ÖYKÜ

Melek Ekim Yıldız   







Durakta...


Sokağı boylu boyunca inince görünür olan durağa diktim gözümü. Boştu. Ya otobüsü kaçırmış ya da – nihayetinde – ondan önce davranmayı başarmıştım. Göğ’ün sıkıntısının farkında ama yine de neşelenmekten kendimi alamayarak caddenin karşı tarafına yöneldim. Görünürde hiç araç yoktu, sağa sola bakma gereği duymadan, biraz da sallanarak geçtim karşıya. Otobüsü kaçırdıysam kötü, diye düşündüysem de herhangi bir şeyi kaçırmadığımı biliyordum. Otobüsün beş dakikası vardı hesaplarıma göre. Kadının? Geç kalmıştı? Yoksa gelmeyecek mi? Tam gününü buldu, dedim kendi kendime. Ondan önce orada oluşumun boşuna bir sevince dönüşmesi canımı sıkardı. Olasılıkları sıraladım. Önceki otobüse binmiş olabilir, uyuyakalmış veya hasta olabilir. Hiçbiri olmasa iyi olurdu. Bu kez ben, görünür olur olmaz onun durağa doğru gelişini izleme arzusundaydım.

Durağı ve bu saatteki otobüsü haftada iki gün kullanıyordum ve yaklaşık bir yıldır kadın da oradaydı. Sokağın başında görünmemle hiperaktif yürüyüşüne ara verip durup yanına ulaşmamı bekler, bu sırada da o rahatsız edici bakışlarını üzerime kilitlemiş olurdu. Bakışları, şimdi başımı kaldırdığımda gördüğüm göğ’ün sıkıntısına çok benzerdi ve onun bu hali, bir sabah tedirginliği olan varlığına eninde sonunda alışmamın önüne geçerdi. Durakta karşılaşmaya başladığımız ilk günlerdeki günaydın’larımı cevapsız bırakışına artık aldırmıyordum. Günaydın’ı filan bırakmıştım tabii, epey oluyordu. Bakışlarındaki karanlığın nedenini düşünerek uyuyakaldığım geceler de yok değildi hani. Bir önceki veya bir sonraki otobüsü tercih etmek mümkünse de; artık bilinçli mi yoksa bilinçsizce mi olduğundan çok da emin olmadığım bir inat, haftanın aynı günleri hep aynı saatte durağa yöneltiyordu beni. Şu sabaha kadar, hemen her sabah benden önce durağa inmiş ve histerik voltasına başlamış oluyordu. Ne oldu ki bu kadına, diye düşünürken bir yandan da hızlıca saatime göz attım. Bir iki dakikası vardı, artık gelmeliydi.

İnsanların yaşlarını tahmin etme konusunda pek de iyi değildim. Bazı sabahlar gözüme orta yaşlı görünüyor, bazen de göründüğünden daha yıllanmış olduğunu düşünüyordum. Simsiyah boyadığı saçlarını daima tepesinde topluyor, her mevsim koyu renkli takımlar ve ince topuklarının çıkarttığı seslerle beni delirten siyah ayakkabılar giyiyordu. Nedense, hukukçu olduğunu düşünmüştüm. Muhtemelen de yargıç. Onaylamamaya hazır yargılayan bakışlarının bu tahminle ilgisinin oldukça yakından olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Bedeninden yayılan gerginlik, hiçbir mevsim aşırılığının engelleyemediği sabahın güzelliğine çekilmiş geçici bir perde gibiydi ve sinirimi olması gerekenden fazla bozuyordu. Uzaktan gelişimi fark etmesiyle, durağın çevresinde yaptığı gereksiz ölçüde tempolu yürüyüşüne ara veriyor; durup izlemeye başlıyordu. Bende hoşlanmadığı bir şey olduğu belliydi. Belki saçlarımı sevmiyordu belki de giydiklerimi. Ya da başlı başına olduğum halimle ‘ ben ‘ tümel bir hoşnutsuzluk nedeniydi onun için. Durağa ulaşmamla ara verdiği yürüyüşüne geri dönüyor, otobüs durağa yanaşana dek, hiddetli olduğunu düşündüğüm adımlarıyla topuklarını tıkırdatıyordu. Otobüs geldiğinde geride durur önce onun binmesini beklerdim. Öne atılışında, bunu kendinde hak görmenin dikliği olurdu. Zaten boş olan otobüse belirgin bir aceleyle biner ve ön sıralardaki tek kişilik koltuklardan birine yerleşirdi. Ardından otobüse bindiğimden, onun arkasındaki koltuklardan birine yönelirken son kez göz göze gelir, elle tutulur bir olumsuzluk yayardık. Metro istasyonuna ulaşana dek yol boyu, koltuğunda oturuşunun dikliğine, kafasının arkadan görünüşündeki sabitliğe bakardım. Bahçeleri rengârenk çiçeklerle, yemyeşil ağaçlarla dolu evlerin önünden geçerken bir kez bile başını çevirip oralara baktığını görmemiştim. Ne baharla albeni kazanmışlıklarına, ne son baharın kızılımsı hüznünü taşıyışlarına, ne de kışın karasına tezat karla kaplanmışlıklarına bakardı. İstasyona kadar başını milim kıpırdatmaksızın öylece otururdu koltuğunda.

Göğ sıkıntılı. Demiştim önceden de. Gün boyu güneşe geçit vermeyecek, hatta fırsatını bulursa şiddetle indirecek gibi. Severim böyle havaları da, kadının hala ortada görünmeyişinden midir, tadını çıkarasın yok gibi. Artık zamanıdır, otobüs her an gelebilir. Kadın yok. Sert siyaha boyalı saçları yok. Koyu renk etek – ceket takımı yok. Topuk tıkırtısı hiç yok. Uykuya kalmaz öyle biri. Hasta mı? Niye huzursuzlandın şimdi diye söyleniyorum kendime, yoksa yok. Daha iyi ya. Bedenimde yükselen gerilimin ne denli şiddetli olduğunu, otobüs durağa yanaştığı için durmak zorunda kaldığımda fark ediyorum. Kaç dakikadır volta atmakta olduğumu hesaplayacak halde değilim. Otobüs hareket ettiğinde henüz oturmamış olduğumdan görebiliyorum, kalkışını durduramadığı otobüse yetişmek için koşuşunu. Zihnimde onunla bütünleşmiş olduğunu hayretle fark ettiğim koltuğa geçip oturuyorum. Gülümsediğimi görecek kimse yok.



içindekiler   
üst    geri    ileri   




  4