ÖYKÜ

Handan Altın  



 



BAK HÂKİM BEY!


“Bak Hâkim Bey, beni iyi dinleyin, ben deli değilim! Tut ki deliyim, ne olacak şimdi? Delilerin derdini anlatma hakkı yok mu?”

“Anlat Sayın Deli, pardon Sayın Hanımefendi. Lütfen kusura bakmayın, dil sürçmesi.”

“Önemli değil Sayın Hâkim, ben alışkınım böyle şeylere. Hem ‘Sayın Deli’de kulağıma çok hoş geldi biliyor musunuz? Sayın Deli… Hah ha ha ha…”

“Lütfen ciddi olun hanımefendi, mahkeme karşısında olduğunuzu unutmayın!”

“Ah!Kusura bakmayın Hâkim Bey. Ben de zaten bu yüzden buradayım ya. Son zamanlarda bana bir şeyler oldu. Bir türlü ciddi olamıyorum. Oysa ben çok ciddi biriydim, ne oldu bana anlamadım. Durmadan saçmalıyorum. Suç üstüne suç işliyorum, ceza üstüne ceza yiyorum ama yine de bu huyumdan vazgeçemiyorum.Vallahine yapacağımı şaşırdım! Baktım olacak gibi değil; şikâyetler, mahkemeler, psikiyatri klinikleri, psikologlar etrafımı sarmış… Dur dedim kendime o zaman, dur Suzan,bu işte büyük yanlışlıklar var, tam da şimdi tersine bir şeyler yapman lazım ama ne? Ev hapsinde olduğumuz bir gün,hani sizin de hapis olduğunuz günlerden biri;şu gözünü sevdiğim virüs var ya onun herkesi içeri tıktığı günlerden biri. Dedim ki Suzi önce bir dur, bir hoş geldin de. Sonra kahveni yap, yanına bir sigara tellendir. Otur balkonuna, karşıdaki dağlara bir bak… Uzun uzun bak, öyle aceleyle değil... Aldırma sen bu defa soğuk havaya, iyice bir bak dağa. Sonra da uzun uzun düşün, acele etme.Deki:Bu dağ niye büyük diğerlerinden?”

“Eee uzatma hanım! Bakıyorum da dosyan dağ gibi olup taşmış maşallah. Sen bu dosyayı nasıl böyle dağ gibi yaptın, asıl onu anlat.”

“Ne dosyası be, sen daha dosya görmedin!”

“Bir şey mi dediniz Suzan Hanım,duyamadık da sesinizi?”

“Ahhh Hâkim Bey, işte ben de ondan buradayım ya! Sessiz sedasız her denileni kabul eden, dertlerini zevk edinen, hizmette kusur etmeyen Suzan var ya…”

“Eee anlatın lütfen, neden sustunuz?”

“İşte o sessiz Suzan, bir de baktım yavaş yavaş deliriyor. Kardeşleri aradığında eli hep yüreğinde, bu defa ne oldu acaba diye! Onları artık panikle değil, büyük bir panikle dinliyor. Her defasında, ya sabır demekten kafayı yeme aşamasında. Tırnaklarını kemiriyor, tir tir titriyor, yer yer derisi alaca alaca açılmaya başlıyor…Bütün bedeninde bir ağrı bir ağrı ki sorma. Bu arada dokuz kardeşin ikisi sizlere ömür. Ama iyi ki gittiler be! Onlardan yediğim dayak var ya… Vallahi billahi, affedersiniz hani eşek yükü derler ya işte onun gibi.”
“Kaç kız kaç erkek erkektiniz Suzan Hanım?”

“Dört erkek beş kız Hâkim Bey. Ben kızların en küçüğü olurum. Anamı da sayarsak, bizim evde altı kadın…”

“Maşallah hiç boş durmamış sizinkiler. Allah bilir birkaçı da bebekken ölmüştür.”

“Bak Hâkim Bey,gülümsüyorsun, içinden ne dedin bilmiyorum ama dayak bizde terbiye sopası. Çaresizliğin en güzel çaresi. Neyse ben anamdan, ablamdan, ağabeylerimden dayak yedikçe evli ablama sığınmak zorunda kalırdım bir zamanlar. O da beni azarlar dururdu. Her seferinde, akıllı ol akıllı, neden beni değil de seni dövüyorlar derdi. Beni hiç dinlemezdi bile. Ona göre bir kabahat işlemiştim ki dayak yemiştim. Dik başlı, inatçının biriymişim. Biliyor musun Hâkim Bey, babam varken evlenmişti ablam, hem de telli duvaklı. Sırf güzel diye vallahi, okuması yazması bile yok. Bir akraba aracılığıyla işte. Melek gibi bir koca. Paraya pula ihtiyacı yok. Okumuş, kültürlü adam. Ama bizimkilere bir türlü laf anlatamadı gitti. Ya ne istiyorsunuz bu zavallı kızdan dese, her biri bir taraftan laf yetiştirir, sonunda o da mecburen susardı. Cahillerle baş etmek çok zor diyordu. Onlara kalsa hayat üniversitesi mezunlarılar ya bilmedikleri şey yok…”

“Ne yapıyordun da seni dövüyorlardı?”

“Bak Hâkim Bey, siz de aynı soruyu soruyorsunuz. Bir kere ne olursa olsun kimse sizi dövemez, buna hakları yok, demeniz gerekmez miydi?”

“Orası öyle de neye kızıyordu ağabey, abla, anne? Hem kim olsa sorar canım. Neden siz?”

“Benim büyüğüm Sevil’i de dövüyorlardı. Zaten Zuhal ablam da bu yüzden kaçmıştı ipsiz sapsız bir adama. Dedim ya, terbiye bir nevi tımar. Ya deli atları nasıl evcilleştirmişler, işte öyle bir şey. Aman neyse ne işte…”

“Peki babanız?”

“Ah Hâkim Bey ah! Babam erkenden bizi bırakıp diğer tarafa göçmeseydi, bugün benim burada ne işim olurdu ki! Ben o zaman on dört yaşındaydım, büyük ağabeyimin başımıza baba kesildiği gün. Küçüğü de yardımcısıydı. Ne giysem ne söylesem kabahat. Bir arkadaşıma gideyim diye dışarıya çıkmam en büyük kabahat.Sizin anlayacağınız kabahatler kanunu işlemeye başlamıştı bizim evde. Ablam Zuhal kaçınca, Sevil her defasında dayak yememek için başını bağladı, eteğinin boyunu uzattı. Kur’an kursuna gitmeye başladı. Ondan biraz el etek çektiler. Ama ben ne Sevil’in ne de Zuhal ablamın yaptığını yapacaktım.Bir gün buralardan kaçıp gidecek olsaydım, iş bulup çalışmak için büyük bir şehre kaçacaktım. Hani ayakları üzerinde durmak dedikleri şey var ya, işte onu başaracaktım. İnsanlar güzelliğime ya da giysime değil, yaptığım işe bakmalıydılar. Nenemin, ‘Oğul güzelliğe güvenmeyin, o gelir geçer; yere sağlam basın ki yıkılmayasınız,’ sözü hiç aklımdan çıkmıyordu. Ben de nenem gibi düşünürdüm hep.Aslında nenem suçlu Hâkim Bey. Kendime güvenmem gerekirdi, ama nasıl? O konuda akıl verdiğini hiç hatırlamıyorum.”

“Peki, okula neden gitmedin? Ortaokul terk görünüyorsun.”

“Terk etmedim Hâkim Bey, terk ettirildim. Asıl benim evim orasıydı.Neymiş, çok havalıymışım, it kopuk beni rahat bırakmazmış. Katil mi olacaklarmış benim yüzümden? Katilim olduklarının farkında değillerdi ki Hâkim Bey.”

Avukat o ana kadar sessizce dinliyordu. Onun gözünün içine baktı, onay aldı bir kez daha. Konuşmasına devam etti Suzan.

“Ben de ne yaptım biliyor musunuz Hâkim Bey? Evimiz dedikleri o cehennemi en sonunda terk ettim. Okuldan arkadaşım olur Mürşide, dert ortağım aynı zamanda. Bazen onu okuldan almaya ağabeyi gelirdi. Beni de evin yakınına kadar getirip bıraktıkları olurdu. Yakışıklı bir genç, askerden yeni gelmiş ve altında güzel bir araba… Nenem kusura bakmasın ama ben işte ona kaçtım. Neden diye soracak olursanız, mesele araba ile yakışıklılık değildi… Vallahi de değildi. Dedim ya nenem gibi düşünüyordum. Ama artık dayanacak gücüm kalmamıştı, inanın kalmamıştı. Sevgili aileme haber vermeden komşuya çay içmeye gittim, onların yaptıklarını komşuya anlatıp anlatıp ağladım, zırladım diye ağabeyimden adam akıllı dayak yedim. Üstelik ön dişlerimden biri kırıldı. Düşünsenize, bir genç kızın ön dişi… Kırıktan çok yüreğim acıdı Hâkim Bey. Ölseydim keşke dedim o an, ama olmadı. Mürşide duymuş, haber saldı bana, ağabeyi kaçırmak istermiş beni. Lafı uzatmayayım Hâkim Bey, siz olsanız ne yapardınız, kaçmaz mıydınız? Ben de Mürşide’nin, arabası güzel, yakışıklı ağabeyine kaçtım.”

“Kaçtınız sonuçta?”

“Evet, kaçmak suçsa kaçtım Hâkim Bey. Bizimkiler de evi toparlayıp İstanbul’a kaçtılar. Pastaneyi de aceleyle birilerine devretmişti ağabeyim. Anlayacağınız benim yüzümden onlar da topluca kaçtılar İstanbul’a. Vah zavallı İstanbul vah! Oysaki en çok ben istiyordum İstanbul’a gitmeyi. Keşke ben kaçabilseydim yalnız başıma. Neyse kısmet böyleymiş diyelim. Uzun zaman hiç kimse benimle konuşmadı, aramadı sormadı. Buradaki evli ablam da bana sahip çıkmadı. Oysa kaçtığım adam varlıklı, nüfuzlu bir adamın oğluydu, daha ne istiyorlardı ki? Hem eksik etekleri de kendine bir yuva bulmuştu. Zuhal ablası gibi onları rezil rüsva edecek birine kaçmamıştı ki!”

“Eee sonuç ne oldu peki?”

“Bilirsiniz bu işleri Hâkim Bey, önce imam nikâhı, sonra yaş büyütme, kendi rızası falan…”

“Ben anlamam öyle kanunsuz işlerden. Sonra ne oldu?”

“Koca evinin de bir zaman sonra baba evinden farklı olmadığını anladığımda iş işten geçmişti artık. Bebek bekliyordum. Kısaca anlatayım kafanız şişmesin. Şöyle ki; birinci bebeğim kızdı Hâkim Bey. Bildiğiniz kız çocuğu. İkinci ve üçüncü de kız… Kızdı tabii bizimkiler de kızlar doğdukça. Nihayet dördüncüde… Dördüncüde tutturmuştum oğlanı Hâkim Bey. Ağalık, babadan oğula geçecek ya. Ben de ağamın anası Suzan Sultan olacaktım. Evin oğlu da bir tane olunca. Oğlanı bulana kadar doğurmak da bana düştü anlayacağınız. Bir oğulları daha vardı, ama o Amerika’ya gidip dönmeyince evlatlıktan reddetmişlerdi.”

“Sen asıl niye kendini şikâyet ettin hanımefendi onu anlat, şimdi de bizi Amerika’ya götürme!”

“Tamam Hâkim Bey.Bak, hanım olduğum doğru. Efendi efendi birçok şeye boyun eğdiğim de doğru. Suzan hanımefendi daha uyanmamış, diye gelip kapımın önünde yüksek sesle söylenen kayınvalide de hanımefendiydi, o da doğru. Ha pardon doğru değil, o Hanım Ağa’ydı. Hanım Ağa diyordu ona herkes. Ben de tabii. Sizde kaynanaya ne denir Hâkim Bey bilmem, ama bizde Hanım Ağa’ydı kaynana. Kayınpedere de Mehmet Ağam, derdi herkes. Benim İsa sözde İsa Ağa olacaktı, ben de Hanım Ağa. Tabii bizimkiler rahmetli olurlarsa. Anası dudak bükerdi İsa’ya sizden adam olmaz diye. Hâliyle ben de dahil edilmiş olurdum o adam olamamak işine.”

“Eee, ağa gelini olmayı sen istemişsin.”

“Ben istedim Hâkim Bey, sabah beri anlatıyorum ya, ben istedim ben, ben! Kaynanam sabah namazıyla uyanırdı rahmetli. Şey… Aslında zahmetli. Hiç demezdi ki gece yarılarına kadar içip içip gelen oğlumun kusmuğunu temizledi zavallı. O sevdikleriyle gününü gün ederken, Suzi küçük bebeğine, ağlayan çocuğuna baktı. Evin her işini o yaptı. Hizmetli artık yaşlandı. Kayınpeder, kızım hadi git yat, demedikten sonra ayakta duracak hâli kalmayan Suzan gidip yatmazdı. Ölüm uykulu Suzi, neden erkenden kaldırmaz ki o kıç… Pardon Hâkim Bey ağzımdan kaçtı. Kaçmıştım ya ben onun oğluna, işte bu yüzden değersizdim onun gözünde. Her seferinde fırsat buldukça lafı sokardı gediğime Hâkim Bey. Malagan derdi arada bir bana. Sarışın, iri yarı, mavi gözlü olunca. Beğenmezdi ailemi. Oysa benim babam, zamanında tüccarmış biliyor musunuz? Sonrasında da Tüccarlar Kulübü’nü bile açmış. İlk defa bizim küçük şehrimizde kulüp, düşünseniz ya… Kelli felli üye olmayanlar giremezmiş kulübe. Valla bakın, sizin gibi çok değerli hâkimler de gelip yemek yerlermiş orada. Takım elbiseli, kibar bir adamdı babam üstelik. Ağız mızıkası vardı, keyfi yerindeyken çalardı. Zeki Müren şarkıları bile söylerdi. Ne yapacaksın Hâkim Bey, bu zamanda ağa olmak varmış. Anlatsam da dinlemezdi kaynanam, inanmıyordu çünkü anlattıklarıma. Biz başka şehirden geldik ya buraya…”

“Kızım, bak daha anlatmadın. Neden mahkemeyi bu denli meşgul ediyorsun, onu anlat bakalım. Bunca yıl hâkimlik yaptım, kendini şikâyet eden bir sanığa ilk defa rastlıyorum. Üstelik hem tanık hem de sanık…”

“Doğrudur, koskoca hâkim yalan söyleyecek değil ya. Kusura bakmayın, elimde değil,hep yanlış konuşuyorum işte. Bana kızmadınız değil mi Hâkim Bey? Bir de hep kaçıyorum nedense. Bu defa da çocukları alıp Bursa’ya kaçtım Hâkim Bey. Komşumun ablası avukatmış orada. Ona telefonda olanı biteni anlattım. Takılarımı satmış, harçlığımı biriktirmiştim. Ev tutuldu. İş bulundu. Çocukların en büyüğü on beş yaşında. Taksi tuttum, bir gece yarısı kaçtık çoluk çocuk. Sonra saklandık biraz. Bizimkiler deliye dönmüş. Mektup bırakmıştım İsa’ya. Çok aracılar geldi gitti. Olmaz dedim, asla olmaz! Çocuklar da zaten bıkmışlardı kavga kıyametten; gözü yaşlı analarından, gece gelip kavga çıkaran babalarından. Mehmet Ağam, kaçan gelinden hayır gelmez, boşa gitsin oğlum deyince boşandık şükür ikinci mahkemede.Sağ olsun Avukat Hanım benden para da almadı. Üstelik kadının arabasına bomba da koydurmuş benim işe yaramaz kocam. Gözdağı vermek işe yaramadı tabii. Sağ olsun Avukat Hanım desteğini hiç çekmedi benden. Gerçekten eli öpülesi kadın şu bizim Avukat Deniz. Zaten benim gibi zor durumdaki kadınlara yardım eden bir avukattı. Kaç tane böyle avukat var bilmiyorum, ama inşallah çokturlar.”

Başını önüne eğmiş sessizce dinliyordu Avukat da...

“Asıl boşanınca başlar düğün bayram. Sonra ne yaptınız Suzan Hanım?”

“Bana iş ayarlayan da Avukat Hanım’dı. Ağa gelinliğinden büro temizliğine terfi etmiştim ama olsun, temiz işti ne de olsa. Sonra randevu işleri, telefonlara bakma, getir götür derken bir baktım bayağı işe yarıyormuşum ben. Kızlar da başladı evden çalışmaya. Gelinlik boncukları falan dikiyorlardı, paketleme yapıyorlardı. Ama okulu asla bıraktırmadım çocuklara Hâkim Bey, okuyacaksınız dedim. Ben hep içimde kalan okuma isteğimi gerçekleştirmek için gece açık öğretim derslerine çalıştım, hiç ara vermeden sınıfı geçtim. Tabii bu arada ablalar, kardeşler yavaş yavaş ortaya çıktı. Ne yaptığımı merak ettiklerinden, yoksa düşündüklerinden değil tabii. Herkes bekliyordu Suzi ne zaman dibe vuracak diye. Boşa çıkardım tabii umutlarını. Biz demedik mi diyemediler. Yine de bir yolunu buldu her iki taraf da. Meğer Suzi ne sessiz yılanmış dediler. Ne oldu biliyor musunuz Hâkim Bey en sonunda, ben sınavları verip sınıf atladıkça bir de baktım ki büyük bir suç işlemişim meğer, hem de ne suç…”

“Hayırdır, ne suçu?”

“Liseyi bitirmiştim Hâkim Bey, liseyi… Bundan daha büyük suç olur muydu hiç?”

“Nasıl yani? Başkalarına göre bir sürü suç işlemiş olabilirsin, ama liseyi bitirmenize kim suç gözüyle bakar ki hanımefendi? Takdir ettim şu an sizi.”

“HaklısınızHâkim Bey. Vallahi billahi ailede bir tek ben lise mezunu olunca, üstelik dört çocuklu bir kadın olarak, duymadığım hakaret kalmadı. Ben şeymişim… Anlayın işte. Ne namus kaldı ne ahlak. Bana o diplomayı kim,neden verirmiş falan… Dinlemedim tabii, bir de kurslara başladım. Halkla ilişkilerden tutun, daktilo, bilgisayar, sekreterlik... Doymak bilmeyen bir açlıktı benimkisi. Çocuklar başlarının çaresine bakmaya başladıklarında, ben iş bulduğum başka şehirde çalışmaya başladım. Anlayacağın artık Suzi değil, Suzan Hanım’dım. Suzi aşağı Suzi yukarı demiyordu artık kimse bana. Eski kocam bile arada bir arayıp hâl hatırımı sorduğunda, bana Suzan Hanım diyor, bazen de çocuklarına harçlık gönderiyordu. Babalığı da sadece o kadardı. Zaten ondan babalık beklediğim de yoktu. Babası ona, sen adam olamazsın dedikçe içiyor, içtikçe içiyordu… Sonra da hem kendini hem beni delirtiyordu. O zamanlar kendi kendimi dövdüğüm,saçımı başımı yolduğum çok olmuştu Hâkim Bey. Aslında İsa iyiydi. Bir de başında babası ile sevgilileri olmasa ben ona söz dinletirdim. İyiydi İsa aslında, iyiydi...”

“Neden sustun? İyi misin? Hadi ağlamayı bırak da…”

“Biliyorum, abarttım Hâkim Bey. Bu kadar uzun anlatmayacaktım. Şimdi çocuklar iyi kötü başlarını kurtardılar. Üniversiteyi zar zor bitirttiğim torun bile var. O da güzelliğine, biraz da aile mal varlığına dayamış sırtını. Staj yap diyorum, bana neymiş diyor. Artık ona karışmayacakmışım. Gene ben suçluyum iyi mi? Ona göre terapiye ihtiyacı olan benmişim. Kızımın biri işe yaramaz, hesap kitap bilmez bir adamın tekine gitti,o kadar uğraşıp onu matematik öğretmeni yapmama rağmen. Bırak deyince de suçlu ben oldum yine. Bu yüzden çok kavga ettik çok. Büyük kızımın kocası, kızım otuz yaşındayken öldü. Evlen, daha gençsin dedim, suçlu yine ben oldum. Üstelik bana saldırdı, beni dövdü Hâkim Bey. İki küçük oğlan kardeşim de çek senet işine bulaşmışlar. Kolay sanmışlar bu işleri akılsızlar. Her seferinde, Suzi bizi kurtar diye acıklı mektuplar yazdılar cezaevinden. Ağladım zırladım, yalvardım yakardım, çoluk çocuğa para buldum, avukat tuttum. Zaten afla çıkacaklarmış, niye uğraşmışım ki! O parayı onlara vermeyince suçlu ben oldum yine Hâkim Bey. Bırakın bu işleri dedim, beni de yok sayın, Suzan öldü bilin dedim, yine suç! Suzan neden eski Suzi değilmiş? Ona bu akılları kimler verirmiş? O kimse vuracaklarmış.”

“Bitti mi?”

“Yo hayır bitmedi daha. Oğlum, evi satıp küçük bir sahil kasabasında bir oda bir salon alacağım, artık kafayı dinlemek istiyorum dedim. Suç! Hem de en büyük suç! Yok efendim birileri mi varmış? Ben onlardan niye kaçıyor muşum? Katil mi edecekmişim oğlumu…”

“Yeniden başa dönmüşe benziyor iş; babadan oğula miras.”

“Efendim?Birşey mi dediniz Hâkim Bey? Ha tamam devam edeyim. Suç üstüne suç işleyen ben de dayanamadım en sonunda. Ne yaptım biliyor musunuz? Tabii nerden bileceksiniz, anlattıklarıma bakıp Suzan Hanım kaçtı diye düşüneceksiniz. Yok bu defa kaçmadım vallahi! Öldürdüm! Hepsini öldürdüm Hâkim Bey! Evet, öldürdüm! Vallahi öldürdüm, bakın telefonuma. Artık hiçbirisi aramıyor, bakın Hâkim Bey. Ne zamandan beri hiçbirisi aramıyor, aylar oldu. Arayamazlar ki zaten öldüler…Öl-dü-ler! Bu kadar suç işleyen, seri katil de olur, öyle değil mi Hâkim Bey? Zorla katil de yaptılar beni. Öldürdüm işte hepsini! Hiç kimse de ummazdı bunu benden. Aldım bir gece silahı, kapılarını tek tek çaldım. Susturucu takılı ya namluda. Sessizce pat pat pat… Mindere vurur gibi. Hani öfkenizi yumuşakça akıtın derler ya; pat pat pat… Ohhh be! Bak Hâkim Bey, bu bir ihbardır ve ciddiye alın lütfen. Ben deli değilim, tutun ki deliyim. Dinlemeyecek misiniz beni? Pat pat pat… Ve şimdi tutukla emrinizi bekliyorum. Tek kişilik bir hücre istiyorum, lütfen… Önünüzdeki dosyada yıllardır işlediğim suçların delileri var Hâkim Bey. Genelde gece on ikiden sonra tutuldu bu notlar.”

“Bitti mi Suzan Hanım?”

“Bitti!”

“Şimdi yavaş yavaş gevşeyin lütfen. Ellerinizi, ayaklarınızı hissedin. Parmaklarınızı hareket ettirmeye başlayın. Sonra gözlerinizi açın. Evet, bugünlük bu kadar. Acele etmeden kalkabilirsiniz. İyi misiniz Suzan Hanım?”


Mayıs2021,Bodrum


içindekiler    üst    geri    ileri   




 37