Evden çıktığımda tedirgindim biraz. Hatta galiba korkuyordum. Kendimi
sakinleştirmek için "Sadece on beş km." deyip duruyordum yüksek sesle,
"Eğitimli bir maymun bile başarabilir bunu."
Direksiyonun başına geçtim ve macera başladı. Birkaç kez yanlış yola girmeme
ve başka sürücülerden epey küfür yememe rağmen yine de -kazasız belasız-
buldum davetli olduğum evi.
Kapıyı genç bir kız açtı, sevgiyle sarıldı bana. Araç kullanmanın stresiyle
terlediğim için -biraz da hoş kokulu bu genç kızın kim olduğunu hemen
hatırlayamamam yüzünden tabii- ihtiyatla sarıldım ben. (Ama duygulandığımı
itiraf etmeliyim, lavanta kokusu annemi hatırlatıyor bana.)
Koridora girdiğimde tanıdık bazı yüzler gördüm, birçoğuyla beraber
büyümüştüm -aynı evin içinde. Daha genç olanları hayal meyal hatırlıyordum,
beraber büyüdüğüm insanların çocukları filan olmalıydılar. Çok sıcak
karşılandım, kapıdaki genç kız gibi -nihayet hatırlamıştım kim olduğunu-
sevgiyle sarıldılar bana.
Sadece özel günlerde kullanıldığına emin olduğum salona geçtik. Bana ilgiyle
bakıyor, bir şeyler söylememi bekliyorlardı. Onlara hiç yardımcı olmadım.
Ayak parmaklarıma bakıp somurttum sadece. (Çorap giymeyi akıl edememem ne
büyük aptallıktı!) Altı yedi yaşlarında kıvırcık saçlı bir çocuk da aynı
dikkatle bakıyordu ayaklarıma.
"Tanıdın mı?" diye sordu bir ses çocuğa, "Bu senin amcan!" Çocuk utandı ve
annesi olduğunu düşündüğüm şişmanca bir kadının arkasına saklandı.
Tanımıyordu beni, çünkü neredeyse tüm yaşamı boyunca uzaktaydım.
Tedirgin edici sessizlik. Kendimi bir roman kahramanı gibi hissettiğim
zamanlarda -çok seneler geçti üzerinden- severdim bu gerginlikleri, hatta
bana biçilen rolü bile isteye oynamayıp uzattığım anlar çok olmuştur. Ama
şimdi üzerimdeki ilginin bir an önce dağılmasını, sıradan, günlük
saçmalıkların sohbetimizi baskının daha az hissedildiği konulara
yönlendirmesini bekliyordum sıkıntıyla.
"Çorap yok ayağında" dedi altı yedi yaşlarında kıvırcık saçlı bir çocuk.
Şişmanca bir kadın kafasına parmağıyla vurunca da ağlamaya başladı. Çocuk
ağlamaya başlayınca başka biri onu kucağına aldı ve odanın dışına çıkardı.
Yeniden sessizlik. Ayaklarım çıplaktı, herkes bana bakıyordu ve allahın
belası gerginlik devam ediyordu. Amerikan filmlerinde söylendiği gibi: Daha
iyi zamanlarım olmuştu.
Çay ve kek ikramı yapıldı, çayın nasıl demlendiği ve kekin hangi tarifle
pişirildiği üzerinde uzun uzun konuşuldu. (Baskı biraz azaldı.)
Sonra tuhaf bir şey oldu, tanımadığım biri ayağa kalktı bir anda, elinde
salladığı flash diski herkesin gördüğünden emin olduktan sonra televizyona
taktı. Pür dikkat ekrana bakmaya başladı herkes.
Düşük kalitede bir videoydu. Bir tepe görüntüsü belirdi önce, sonra kamera
amatörce zoom çıktı ve büyüdüğüm ev yerleşti kadraja. Elinden tuttuğu
bir-bir buçuk yaşlarında bir çocukla yürüyen kadın belirdi bir anda -aynı
evde büyüdüğüm insanlardan biriydi- kameraya bakıp gülümsüyordu. Evin önüne
kadar yürüdüler ve onları bekleyen insanların arasına oturdular.
Her şey çok tanıdık geliyordu: Gördüğüm yüzler, sesler, gülüşmeler,
kahkahalar... Ama hiçbirini tanımıyordum aslında, çocukluğun yitirilmiş
cennetiydi gördüğüm şey ve zaten öyle olması gerekiyordu. (Kestik!)
Evin içinde gezinmeye başladı kamera, her şey o kadar tanıdık ve o kadar
uzaktı ki midem bulanmaya başladı, kusmamak için zor tutuyordum kendimi.
Sonra yirmi yaşında bir genci gördüm, biri kamerayı yüzüne doğru tuttu ve o
anda apışıp kaldım ben.
Kameraya bakan gözleri ışıl ışıl parlıyordu ve beni utandıracak kadar büyük
bir takıntıyla saçlarıyla -Roberto Baggio saçı- oynuyordu. Çok zayıftı,
üzerinde bir kot pantolon ve cüssesine göre eğreti duran kalın bir penye
vardı. Sadece benim görebildiğim bir zavallılık akıyordu paçalarından. Bıyık
zannettiği o karanlık, tel tel dökülüyordu. İyi bir çocuktu elbette ama bu
yeterli değildi. (Yıl 1994 ise hiçbir şey yeterli değildir.)
Ahmet Kaya sevdiği belliydi, Yalan Da Olsa adlı şarkısını keyifle
mırıldanıyor, dünyanın aslında güzel bir yer olduğuna ve hayal ettiğimiz her
şeyi gerçekleştirme potansiyeline sahip olduğumuza inanıyordu. (Gençler
aptaldır.)
İzlediğim şeylere daha fazla dayanamadım ve tuvaletin yerini sordum.
Günlerdir yemediğim her şeyi kustum, yüzümü yıkadım, önce çıplak ayaklarıma
(Tanrım ne ahmaklık!) sonra aynada kendime baktım.
Berbat görünüyordum. Artık genç değildim. Başımdan birtakım talihsizlikler
geçmişti. Hala hatırlayamadığım bir cinayete bulaştığım için -çok sarhoştum
o gece- yardım ve yataklık suçundan yirmi yıl hüküm giymiş yedi yılda
çıkmıştım. Ben içerdeyken annem ve babam ölmüştü ve karım -dul karım diyorum
ben ona- beni terk etmişti. Çıktığımda babamın mütevazı mirasını elime
tutuşturmuşlar ve en güzel seçeneğin altıma bir araba çekmek olduğuna karar
vermişlerdi. Bugüne kadar yanlış bir hayat sürmüştüm ama bunu "hep beraber"
düzeltebilirdik. Daha çok görüşmeliydik, bazı sorunlarımız vardı elbette ama
konuşarak ve bir arada olarak bunların üstesinden gelebilirdik.
Salona döndüğümde gösteri bitmişti ama aynı ikiyüzlü ilgiyle karşılandım.
Herkes bana bakıyordu.
Ne söylememi bekliyorlardı!
Sakinleşmek için sustum bir süre ve derin bir nefes aldım: "Bence aile
filmleri yasaklanmalı. Toplanıp yakılmalı hepsi ve itiraz edenlerin
üzerlerine eğitimli kurt köpekleri salınmalı. İnsan haklarını önemsemediğim
sonucu çıkarılmasın lütfen ama bence ısrar ederlerse kurşuna bile -bir
kereliğine tabii- dizilebilirler. Annem ve babam bana çocukluğum boyunca iyi
biri olmamı öğütlediler. Çocukken bu ayrımı yapmak kolay, ya iyisindir ya da
kötüsündür. Her iki sonuç da senin inisiyatifin dışında olduğu için pek kafa
yormazsın bu saçmalıklara. (Öğretmenini çıldırtan bir arka sıra serserisi
düşün okuyucu!) Ama büyüdükçe işler karışıyor ve aldığımız temel eğitim
yetmez oluyor. Şimdi karşıma geçip her şeyi bilenlerin küstahlığıyla beni
sorgulamayı, yönlendirmeyi, içinde boğulduğunuz çukura çekmeye çalışmayı
bırakın artık. Çorap giymeyi unutmuş olabilirim, basit bir dalgınlık bu,
bundan şu saçma sapan hayatlarınız için saçma sapan sonuçlar çıkarmayın
lütfen. Bunu ancak çocuklar yapabilir. Aile filmlerinizi de alın... Hiç
kimse sizin zavallı hayatınızla, şu vıcık vıcık nostaljinizle ilgilenmiyor.
Bu saçmalıkları sadece siz önemsiyorsunuz. Uzak durun benden, çünkü
gerçekten midem bulanıyor. (Az önce kustum, daha fazla kaldıramadığım için.)
Lütfen beni rahat bırakın artık..." Demedim.
"İyi hissetmiyorum" dedim. (Bana uzaydan gelmişim gibi bakıyorlardı.)
"Gitsem iyi olacak."
Altı yedi yaşlarındaki kıvırcık saçlı çocuk dışında herkesle öpüştüm ve
nihayet sokağa çıkabildim.
Araba bana bakıyordu, ben ona bakıyordum. Ne istediğimi bilmiyordum elbette
ama artık neyi istemediğimi biliyordum. Araçtan uzaklaşmaya başladım.
Yürüdükçe üzerimde yarattığı baskıdan kurtulduğumu hissediyordum. Bir süre
sonra görünmez oldu artık ve ben daha iyi hissediyordum.
Bir taksi çevirdim, adresi söyledim ve sigara yaktım. Yalan da olsa,
mutluydum.