir çok konudan bahsedebilen insanlar kendilerini saklamakta usta ve içine düştükleri her olumsuz durumdan yakayı kolayca sıyırabilen insanlardır. Yeter ki olumsuz ortamda onlarla bulunmayın!

İşte bu yeni müdür varlığını oda oda dolaşarak, konuşarak kendimizi esir ettiğimiz, yaşamak için zorunlu ihtiyaçlarımızın başında gelen para kazanma mekanımıza kısa sürede kabul ettirdi. Kısa süre sonra onun için düşündüklerimde yanılmadığımı fark ettim. Kendini o kadar gizlerken başkaları hakkında muhakkak bir şeyler öğreniyor. Anlattıkları karşılığında, kurnazlıkla laf arasında onlar ile ilgili bilgilere ulaşıyor ve yapılan yorumları belleğinin bir başka diskine kaydediyordu. Sonra birini harcamak isterse o kişinin belleğine depoladığı bilgilerini, yorumlarını kurgusuna ekleyip ortalığa ustaca savuruyordu. Allah esirgesin onun belleğine düşüp harcanmaktan.

Bir gün benim bulunduğum odaya yarım kalan ziyaretini tamamlamak için tekrar geldi. Kısa bir selamlaşmadan ve tebessümden sonra konuşmalara katılmayarak ilgilenmedim. Belki de korkuyordum. Karşımdaki duvarı inceledim. Duvara düşen gün ışığını, ışığın yaydığı aydınlığın insan için ne çok başlangıçlara neden olduğunu düşündüm. Duvarın bulunduğu konum itibarıyla ne kadar paradigmatik olduğu üzerine düşüncelere daldım. Biri hakkında konuşup, yorum yapmaktansa cansız nesnelerin, varlık sebeplerini ve duruşlarını, bizim hayatımıza katkılarını hatta değişimlerini düşünmek, benim için daha eğlenceli ve yapıcıydı. Yarım saate yakın muhabbetten sonra müdür odadan çıktı, diğer odalardan birine girdi. Sesini oturduğum yerden duyabiliyordum. Kulaklarım, iç güdüsel olarak tıpkı televizyonlarda asparagas anlatanlara, lüzumsuz haberleri ön plana çıkarıp gerçekleri gizleyen haber programlarına kapandığı gibi kapandı. Anlamıyordum, temel davranışında müthiş dedikoducu olan bu insan nasıl itibar görebiliyordu. Onu dinleyenlere, önemseyenlere öylesine şaşırıyordum ki; cebinde hafta sonunu getirecek parası olmayanlar, en yakınını kısa bir süre önce kaybetmiş olanlar, ödeyemediği borçlarından dolayı kapısına haciz memurlarının dayandığını söyleyenler, biraz ondan biraz bundan bir şeyler öğrenip başka bir yerlerde pazarlayan diğer dedikodu kumkumalarıydı bunlar. Benzer özellikteki hücrelerin aynı görevi yapmak üzere bir araya gelmeleri gibiydiler. Bilginin önemli mi önemsiz mi, yararlı mı yararsız mı olduğunun o an için onlar için hiç önemi yoktu. Depolamak ve sonra kullanmak esas olandı. Güneş enerjisi panelleri gibiydiler desem uyar mı bilemiyorum. Çünkü o paneller yarayışlı bir iş üretiyorlar, ya bunlar? Benzetmemin tek ortak noktası üretim için panellerin güneş ışığına ihtiyaç duyması, bunların ise insana! Bir anda bu düşüncemin korkunçluğuyla ürperdim. Yaşadığımız evreni yaşanabilir kılacak, tüm canlılar için olumlanacak işleri üretecek sonsuz kapasitedeki düşünceleri, dolayısıyla evreni kirletiyorlardı. Masamdaki telefonun sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.

- Efendim!.. Evet benim!.. Tamam geliyorum!...

Telefondaki müdürün sekreteriydi. Müdürün odasında görüşme için beni beklediğini bildirdi.

Odasına girdiğimde başını kaldırmadan oturmam için koltuklardan birini işaret etti. Daha sonra masasındaki telefonuna uzanarak sekreterine kendisini Van’daki müdürle görüştürmesini istedi. Telefonu kapatırken,

- Sizin hakkınızda oldukça güzel sözler duydum. İşiniz konusunda oldukça başarılı ve paradigmatik bir yapınız varmış. Bunu bizim acil ve çözümlenmesi gereken bir işimizde kullanmaya karar verdim.Yazınız şu an Genel Müdür’de imzada. Çıkınca tebellüğ eder ve görevinize başlarsınız.

Ne diyeceğimi bilemedim. Sadece gözlerine baktım. Gözleri kısılmış olarak bana bakıyor, dudak kenarlarında da hafif bir tebessüm asılı duruyordu. Sinsice bir bakış, bir gülümseyişti.

- Teşekkür ederim. Bana güvenmeniz beni onurlandırdı,

demekten başka bir şey söyleyemedim. İyi şeyler hissetmiyordum. Hele ki onun hakkında ki düşüncelerimden sonra. Duvara düşen ışığı, yaydığı aydınlığı, paradigmatik özelliğini sesli mi düşünmüştüm. Kendi kelimelerimle beni vuruyordu. Düşüncelerime yumruk yemiş gibi hissettim. Telefon çaldı, karşısında az önce görüşmek istediği müdürdü. Üç beş dakika hal hatır sorduktan ve birbirlerini karşılıklı iltifata boğup aynı amaca hizmet ettiklerini ispatladıktan sonra,

- Aziz dostum, şimdi sana çok sevdiğim elemanlarımdan birini göndereceğim. Pırıl pırıl, mesleğinin iyilerinden, sorununu çözeceğine inanıyorum. Kendisi yanımda, ona da bahsettim. Teşekkür etti. Görev yazısı akşama doğru çıkar. Haftaya orada olur, çalışmalara başlarsınız.... Rica ederim... Görüşmek üzere kardeşim.

Telefonu kapattıktan sonra bana dönerek, iki elini avuçları yukarı kalkık bir şekilde

- Eveeeet! Duydunuz, hayırlı olsun. Yazınızı hemen yolluyorum, siz de yasal sürede tebellüğ ederseniz işimiz gecikmemiş olur.

Ne diyebilirdim ki, ne işin yerini ne de konusunu biliyordum. Demek ki geldiğinden itibaren yaptığı dolaşma turlarında belleğinin bir diskine beni kaydetmiş. Onun tarzına uymayacağımı düşündüğünden bir an önce gözünün önünden uzaklaştırmayı düşünmüş.

- Tamam!... İzninizle!...

Ellerini şaklatarak kapıyı işaret ederken büyük bir keyifle koltuğuna yaslandı. Kirliliği bütün duvarlara, oradan pencereye ve gökyüzüne doğru yayıldı.

Üç ay diye başlayan geçici görevlendirmem sürekli uzatılarak iki yılı bulmuştu. İki yıldır Van’daydım. Çok güzel bir gökyüzünün altında çok güzel insanlar, çok güzel bir şehir tanıdım. Her ne kadar buradaki müdürün gözleri üzerimde olsa da kendime göre küçük bir arkadaş grubu oluşturmuştum. Mutluydum ama belli etmiyordum. “Burada mutlu, gereğinin yapılması hususunu bilgilerinize arz ederim. Saygılarımla.” yazılacağından emindim.

Ne duvarlar ne gökyüzü kirlenmemeliydi.


- Ankara -


içindekiler    üst    geri    ileri   




 41