ÖYKÜ

Muazzez Uslu Avcı  







ÇOK KİTAPLI KÖY


Köye dışarıdan bakınca, dağın yamacına çizilmiş resim gibiydi. İçeriden bakınca, renklerin sıcaklığı ve fırça izlerinin yumuşaklığını görüyordunuz sokaklarında, tepelerinde, ırmaklarında... Suyun mavisi ile gökyüzünün mavisini birbirinden ayıran dere boylarındaki salkım söğütlerin rüzgârla oynaşı insanın hayatına anlam katıyordu. Dağın eteğine dantel gibi işlenmiş bu köy uzaklardan geçen yolcuların dikkatini çekiyor ve kışkırtıcı bir çiçeğin, arıları kelebekleri çekmesi gibi, köyün içine kadar girip görmeden edemiyorlardı.

Yıllardır bu köyde yaşayanlar için, köyün evleri sahiplerine benzetilirdi. Çağla yeşili gözlü, kiraz dudaklı Hayat Hanımın evi de kendisine bezerdi. Evin giriş kapısı kırmızıya, pencereleri de yeşile boyanmıştı. Hayat Hanımın, eviyle gurur duyar, evin kapısını ve pencerelerini kendisinin boyadığını söylerdi. Hayat Hanım gibi, içinden yaşam fışkıran bir evdi. Ev, mor ve pembe renklerle boyanmış, her penceresinden ve cumbalarından envai çeşit çiçekler sarkıyordu. Hayal Hanım da çiçeksiz elbise giymezdi...

Köyün muhtarının evi de muhtara benziyordu. Evin önünden bakınca iki küçük pencere muhtarın gözleri gibi derin ve karanlıktı. Pencerelerin üstündeki siyah söveleri, kalın siyah kaşlarına benziyordu. Üst katın cumbası burnu gibi yayvan ve biraz da eğri, giriş kapısı ise ağzı gibi iki kanatlı ve genişti. Çatının öne doğru eğimi kafasından hiç çıkartmadığı kasketi andırıyordu. Gri boyası da dökülmüştü ve tüm bu haliyle, sanki gelene geçene soğuk soğuk bakıyordu.

Tabi köyün halkının tüm evlerini tarif edersek bu hikayeye sığmayacaktı. Ayrıca bazı evler vardı ki, sahipleri yüz yıl önce göç etmiş, ya da sürülmüş kavimlere ait olduğu söylenirdi. Köy halkı, o evlerin sahiplerini tanımadıkları için bir benzetmede bulunamıyordu. Bu eski ve dökük evlerin, bilge ve kederli duruşları vardı... İşte bu renkli ve şirin köyün adı Dirlik Köyü'ydü. Dirlik köyü halkı, adı gibi huzurlu ve sakin bir halktı. Herkesin üstüne düşeni yaptığı, dayanışmacı, dostluğu ve arkadaşlığı önemseyen çalışkan ve yaratıcı bir köydü.

Köyün sevilen ve ileri gelen yaşlılarından Halim Bey her gün, köyünün yamacında bulunduğu dağın tepesine çıkıp, etrafı seyretmeyi çok sever ve köyüyle gururlanırdı. Halim bey bir gün gene dağın tepesine çömelmiş yanaklarını ellerinin içine almış, hayran hayran köyünü seyrederken, birden aklına gelen şeyle zıpladı ve ayağa dikilip önünde duran ağacın bir dalını yakaladı, çocuk gibi kendini boşluğa bırakıp, neşeyle sallanmaya başladı. Bir gören olsa ''Halim Amca kafayı yemiş'' diye düşünebilirdi belki ama, onun kafasından geçen şeyin, çocukça sevinç olduğunu anlamakta geç kalmazdı.

İhtiyar Halim Amca,  ''Bu kadar güzel bir köyün hakkında bir kitap yazılmalıydı. Hem kendinden sonra gelecek nesiller, hem başka başka şehirdekiler ve hatta ülkelere kadar ulaşacak bir kitap’’ diye düşündü.

Ama bu işi yapabilecek, sözü ve kalemi güçlü birine ihtiyaç vardı. Yaşlı adamın aklına pıt diye köyde en çok kitap okuyan ve ağzı laf yapan Alim geldi. Sallandığı ağaç dalını bırakarak, dağdan aşağıya doğru yuvarlana yuvarlana indi. Hiç vakit kaybetmeden, köy meydanına doğru koşar adım yürüdü.

Bu işi en iyi Alim yapardı, evet evet, Alim yapardı! Çünkü, Alim hem çok kitap okur, hem de köy halkından farklı düşünüp konuşurdu. İhtiyar Halim, bazen elindeki deftere bir şeyler yazdığına da şahit olduğu Alim'e, sormuştu: ''Hayırdır ne karalıyorsun öyle?''

Alim, ''şiir yazıyorum efendim'' demişti kendisine.

Şiir bilmezdi ama türküleri ezbere bilirdi Yaşlı Halim. ''Türküler de şiirlerden derlenmiyor muydu ki zaten'' diye aklından geçirmiş, fazlaca bir şey sormadan ''İyi yapıyorsun evlat'' demişti.

Bilirdi ki, Alim genellikle köy meydanındaki çınar ağacı altında milleti etrafına toplamış lak lak ediyor veya bir gazetenin üstüne kapanmış okuyordur... Meydana gelince, eliyle koymuş gibi de buldu Alim'i Çınar Ağacının altında otururken.

Sanki az önce aklına gelen fikir kaçacakmış gibi, meydanda gördüğü Alim'e mevzuyu ayrıntılarıyla anlatmadan direkt:

''Alim bu kitabı sen yazmalısın!''

''Hayırdır efendim ne kitabı?''

Yaşlı Halim, heyecanla aklına geleni bir çırpıda anlattı. Alim ve dahi meydanda çınar ağacı altında oturan köy halkı çok heyecanlanıp, hep bir ağızdan:

''Neden olmasın!'' diye yüksek sesle bağırdı.

Yaşlı Halim: '' Tamamdır bu iş Alim, yarın sen şehre git kitap yazmak için kalem kağıt ne gerekiyorsa al hemen başla kitaba!''

Alim, ''Tamam efendim ne demek böyle soylu bir işi yapmaktan keyif alacağım'' diyerek, yaşlı adamın elini öpmek için eğilirken, yaşlı adam da ona alacağı defter ve kalem için vereceği parayı cebinden çıkartıyordu ki Alim, kazayla parayı öptü.

Ertesi gün Alim şehirden kitap yazmak için gereken malzemeleri alıp geldi köye. Evinin arka bahçesindeki dut ağacının altın(d)a, kitap yazmak için hazırladığı kütükten masa ve kütükten koltuğunun üzerine çökerek, hiç vakit kaybetmeden başladı köyün kitabını yazmaya.

Kitaba başladığından beri Alim'i kimse rahatsız etmemeye çalışıyordu. Köy Halkı onun dikkatini dağıtacak ve keyfini kaçıracak hareketlerden sakınıyor, Alim'in evinin yakınından, ayak parmaklarının ucuna basarak sessizce geçmeye çalışıyorlardı.

Yaz bitmiş, yavaş yavaş kış hazırlıkları yapılıyordu köyde, Alim ilk defa bu sene tarlada, bahçede çalışarak bedenen pek yorulmamıştı, fakat kitap Alim'in kafasını epey yormuştu. Yavaş yavaş kitabın sonuna yaklaşmıştı gerçi, yinede bir kaç defa daha kitabı dikkatle okuyup hatalarını kontrol etmek için zamana ihtiyacı vardı. Çünkü bazı cümleler başladığı yerden kendini sürdüremiyor, bu mekandan o mekana sıçrıyordu. Olaylar, bahçedeki dut ağacı altında başlarken, birden Hayal Hanım’ın penceresinden içeri giriyordu. Halim tam cümleyi toparlayıp derdest edip kitabın içine istif etmeye çalışırken, başka bir cümlenin alıp başını gitmesine sinirleniyor ve offf puuff sesleri, dut ağacının serinliğinde uyumaya çalışan köpeğin tek gözünü açıp Alim'e bakmasına neden oluyordu. Köpek, bazen kuyruğunu sallayarak Alim'e moral veriyormuş gibi yapsa da, Alim bir köpeğin taktirini almayı pek içine sindiremiyordu...

Yaşlı Halim, sabah tavukları yemlerken uzaktan sisler içinde gelenin Alim olduğunu anladı. Çünkü, Alim'in yürüyüşü köyde kimseye benzemezdi, sekerek yürürdü.

''Merhaba efendim iyi sabahlar nasılsınız?''

''İyi sayılırım Alim, sen nasılsın bakalım, kitap nasıl gidiyor?''

''Efendim onu haber vermeye geldim kitap bitti''

''Oooo! Çok iyi çok! Hemen yarın şehre git kitabın basılması için görüş bakalım!''

''Tamam efendim yarın hemen giderim''

''Al bakalım şunu yol harçlığın olsun, kitap masrafını öğrendikten sonra hallederiz!''

''Tamam efendim, sağ olun ben gidip hemen hazırlanayım, o halde''

''Peki Alim, sana güveniyorum kitap hakkında. Onun için de sormuyorum ne yazdın ne yazmadın. Ben de tüm köylü gibi merakla okuyacağım zamanı bekliyorum.''

Ertesi gün Alim şehirde bir kaç yayın eviyle görüşür. Kitap hakkında bilgi verir Alim. Ama yayın evleri pek ilgilenmez  ''Bir köyü anlatan kitabın ne değeri olur ki? Sonra kim alır ki bu kitabı, küçük bir köyün nüfusu kaç ki, hepsi kitap alsa bile pek bir kazancımız olmaz!'' gibi, nazlanarak düşüncelerini söylerler.

Alim'in canı sıkılır ama pes etmez. Başka bir yayın evine gidip anlatır bastırmak istediği kitabı.

Yayın evi sahibi: ''İyi de kaç kişi okur bu kitabı?''

''Tüm köy ve komşu köyler hatta köyümüze şarap almak için gelen turistlere bile veririz. Belki turistler ülkelerinde bizim köyü tanıtmak için kitabı dillerine çevirirler, kim bilir?"

Yayın evi sahibi kafasından bir hesap çıkartır. Ayrıca bu gelen turistlerin kitabı ülkelerine götürüp bastırma fikri hiç de hayal değil, gerçek olursa yayın evinin ismi de duyulur. Fena olmaz. Ama gene de ne olur, ne olmaz, işi garantiye almak için biraz para kopartmak gerekir diye düşünür.

''Tamam, bu kitabı basarım ama senden biraz da para alırım''

Alim'in önce kafası karışır.

''Aman efendim hiç göz nurundan para alınır mı?''

''Alınır elbet, ne demek biz burada hayır işi mi yapıyoruz, mürekkepti, kağıttı, emekti...''

Alim, ''Biz bu kitapların karşılığında kimsen bedel filan almadan dağıtacağız. Köylü okuyacak ve çocuklarına anı olarak saklayacak.”

Yayıncı, ''Alınır elbet, sen bu kitabı yazarken emek vermedin mi? Yani kafa emeği, her emeğin bir karşılığı olmalı öyle değil mi? Gerçi bilginin, yazının pek bir değeri yoktur insanların gözünde ama... Kitap yazarak kazanç elde eden pek olmamıştır. Kitaplardan bir ücret almalısın, gene de sen bilirsin... Sen, yazdığın kitabın ücretini alırsın veya almazsın o senin keyfine kalmış. Ama bize kitabın basım maliyetini ödemek zorundasın. Yayın evinin hiç işine yaramaz üstelik. Çünkü sizin köyün hikayesini sizden başka kim okur ki? "

Alim, ''Tamam efendim ben size bu hafta içinde haber veririm'' diye ayrılır kitapçıdan. Ama köye biraz morali bozuk köye döner. Durumu anlatır Yaşlı Halim'e.
Yaşlı Halim de, ''Bu iş olacak ne yapalım, paraysa para'' der ve Alim’e kitabın basılması için gerekli parayı verir. Alim Şehre gider ve kitapçıyla anlaşırlar. Kitap kapağı Köy Meydanındaki Çınar Ağacı ve altından geçen küçük derenin fotoğrafından basılır. Kitabın Adı: ''Bu Köy Benim Köyüm'' konulur.

Aradan geçen 20 gün boyunca köylü meraktan kendini işine veremez: ''Acaba, Alim köylerini yazarken onlardan nasıl bahsetmiştir? Bundan sonra hepsi birer kitap kahramanı olacaklardır artık!''

Yağmurlu bir günde köylüler, köy meydanına gelen kırmızı bir kamyonetin içinden, koli koli inen kitapları heyecanla seyrederler.

Muhtar ve Alim tarafından kitapların kolileri açılır ve köyde yaşayan herkese birer kitap verilir. Köy halkı kitabın kapağını sevmiştir ama ismi pek hoşlarına gitmemiştir ''Bu köy benim köyüm'' de ne demek ''bizim köyümüz'' olsa daha iyi değil miydi?'' diye söylenirler. Fakat ''aman canım n'olacak tabii ki herkesin ayrı ayrı 'benim köyüm' deme hakkı var.'' diye teselli ederler kendilerini.

Akşam olup el ayak çekilince, her evde kitabı okuması için okuma yazma bilen birinin eline tutuşturup, okuyucunun etrafını çeviren ev halkı nefeslerini tutarak okuyucuyu pür dikkat dinlerler.

Kitabın girişi gayet güzeldir, köyün tarihi, dereleri, tepeleri, hayvanları bir güzel anlatılmıştır. Ama kitap ilerledikçe köyde yapılan tüm güzel şeylerin Alim'in sülalesi tarafından yapılmış gibi, tek tek isim isim anlatması, herkesi huzursuz eder.

Mesela kitaptan şöyle bir bölüm aktaralım:

''Bu köyün bu kadar şirin ve farklı olmasında emeği geçen tüm sülalemi rahmetle anıyorum. Köyün bir kütüphanesi olması için benim rahmetli dedem Arif Bey çok emek vermiştir. Kendisi okumuş görgülü bir insandır. (Halbuki köyün bir kütüphanesi olması için tüm köy halkı uğraşmış emek vermiştir) Kitabı dinleyenler araya girip itirazlarını bildirirken, kitap okuyucuları öfkelenirler: ''Hele bir durun! kitabı bitirdikten sonra tartışırız.'' diyerek kaldıkları yerden devam ederler. ''Bu köyün Okulunun yapılmasında benim Amcam Muallim Beyin emeği çok olmuştur. Hatta bu okul, o olmasa şimdi köyümüzde olmazdı. Köydeki üzüm bağlarının daha güzel ürün vermesi için benim dayım Ziraat mühendisleri getirerek bağlarımızın en güzel ürünleri vermesini sağlamıştır. Köylü üzümü sırf yenecek, şırası pekmezi yapılacak bir şey zannederken Benim babam şarap yapımı için tesisler kurdurmuştur. Şimdi dünyanın en iyi şarapları benim köyümden çıkıyor. Babamın sayesinde''

Kitap okuyucuları kitabı okumayı sürdürdükçe köyde her evden öfkeli sesler çıkmaya başlar. ''Ne zannediyor bu herif kendini? Biz tüm köylüler birlikte başardık bunları!''

Ertesi gün tüm köylü meydana toplanıp, köy ve köy halkından çok, Alim'in sülalesini anlatan bir kitap olmasına çok öfkelenirler.

Hayat hanım öne fırlar ve ellerini beline koyarak Alim'i haşlamaya başlar: ''Yazıklar olsun sana! Bu köyde bu zamana kadar kadınlı erkekli hiç bir ayrım yapmadan hep birlikte çalışıp çabaladık. Köyü bir dantel gibi işleyen biz kadınların emeği ne olacak? Bu zamana kadar üzüm bağlarını ekip, bakan, emek veren köy halkının emeği; biz kadınların o üzümlerden güzel şaraplar yapmak için günlerce ayaklarımızla ezdiğimiz üzümlerin şarap haline getirilmesindeki emeği ne olacak? Okuldan, kütüphaneye kadar her şeyde omuz omuza, gönül gönüle vererek yaptıklarımızı sen bir kalemde kendi sülalene mal etmişsin bravo, bravoo!!''

Alim önce kızarır, ama yaptığı ayrımcılığın kasıtlı ve bilerek olduğunu kendisi de bilir. Nedense kitabın kahramanlarının kendi sülalesinden olmasını istemiştir. Çünkü, Alim'e göre bu köyde en zeki kendi sülalesidir.

Kitapta Alim'in sülalesinden başka, bir tek kitabın fikir babası Yaşlı Halim Beyin kitapta adı geçer.

''Bu kitap köyümüzün en yaşlısı Halim Amca'ya ithafen yazılmıştır''

Halim Bey, Hayat Hanım'a müdahale eder, ''dur bakalım bir soru da ben sorayım Hayat hanım! Evet Alim, anlat bakalım Köyün kitabını yazacakken, seni bu ayrımcılığa ve hinliğe iten sebep neydi ?''

Alim'in artık yüzü kızarmaz çünkü o sınırı aşmıştır. Ve kendini savunacak sözleri söyler:  ''Tüm köy halkı bilir ki, en çok okumuş benim sülalemden çıktı. Doktor, mühendis, avukat, hakim, yazar... O yüzden bu köyün bu hale gelmesinde onların fikir katkısı büyüktür, diye düşündüm, efendim."

Yaşlı Halim: ''Haa demek ki, sen bu köyün ortak emeğini yok saydın, Hayat Hanımın da dediği gibi. Sen kibirli bir bakışla fikir verenle emek harcayanlar arasına ayrımcılık soktun. Halbuki yanılıyorsun. Bu köyün tüm halkı hem bilen, hem de eyleyendir. Senin dediğin gibi filanca okulu bitirmek değil mesele. Bu köyün halkının çoğu okumuş, aydın ve emekçidir. Hepimizin katkısı küçümsenemez, kimse kimseden üstün değil bunu böyle bil!'' dedikten sonra ayağını yere vurarak ve parmağını sallayarak ‘‘Bunu böyle bil! '' sözünü bir daha tekrarlar.

Taraflı yazılan bu kitabı köy halkı kabul etmez. Bunun üzerine köyde yaşayan yedi sülale de köy hakkında kitap yazmaya karar verir.

Ve şirin mi şirin Dirlik Köy’de, bu yedi sülalenin beşi, köyü anlatan kitabı yazarlar. Fakat hepsi de köyü anlatırken köyün halkını değil, kendi sülalesinin yaptıklarını anlatırlar. Diğer iki sülale ise, herkes kitabını bastırdıktan sonra yazmaya karar verirler. Kitapların adı, konusu ve kapakları şöyledir:

1. Kitap adı:''Bu Köy Benim Köyümdür''
Kitap kapağı: Köyün meydanındaki çınar ağacı ve altından geçen ırmak fotoğrafı
Kitabın konusu: Alim Sülalesini Anlatıyor.
Baskı yılı: 2001
Yayınevi: Ne olsa basarız.

2. Kitap adı: ''Bu Köy Kimsenin Babasının Malı Değildir''
Kitap Kapağı: Köyün uzaktan çekilmiş fotoğrafı
Kitabın konusu: Selim Sülalesini Anlatıyor
Baskı yılı: 2002
Yayınevi: Ne olsa basarız.

3. Kitap adı: '' Bu Köyün En Eski Sülalesi Biziz''
Kitap kapağı: Köydeki tarihi kazıların yapıldığı bir höyük fotoğrafı
Kitabın Konusu: Hattuşil Sülalesini Anlatıyor.
Baskı yılı: 2003
Yayınevi: Ne olsa basarız.

4. Kitap adı: ''Bu Köyü Kimseye Yedirtmeyiz''
Kitap Kapağı: İstiklal Savaşında bulunmuş Aziz Baba'dan kalan kırık bir süngü fotoğrafı.
Kitabın konusu: Bir Kurt tüm sürüye yeter sülalesi kendini anlatıyor.
Baskı yılı: 2004
Yayınevi: Ne olsa basarız

5. Kitap adı: ''Bu Köy Amozonların Köyü''
Kitap Kapağı: Köydeki kazılarda çıkan bir taşın üstünde ok atan kadınların olduğu kabartma fotoğrafı
Kitabın konusu: Tarih ötesinde bu köyde savaşçı kadınların yaşadığı ve erkeklerin anasını ağlattıkları üzerine.
Baskı yılı: 2005
Yayınevi: Ne olsa basarız.

(6. ve 7. sülalenin kitap çalışmaları ise hala bitmemiş olup merakla beklenmektedir).

Ve böylece köyün eski dirliği kalmasa da kültürel bir patlama yaşar. Köye gelen turistler alıp götürdükleri kitapları kendi dillerine çevirtip bu güzel köyün tanınması için katkıda bulunurlar. Ama köye gelen her turist  ''en iyi şarabı almak için hangi sülalenin kitabını okumuşsa ona gider''

Ve köyde eski düzen kalmaz. Yedi sülalenin ayrı ayrı, şarap imalatı, ayrı dükkanı, ayrı pazarı olur. Artık eski dostluk ve dayanışma kalmamıştır aralarında. Köyün eski güzelliği de yok olmuştur. Ağaçlar kesilip yerine yeni evler yapılmış, dereler kurumuştur. Eskiden ayrı ayrı renklere boyanmış evler artık tek renk ve tek tip olmuştur... Kuşların kulak yırtan sesi yok olmuştur. Değişime tek ayak uyduran karga ve serçelerin sesinden başka kuş sesi duyulmaz. Leylekler ve kırlangıçlar da eskisi kadar gelmiyordur...

dizin    üst    geri    ileri  

 



 14 

 SÜJE  /  otuz ikinci sayı