"Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma"
Tarlabaşı’nın, Pera’nın; Galata’nın hatta İstanbul’un sokaklarını
dolaşırken Melih Cevdet’in bu dizelerini anımsamamanız olanaksız. Bu
sokakları dolaştıkça aslında her adımda yürüdüğünüz bölgenin kültürünü,
insanlarını, yaşam biçimlerini adımlıyor, onların arasında
dolaşıyorsunuz.
Herhangi bir devlet ileri geleni yaşamıyor bu sokaklarda, devletin
buyrukları yaşamınıza girmiyor.. duygularınız, tepkiniz yansıyor sokak
aralarında. Tarlabaşı’ndaki ‘Çatık Kaş’ sokağında örneğin. Herhangi bir
generalin adını okumuyorsunuz sokak başlarına konan tabelalarda ‘Fıçıcı
Abdi’nin adını görüyorsunuz. Abanoz Sokağı’nız yaşamınızdan esintiler
taşıyor, ‘Sakız Ağacı’ da öyle.. Sizin hiç ‘Kadın Çıkmazı’ sokağınız oldu
mu? Tarlabaşı’nda o da var.
Tarlabaşı, Pera, Galata..tüm o bölge yer yer de eğlenceli sokak
adlarıyla, İstanbul’un gayrıresmi tarihine, sıradan sıradan insanın
adını, kültürünü, kimliğini kazıyor. Sadece bu bölge de değil, buradan
yayılarak tüm çevre, komşu bölgelere de varlığını duyuruyor bu sivil
kültür. Örneğin, Beyoğlu’ndan Şişli yönüne gittiğinizde karşınıza çıkıyor
‘Biracılar Sokağı’. Cihangir tarafı biraz şenlikli, ‘Altı Patlar’
sokağındasınız. ‘Gece Kuşu’ Karaköy’e inerken. Gümüşsuyu yönü Türkiye’nin
önemli bir sorununa parmak basıyor: ‘Kültür Çıkmazı’. Herhangi bir devlet
ileri geleninin, bakanın v.b.nin adını hiç görmedim Beyoğlu’nda. Ama
‘Karatavuk’ önemli. O var. ‘Korsan çıkmazı’ Asmalımescid’de sizi
bekliyor. Tarlabaşı’ndan Bankalar Caddesi’ne doğru uzanın. Orada bir
çınarın bir sokağa adını verdiğini görürsünüz. Ama biraz farklı bir
çınar;’Kart Çınar Sokağı’.
Halk sokak adlarına öylesine yaşamını yansıtmış ki Kazancı Yokuşu’nun
çevresinde bir bölge var, genelevlerin bulunduğu bir alan. Oradaki sokak
adları bile insanı gülümsetiyor. Şimdi size söyleyeceğim iki sokak
adından birini duymuşsunuzdur, bir dönem ünlenen bir sokak:’Pürtelaş’.
Diğeri ise sokağın başında kararsızca dikilenlerin kafalarındaki
kaygıları dağıtan cinsinden; ‘Sormagir Sokağı’.
Beşiktaş yönüne doğru sorunlar kendini duyurmaya başlar; ‘Öksüz Çocuk’,
‘Arzu Çıkmazı’ burada. Beyoğlu’nın sokakları kimliğine uygun olarak biraz
daha eğlenceli ve keyfi; ‘Ahım Şahım Sokağı’ ve ‘Merkep Bağırtan Sokağı’
gibi. Çukurcuma tarafında ‘Taktaki Sokak’, Kasımpaşa’da da ‘Yaşmak
Sıyıran’ adını tarihe kazıyanlardan. Bu arada Galata yönündeki ‘Tomtom
Kaptan Sokağı’nı da unutmayalım. Ama nedense ‘Eğlence’ sokağı Beyoğlu’nda
değil, Arnavutköy’de.
İlginç sokak adları aslında sadece bu bölgeyle sınırlı değil. Geçen
bölümde de söylediğim gibi bu bölgeden yayılan Osmanlı dışı kültür
İstanbul’un geneline de egemen olmuş, il genelini etkilemiş durumda.
‘Çıban başı’ olduğu için Tarlabaşı’ndan başlayıp, Taksim’e, Gezi Parkı’na
varana dek yok etmeye çalışıyorlar ya burayı. Elebaşı buralar çünkü.
Öyle bir elebaşı ki etkisi taa Fatih’e dek uzanıyor. Örneğin, Fatih’te
bir sokağın adı ‘Huri Sokağı’. Şaşırmadınız değil mi? Doğal geldi. Ama
biraz şaşırın; ‘Şarap Sokağı’da Fatih’te.
Buradan yayılan aykırı kültür bir mikrop gibi tüm İstanbul’u etkisi
altına alıyor ya, şimdi biraz bölge dışına çıkalım. ‘Boyacı Ahmet’i tanır
mısınız, ben tanımam. Hiçbir İstanbullunun tanıdığını da sanmıyorum. Ama
her kimse Cağaloğlu’nda sokağı var. Üstelik ünlü bir sokak. 12 Mart
döneminde birçok aydının uğrak yeri olan Nuri Bey işhanı bu sokakta.
Sabahattin Eyüboğlu, 12 Mart’ta bu sokaktan, bu işhanından alıp
götürüldü. Bırakıldığında ise kalp krizi geçirerek öldü.
‘İbrahim’ de kimdir nedir bilmem. İstanbul’un İbrahimlerinden biri. Asker
değil, şehit değil, Uzun Hasan gibi bir sıfatı da yok. Alelâde bir
İbrahim işte. Belki yaşadığı sürece hiçbir malı mülkü olmadı. Ama sokağı
var. Kadıköy’de, iskelenin tam karşısında cadde kıyısında.
Özelde Beyoğlu ve çevresinin genelde İstanbul’un sokak adlarını
incelediğimizde halkın kendi yaşamını kendi düzenlediğini görürüz. Devlet
girememiştir bu sokaklara, belediyeler karışamamıştır. Sokak adlarını
halk kendi koymuştur. Devletin ya da belediyelerin koyduklarını da
benimsemeyerek kendi bildiğini okumayı sürdürmüştür.
Alın size somut bir örnek, şimdi size Kadıköy’de General Asım Gündüz
Caddesi’ni sorsam bilir misiniz? Doğma büyüme kaç İstanbullu bilir? Bu
resmi adı çoğu kişi bilmez. Ama oraya halkın verdiği adı şimdi
söylediğimde İstanbullu olmayanlar da hemen bilecekler; Bahariye Caddesi.
Aslında sokaklardan gidiyoruz da İstanbul’un tüm cadde, semt adları da
bir alem…Düşünsenize, koskoca semtin adı Cumhuriyet değil, general ya da
başbakan bilmem kim değil, Kenan Evren hiç değil; Tarlabaşı işte.
Tarlanın başı, ötesi var mı? Diğerleri de çok mu farklı?
Fener-bahçe..sanki Dikilitaş’la yarışır gibi ‘Beşik-taş’.
Bu arada az yukarıda Cağaloğlu’na girdik ya, şimdi yine oraya dönelim.
Cağaloğlu’nda yıllarca yayınevlerinin, gazetelerin, dergilerin
kitapçıların, dağıtım evlerinin bulunduğu yerin adı Babıali’dir. (Şimdi o
eski güzellik kalmadı. Her biri bir yere dağıldı.)Osmanlıdan kalma
azametli ve buram buram iktidar kokan bir ad. Ancak bir dönemler benim de
az sürtmediğim bu bölgeye, orada yaşayan gazeteci ve yazar takımının
kendi aralarında verdiği ad ‘Bizim Yokuş’tur. Hani ‘manidar’ bir ad.
Gazeteciliğin ve yazarlık yaşamının yokuşluğunu anlatması açısından. Bu
bölge, Ankara’daki Rüzgarlı Sokakla eşdeğerdir. Rüzgarlı’da da eskiden
gazete ve dergi bürolarının çoğu oradaydı. Anlayacağınız; her iki adı
birleştirdiğinizde Türkiye’deki yazarlık ve gazeteciliğin önemli bir
sorununa parmak basarsınız farkında olmadan: ‘Bizim Rüzgarlı Yokuş.’
Sokak gezilerimize önümüzdeki bölümlere döneriz. Biz gelelim yeniden
Tarlabaşı’na, Beyoğlu’na, Galata’ya.
1964’te Rumların sınırdışı edilmesinin ardından Tarlabaşı bölge içinde
bir tür üvey evlat olarak itilmiştir. Hiçbir yatırım oraya yapılmamış,
hatta kültürel etkinlikler, kültür mekanları da nedense o bölgeyi
dışlamıştır. Bu da düzenin ekmeğine yağ sürmüştür. Zamanla bölge,
mafyanın denetim alanına girmiştir. Öyle bir denetim ki, orada yuvalanan
mafya, Beyoğlu’nun tüm rantını da ele geçirmiştir. Yani dışlanan
Tarlabaşı, bir tür bu yöntemle intikamını almaya koyulmuştur. Bölge, 80
başlarında önce ‘faşist mafyanın’ yuvalandığı yer olmuştur. Ardından
onlar yıkılmış, bu kez de 90’dan itibaren Kürt mafyasının eline
geçmiştir. Mafyanın kullandığı sokak çocukları burada barınmış; Beyoğlu
geneli, midyecilere varana dek parsellenmiştir. Burada önemli bir
noktanın altı çizilmelidir. Mafyanın eline geçmesinde en önemli pay, o
bölgeye, Doğu illerinden zorla göç ettirilen Kürt yurttaşların bu bölgeye
yerleşmeye başlamasıyla olmuştur. Hani şimdi de ‘zorunlu göç’ gündemde
ya..aklıma geldi işte..yazıverdim.
Sadece Tarlabaşı değil, bölgeyi bir bütün olarak değerlendirmiştim. Çünkü
yıkım ayrı ayrı yapılıyor görüntüsü altında tüm bölgeyi yok etmek
amacıyla yapılıyor.
Tarlabaşı sorununda da böyle oldu. 1870 yangınına dek Tarlabaşı tüm
farklı kimliklerin yaşadığı, etnik mozaiğin renklendirdiği seçkin bir
semtti. Ardından geçen bölümde de söylediğim gibi Beyoğlu belediyesinin
kurulmasıyla bölge bir kenara itildi. Ve gitgide toplumun yoksul
kesiminin, itilmişlerin yaşadığı bir yere dönüştü. Ama iş Tarlabaşı’yla
kalmadı. Önce Varlık Vergisi’yle tüm Pera, Galata yerle bir edildi,
bölgedeki Rumlar başta olmak üzere tüm azınlıklar sürüldü. Ve hemen
ardından 6/7 Eylül olayları yüz karası olarak alnımıza yapıştı.
Şimdi de aynısı oluyor. Önce Tarlabaşı yıkıldı, hemen ardından Beyoğlu,
Galata hattının tüm eğlence mekanları, kültürel yapıları yoğun bir baskı
altında kapanmaya zorlandı. Taksim Meydanı tanınmaz hale getirildi. Gezi
Parkı’na varana dek, bölge tümden temizlenmeye başlandı. Başarılı da
oldular. Siz bakmayın Gezi Parkı’nın şimdilik kurtulduğuna. Taksim artık
tüm özelliğini yitirmiş bir beton yığınına dönüşmüş, betondan bir alan
konumunda.
Taksim’e yeniden yapılması düşünülen ‘Topçu Kışlası’ da bu yıkımın bir
parçası. Topçu Kışlası, 1908’de ilan edilen Meşrutiyeti sonlandırmak
amacıyla 1909’da başlatılan şeriatçı ayaklanmanın merkezi.
Geçen bölümde Demirtaş Ceyhun’un "Fatih İstanbul’u Türkleştiremedi"
dediğini yazmıştım. Ben de eklemiştim, Osmanlılaştıramadı da. Çünkü Pera
bölgesi, Avrupa’yla da olan yakın bağlantısı nedeniyle Bölgenin hatta tüm
İstanbul’un muhalif kalmasını sağlıyordu. 1909 ayaklanması bastırıldı,
bölgenin zaferiyle sonuçlandı. Şimdiyse o defter yeniden açıldı. 1909’un
hesaplaşması yaşanıyor. Tarlabaşı benim için bu nedenle önemli. Şimdiye
dek tüm yapılanlar Tarlabaşı’yla başladı, tüm bölgeye yayıldı. Şimdi de
aynısı yapılıyor. Algı yönlendirmesine kanarak Tarlabaşı’nı gözden
çıkarmak demek tüm o bölgeyi yitirmek demek. O bölge kaybedilirse de
İstanbul gider.
Gerçi tüm Anadolu’da geçerli bir durum ama özellikle, yoğunluklu olarak
İstanbul tarihinde iki olgu göze çarpar. Meydanlar ve çıkmaz sokaklar.
Meydanlar her zaman iktidarlarındır. İktidarların gövde gösteri, kendi
güçlerini gösterme alanıdır. Eski dönemlerde darağaçları meydanlarda
kurulur. Ve…çeşmelerin çoğu meydanlardadır. Dikkat edin, Osmanlı
dönemindeki hiçbir çeşmenin başında açma-kapama musluğu bulunmaz. Bunun
nedeni, teknik olarak ‘yapamamak’ değil elbette. Birbirinden sanat
şaheseri niteliğindeki kapı tokmaklarıyla zengin bir uygarlığın
çeşmelerin başına kapama tıkacı yapamaması söz konusu olamaz. Özellikle
olmaz. Ve suların sürekli olarak, gürül gürül akması sağlanır. Çünkü su
bereketin yani gücün simgesidir. Osmanlı’da hemen her meydanda bulunan bu
çeşmeler erkin, gücün bir gözdağıdır. Meydanlarda devlet ben buradayım,
diyor.
Sokaklar ise halkındır. Burada da bir başka ‘simge’ gözümüze çarpar,
çıkmaz sokaklar. Ve nedense her iktidar çıkmaz sokaklardan nefret eder.
Bu Osmanlı’da da böyleydi, günümüzde de böyle. Hatta bulunduğunuz kentin
belediyeleri çıkmaz sokakları yıkmayı kendine iş edinmiştir. Çünkü çıkmaz
sokaklar, meydanlara, yani devlete, iktidara giden yolu tıkar. Sokaklar
aşılmalı ki iktidara, meydanlara ulaşsın. Bu nedenle her iktidar her
çıkmaz sokağı yıkmak ister.
Bir başka deyişle nasıl çeşmeler iktidarın güç simgesiyse, çıkmaz
sokaklarda halkın sığındığı, kendilerince iktidarlardan korunduğu,
kendinden olmayana kapılarını kapatan,dışlayan bir gizli kaledir.
İstanbul çıkmaz sokaklarıyla ünlüdür. Tarlabaşı’nda da bol bol
görürsünüz/görürdünüz çıkmaz sokakları.
Tarlabaşı ise benim için başlı başına bir 'çıkmaz semt’dir.
Önümüzdeki bölümlerde de sokaklara devam. Camus’de aynı görüşte: