ÖYKÜ

Göknur Yumuşak  





 


GÖKYÜZÜ HÜSO İÇİN AĞLIYORDU


Pencereden sızan ışıkla Zeloş gözlerini araladı, tekrar kapatıp öbür yana döndü. Başını iyice yastığa yerleştirip horlamaya başladı. Sonra birden bağırarak uyandı. Kötü bir rüya görmüştü. Bütün vücudu titriyordu. Hüso yatakta yoktu. Sokakta çöp arabasının başındaydı.

Rüyasında Hüso büyük bir dağın tepesinden aşağı yuvarlanıyor ve kayboluyordu. Zeloş bir turna kuşu oluyor, gökyüzünde nazlı nazlı süzülerek onu arıyor, bulamıyordu. Sonra bir koyun oluyor, meleyerek Hüso’yu arıyor yine bulamıyordu. Akşama doğru onu karşıki dağın tepesinde görüyor. Yeniden insan kılığına girip kollarını açıp epey uçarak o dağın başına konuyor, elini uzatıyor ve tam onu yakalayacakken bir kara kartal gelip Hüso’yu kapıyor, gözden kayboluyordu.

Avluda yağ tenekelerinin içindeki sardunyalar ve güller çiçek açmış, asma da iştah kabartan yeşil yapraklarla donanmıştı. Duvar diplerindeki yarıklarda karıncalar, çiçek yapraklarında yaprak bitleri, asmanın dallarında da uğur böcekleri hep birlikte yeniden doğmanın coşkusunu yaşıyorlardı.

Asmanın yaprakları tam sarmalık olmuştu. Dün sokakta komşularıyla otururken Döne “Kız Zeloş daha sarmadın mı yaprakları, kartlaşacaklar.” deyince Zeloş “Kız anam kolay mı dört nüfusa sarma sarmak, hepsi boğazlı.”demişti. Komşular birbirine bakmış gülüşmüş” Kız bu üşendiğinden sarmıyor, koca kıçını kaldıramıyor ki! “ diyerek fısıldaşmışlardı.

Mahallede adı uykucu Zeloş’a çıkmıştı. Son zamanlarda her gün öğleden sonra iki üç saat uyurdu. Akşamları mutfakta işi bitince hemen kıvrılırdı asmanın altındaki somyaya. Epey kilo almıştı çok uyumaktan.

Zeloş karyoladan indi, sallanarak avluya çıkıp çeşmede elini yüzünü yıkadı. Soğuk su iyi geldi ona, ayıldı. Sonra mutfağa geçip çay suyu koydu ve yer sofrasını hazırlamaya başladı. Onun gürültüsüne uyanan Gülcan “Ana kız, çok acıktım.” deyince “Tamam kız hadi kalk elini yüzünü yıka, hazırlıyom işte!” dedi sinirli sinirli. “Aman bu kız da aynı halası arsız işte nolacak, hep vıdı vıdı! Sabahın köründe başlıyor karaltısı kalkmayasıca!” diyerek söylenmeye devam etti.

Ramo daha uyuyordu, o da kalkınca Zeloş oflayarak yeryataklarını toplayıp sedire dizdi. Elini yüzünü yıkayanlar sofra bezinin üstündeki tepsinin etrafına tespih tanesi gibi sıralandılar. Sofrada azıcık çökelek, biraz yumuşamış ucuz zeytin ve az biraz da tahin helvası ve bol ekmek vardı. Zeloş en son yağda yumurtayı sofraya koyarken koca göbeğinden ıhlayarak zar zor oturabildi. Çocuklar hemen yumurtaya saldırdılar.“Hişt lan yavaş! Durun hele, biz de yicez!” dedi Hüso.

Kahvaltı bitince Hüso’yla Ramo naylon çuvallardan yaptıkları çöp arabasını alarak çöplerden kağıt kutu cam ve pet şişe toplamaya gittiler. Evden çıkarken Zeloş’a,“Mahallenin gülü benim, şarabı almayı unutmayasın ha!” dedi Hüso.“Tamam tamam alırız geç kalmayın akşam üstü, tez gelin.” dedi Zeloş.

Zeloş kocasına sevdalıydı hala. Birbirlerini çok sevmişler, babası Hüso’ya vermeyince kaçmışlar; daha sonra mahalleli eş dost akraba araya girip barıştırmışlar ve meydanda düğün yapmışlardı. Ramo’yu on altı yaşında doğurmuştu.

Hiç kavgaları yoktu. Hüso karısına çok iyi davranır onu hoş tutardı. O da kocasına kıyamaz bir dediğini iki etmezdi. Bu yüzden çok kıskanırlardı mahalledeki kadınlar onları.

Hüso kısa boylu zayıf kara kuru bir adamdı. Gün boyu saatlerce yürür, yol boyunca gördüğü bütün çöpleri karıştırır, topladıklarını arabasına koyardı. Kendi halinde iyi bir insandı. Kimseye hiçbir kötülüğü yoktu. Bugüne kadar hiçbir şey çalmamış kimseler ondan şikayetçi olmamıştı. Çok şey istemezdi. Karnı doysun yeter.

Ramo ilk okulu zar zor bitirmiş bir daha da okula gidememişti. Çocuklar mahallede oynarken o akşama kadar babasıyla dolaşıyordu. Çöp toplarken çocukları sokakta oynarken görünce içi cız ediyor, yüzü kararıyor, onlara boş boş bakıyor ve gözleri doluyordu. Kara kirli elleri fırça gibi dağınık pis saçlarını gören çocuklar ondan kaçardı hep.

Onlar gidince Zeloş bir türkü tutturup ortalığı toplamaya başladı. Rüyasını çoktan unutmuştu. İçinde büyük bir sevinç vardı. Önce güzel yemekler yapacak sonra da Gülcan’la hazırlanacaktı akşam için.

Mahalledeki evlerin hepsinde bir telaş vardı. Çocuklar ve gençler akşam Hıdırellez ateşi yakmak için eski tekerlek, çalı çırpı, ağaç dalları ve karton kutuları sokak aralarına yığıyorlar, kadınlar en güzel yemeklerini pişiriyor; bir taraftan da bayramlıklarını hazırlıyorlardı.

Yaşlılar kaldırımlara oturmuş neşeyle sokağı seyrediyor gelip geçenlere laf atıyorlardı. Herkesin yüzü gülüyordu. Çok mutluydu hepsi.

Zeloş süslenmeyi çok severdi. Boynunda mavi naylon boncuktan kolyesi başında kırmızı tokası, kulaklarında küpesi hiç eksik olmazdı.

Geçen hafta fabrikaların çöplerinden topladığı renk renk parlak kumaş parçalarının içinde kaybolmuş, onları okşayarak katlamıştı özenle. Gülcan’a kırmızı mavi kumaştan askılı bir buluz, bir de yeşil kloş etek dikmişti. Kendisine de pembe etekleri fırfırlı mavi bir elbise dikmişti. Gülcan başına prenses tacı takacak; o da kırmızı püsküllü bir toka takacaktı akşam.

Zeloş yemeklerin altını kapattı. Hazırlanmaya başladılar. Akşamüstü sokak yürüyüşü; akşam da meydanda şenlik olacaktı.

Hüso’yla Ramo öğlen bir parça ekmekle peynir yemiş ve biraz dinlenmişler sonra tekrar işe koyulmuşlardı.

Hüso bir taraftan çöpleri karıştırıyor bir taraftan da Ramo’ya öğüt veriyordu. “Oğlum, bak çöplere cam kırıkları, ucu kırık iğneler atıyorlar. Ağzı iyice bağlanmış poşetlere dikkat et açarken, elini kesmeyesin ” dedi. Ramo “Baba bak! Çöpleri yeni atmışlar, bizden önce karıştıran olmamış, baksana baba, ne kadar çok şişe var.” dedi sevinçle.

Hüso çöpten çok güzel bir deri çantayla bir de kadın ayakkabısı buldu. Birkaç da giysi. Hepsi de çok yeniydi. Onları ayrı bir poşete koydu eve götürecekti. Kim bilir Zeloş’la Gülcan ne kadar çok sevinecekti onları görünce. Epey çöp topladılar. Çok yorulmuşlardı.

Yol kenarında büyük bir zeytin ağacı vardı, altına oturup biraz soluklandılar. Ağaç sanki onun sırtını okşuyordu, çok severdi zeytin ağaçlarını Hüso. Zeytin zamanı parkları dolaşır zeytin toplar, bütün kış ekmeklerine katık ederlerdi.

Ramo yoldan geçen arabaları seyrediyordu iç çekerek. “Baba keşke bizim de bir pikabımız olsaydı da onunla çöp toplasaydık; o zaman hiç yorulmazdık. Ben büyünce bir pikap alıp çöpleri onunla toplayacağım” dedi gülümseyerek. Bir süre dinlendikten sonra tekrar işe koyuldular.

Mahalleli bayramlık elbiselerini giyip süslenerek bir bir sokağa çıkmaya başladı. Zeloş’un kapı komşusu Hatice çoktan çıkmıştı sokağa, Zeloş’a seslendi “Kız Zeloş hadi artık daha hazırlanamadın mı? Herkesler çıktı bir sen kaldın.” dedi bağırarak. “Tamam kız çıkıyom, işleri anca yetiştirdim.”dedi soluk soluğa. Hatice kendi kendine söyleniyordu hala. ”Koca kıçımı kaldıramıyom demiyor da anca yetişmiş miş!...”.

Sokak epey kalabalıklaşmıştı. Genç kızlar Hıdırellez günü yürüyüşün en güzel kızı olmak için adeta yarışmışlardı. Bir süre sonra sokak, rengarenk elbiseler giymiş mahalleliyle bir bayram havasına bürünmüştü. Sokak sanki büyük bir çiçek bahçesiydi, türlü türlü çiçek açan.

En önde çalgıcılar, arkalarında çocuklar, sonra kadınlar ve genç kızlar en sonda erkekler gülüşerek oynayarak meydana doğru ilerliyorlardı. Kalabalığı görenler tek göz evlerden tahta ve saç barakalardan çıkıp kalabalığa katılıyordu. Sokakta bir insan seli akıyordu usul usul.

Kadınlar mavi yeşil simli farları, pembe allıkları ve kırmızı rujlarıyla pek güzeldiler. Bazıları saçlarına kurdeleler süslü tokalar takmış, kimisi de açmıştı saçlarını. Tatlı tatlı esen rüzgarda onların yürüyüşüne katılmış, kadınların saçlarını, elbiselerinin eteklerini savuruyordu muzipçe.

İki sokak boyunca müzik eşliğinde oynayarak sonunda meydana geldi kalabalık. Bu arada iyice coştular. Çalgıcılar yerlerini aldı, gırnata ve darbukanın giriş taksiminden sonra neşeli oynak bir hava çalınca kadın erkek herkes göbek atmaya başladı döne döne. En güzel genç kızlar oynuyordu, yılan gibi ince bellerini, dolgun kalçalarını kıvırarak oynuyorlardı gülerek. Çocuklar da meydanda koşturarak göbek atmaya çalışıyorlar, yaşlılar ise el çırpıyorlardı keyifle.

Zeloş da koca karnıyla göbek atıyor komşularıyla ha bire oynuyordu. Bir ara kırmızı püsküllü tokası düştü siyah gür saçları dağıldı. Hemen saçlarını topladı sanki oyun havaları bitecekmiş gibi oynamaya devam etti.

Bu arada sokak aralarında koca ateşler yakılmaya başladı. Mahalleyi acı bir yanmış lastik kokusu ve duman almıştı. Biraz harı azalan ateşlerde dilekler tutarak atlamaya başladılar. Çocuklar daha küçük ateşler yakmış bağrışarak, gülüşerek ateşlerden atlıyorlardı.

Dolunay ortalığı aydınlatarak mahallelinin, sevincine katılmış, yıldızlar da kızların saçlarına pırlantalar takmıştı. Rüzgar usulcacık gelip oynayanların yüzlerini yalayarak terleyenleri serinletti. Yeryüzü ve gökyüzü bu gece birleşmiş her sene olduğu gibi bu Hıdırellez’de de mahallelinin neşesine neşe katıyordu.

Bir ara Zeloş’un içi cız etti, oynamaya devam etti ama kolları kalkmıyordu. Tonlarca yükün altında kalmıştı sanki. Yüzü yanmaya başladı. O sırada karanlıkta sokağın başında birisinin koşarak geldiğini gördü. Ramoy’du bu. Çocuk kanter içinde kalmıştı. Zeloş “Oğlum ne oldu ne bu hal!” dedi. “Ana, babama araba çarptı, bayıldı, hastaneye götürdüler.” dedi Ramo ağlayarak.

Zeloş’un bağırtısı dağları taşları inletti. Herkes birden durdu. Müzik durdu, insanlar durdu, dünya durdu. Sanki her şey, herkes birer heykeldi. Gökyüzündeki dolunay yüzünü buruşturdu. Hava bulutlandı yıldızlar pırlantaları kızların başından bir bir geri aldılar…

Hüso’yla Ramo çöplerden epey eşya toplamışlardı. Bugün hasılat iyiydi yüzleri gülüyordu. Hüso “Bayram hayırlı geldi.” demişti gülümseyerek. Şenliklere yetişmek için acele etmeye başlamışlardı. Çok da yorulmuşlar, acıkmışlardı. Evdeki bayramlık yemeklerin hayalini kuruyordu ikisi de. Kurufasulye ve pilavın kokusu onları iyice acıktırmıştı.

Hüso “Hadi oğlum çabuk şunları toptancıya verip de gidelim, zati çok geç kaldık.” derken birden kırmızı bir Mercedes araba hızla sokağa girmiş ve Hüso’yla bez arabayı alıp beş on metre kadar sürüklemişti. Akşama kadar topladıkları bütün eşyalar tespih tanesi gibi yola dağılmış, cam şişeler şangırdayarak kırılıp, parlak boncuklar gibi karanlıkta ışıldamışlardı. Hüso havada kuru bir yaprak gibi savrulup yolun karşısındaki elektrik direğine hızla çarpıp, boş bir çuval gibi yere düşmüştü kanlar içinde.

Zeloş yere yığılmış, herkes başına toplanmış, onu kaldırmaya uğraşıyorlardı. Her kafadan bir ses çıkıyor ha bire Ramo’ya sorular soruyorlardı. Ne zaman çarpmış, nasıl çarpmış? O da hem ağlıyor hem de kekeleyerek anlatıyordu. Bu arada Zeloş’un yüzüne su serperek ayılttılar. Ayılınca dizlerine vurarak, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı yeniden. Kollarından tutup sürükleyerek bir pikaba bindirip hastaneye gittiler. Mahalleli de arkalarından gitti.

Çok kalabalıktı hastanenin önü. Herkes acil kapısından içeri girmek için birbirini itekliyordu. Görevli zorla kalabalığı sakinleştirdi sadece Zeloş’la Hüso’nun abisini içeri soktu.

Az sonra içerden Zeloş’un çığlıklarını duydular, yeri göğü inletiyordu. Birden kalabalık sustu o çığlık sesiyle. Sonra herkes bir köşeye çekildi ağıtlar yakarak ağlamaya başladı. Güvenlik görevlisi onları kovalayıp “Hadi dağılın artık. Çok kalabalık yapıyorsunuz yarın gelip cenazeyi alırsınız!” dedi söylenerek.

Ertesi gün oynayıp gülüşerek bayram kutlaması için meydana giden mahalleli, bu defa ağlaşarak mezarlığa gidiyordu. Zeloş’un gözleri küçülmüş, ağı kızarmıştı sabaha kadar ağlamaktan. İki kadın koluna girmiş zorla götürüyorlardı. Cenazeyi gömerken toprağı incitmeyen bir yağmur başladı. Bir gün önce onların neşesine katılan gökyüzü ertesi gün Hüso için ağlıyordu. Başka mahallelerdekiler onlara tiksintiyle bakarken gökyüzü yas tutuyordu. Dört gün yağmur yağdı. Gün yüzü göremedi kimse.

Bir mezar taşı bile yoktu Hüso’nun. Küçük bir tahta parçası dikmişlerdi baş ucuna.
Mahallede her sene neşe içinde kutlanırdı Hıdırellez. Ama bu sene karalar bağlamıştı herkes.

Hüso’nun kırkı çıkınca Zeloş Ramo’yla çöp toplamaya başladı. Epey zayıfladı bir kaç ay içinde. Gülcan onlar gelene kadar evi derleyip toplayıp yemek yapıyordu. Çok sevdiği okulunu, babası ölünce bırakmıştı.

Polis sokaktaki kamera kayıtlarını incelemiş ama her nedense o lüks arabayı bir türlü bulamamıştı!

içindekiler    üst    geri    ileri   




 30